Özlenen Rehber Dergisi

64.Sayı

Mü'minûn Sûresi 13 ve 14. Ayetlerinin Tasavvufî Tefsiri

İnsanın Yaratılış Safhaları

Elhamdülilâhi Rabbi’l-Âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidinâ Muhammedin ve eshâbihî ve ezvâcihî ve evlâdihî ve etbâihî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi biadedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhireti ve kezâlik.
Allah Teâlâ Mü’minûn Sûresi 13. ve 14. âyetlerde şöyle buyuruyor:

’Sonra onu bir nutfe (sperm) olarak sağlam bir karar yerine koyduk. Sonra nutfeyi ’alaka’ (embriyo)’ya çevirdik. Alakayı “’mudğa”ya (bir çiğnemlik ete) çevirdik. Bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik. Kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah ne yücedir.’

Hac Sûresi 5. âyette de bu konu açıklanmaktadır.
Yaratılışla ilgili tıp bilgilerine başvuracak olursak şunları söyleyebiliriz: Kur’ân’ın ifade ettiği insanın bu yaratılış safhası, modern anatomi bilgisiyle de doğrulanmaktadır. Döllenme esnasında erkek, 200-300 küçük hücre çıkarır. Kur’ân’da ’nutfe’ adı verilen bu sperm, kuyruğunun titreşimiyle hareket eder, kadının rahmine ulaşınca, yumurtacığa yalnız bir hücre aşılar. Aşılanmış yumurtacık, ikiye, dörde, sekize, on altıya... bölünmeye başlar. Böylece Kur’ân-ı Hakîm’in buyurduğu gibi hücre kan pıhtısına benzer bir şekil alır. Bu uzun biçimi alan cenin, 40 gün kadar böyle alaka (embriyo) halinde kalır. Bölünme sonunda çoğalan bu nokta yuvarlaklaşır. Ne olduğu belli-belirsiz bir görüntü kazanır. Alaka, bir çiğnem et şekline konulmuş olur. Mü’minûn Sûresi 13. âyetinde belirtildiği gibi, insanın yaratılışı nutfe ile başlar. Nutfe alakaya, alaka “mudğa”ya döner. Mudğanın içinde teşekkül eden kemikleri adale dokusu sarar. Yüce Kudret böylece insanı yaratır.

Bu konu bir hadîs-i şerîfte şöyle genişletilmektedir:
“Sizin her birinizin yaratılması (yaratılma başlangıcında), ana-baba maddeleri kırk gün anasının karnında toplanır. Sonra o maddeler o kadar zaman içinde (yani kırk gün içinde) katı bir kan pıhtısı halini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde bir çiğnem et olur. Sonra (dördüncü tekâmül döneminde) Allah bir melek gönderir de, tekâmül eden o bir çiğnem ete şu dört kelime(yi yazması) emrolunur: Onun işini, rızkını, ecelini, şakî yahut saîd olduğunu yaz, denilir. Sonra ona ruh üflenir. (Cenin canlanır),şimdi sizden bir kişi (bu fıtratı gereği dünyada) iyi iş yapar, nihayet kendisiyle cennet arasında yalnız bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (meleğin ana karnında yazdığı) yazı gelir. Yazısı o kişinin önüne geçer. (yani onu önler). Bu defa o kişi cehennemliklerin işini yapmağa başlar (da cehenneme girer). Sizden bir kişi de kötü iş yapar, nihayet kendisiyle cehennem arasında ancak bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (meleğin yazdığı) o yazı önüne geçer (yani onu önler). Bu defa o kişi cennet ehlinin (hayırlı) amelini yapar. (Cennete girer.)’ (1)

Yukarıdaki âyet-i kerîmeyi bu hadîs-i şerîf ile birlikte düşündüğümüzde anlaşılır ki; Cenâb-ı Hakk insanı yaratırken ana rahmine düşen bir damla su, 40 gün kaldıktan sonra kan olur. İkinci bir 40 gün sonra da et parçası olur. Üçüncü bir 40 gün içinde de bu et şekillenir; kemik giydirilir. Etten kemik yaratılır.
Buhârî’de yer alan bu hadîs-i şerîfteki ’saîd ve şakî’ terimlerini şöyle şerh edebiliriz: Bir insan salih ameller işleyerek yaşar, fa¬kat ömrünün sonunda öyle ameller yapar ki, bunlar onu cehenneme sürükler. Kaderinde cehennemlik olmak vardır. Ömrü boyunca cehennemlik işler yapar fakat sonunda dönüş yapar; cennete girer. Kul ile cennet arasında “bir kulaç” kalır, fakat cehenneme sürüklenebilir. Yine cehenneme “bir kulaç” kala, cenneti hak edebilir.

Bir başka hadîs-i şerîfte Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

“Helal lokma yiyin. Yediğiniz helal lokma size kan ve can olur. Bu sizi ibadete sevk eder. Haram lokma ise si¬zi isyan ettirir. İbadetleriniz de kabul olmaz.”

Yenilen yiyecekler kana karı¬şır ve kan olur. 40 lokmadan bir damla kan meydana gelir. 40 damla kandan bir damla meni meydana gelir. Bir damla meni¬den de bir insan meydana gelir.

Aslında fizik kurallarına göre et kesildiğinde etten kan çıkar. Fakat Cenâb-ı Allah, bunun tam tersini yapıyor. İlk önce bir dam¬la kan yaratıyor, kandan da et ya¬pıyor. Etten kan çıkacağı yerde Allah, kandan et yapıyor. Burada bir incelik ve hikmet vardır. Cenâb-ı Hakk, bu kandan hem et, hem de kemik yapıyor.

Bunu şu misalle de açıklaya¬biliriz: Allah Azîmüşşan Hazret¬leri sadece bir çekirdekten koca¬man bir ağaç meydana getirir. Ağaçlarda da elma, armut, kayısı gibi birçok meyveler yetiştirir. Yani Cenâb-ı Hakk, o ağacı; dal¬larını, yaprağını, kökünü, o mey¬veyi, meyvelerin şeklini, tadını, rengini, kokusunu tek bir çekirdeğin içine yerleştirmiştir. İşte sonsuz kudret sahibi olan Allah Azîmüşşan, bir damla meninin içine insanı; gözünü, kulağını, ağzını, diğer iç ve dış azalarını, rengini, dişiliğini veya erkekliğini, aklını, kalbini, ahlâkını ve huyunu da yerleştirmiştir. Cenâb-ı Allah bunları hep bir damla sudan; meninin yapısında bulunan kandan ve etten yapmaktadır.

İnsanların îmal ettikleri maki¬neler, en kaliteli çelikten de yapılsalar, kısa bir süre çalıştıktan sonra yıpranır. Aşındıktan sonra değiştirilir. Fakat Allah Teâlâ’nın fabrikasında yaptığı insan vücudunda aşınma yoktur. Parçaların birbirine karışması söz konusu değildir. Ancak doğumdan ölüme kadar geçilen bir takım hayat safhaları mevcuttur.

Bir kadını ele alalım. O yemek yedikten sonra, bu besinler bir taraftan kana karışır. Bu besinler bir damar kanalıyla süt olur, bir damar kanalıyla da idrar olur.

Yüce Allah iki haramın içinden bir helali yani sütü yürütür. Bun¬lar birbirine karışmaz. Her birinin ayrı bir rengi ve ayrı bir tadı vardır. İşte bu, Allah’ın kudretidir. “Kâdir” ve “Muktedir” sıfatlarının tezahürüdür. Şüp¬hesiz ki Allah kudret ve azamet sahibidir. Böylece kullarına kud¬retini göstermektedir.

Bugün tıbbın ulaşamadığı birçok bilgi mevcuttur. İşte in¬san, bir damla meni üzerinde tefekkür etse, bütün bu gerçek¬leri görebilecektir.
Ve’s-selâmu alâ men ittebe’a’l-hüda.
-----------------------
(1) Buhârî, Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi-VII, Çeviri: M. Sofuoğlu, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1987, Zikrü’l-Melâike Babı: 18. hadîs, s. 3028.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.