Özlenen Rehber Dergisi

109.Sayı

Sizin İçin Seçtiklerimiz ; Editörden...

Dr. Celal Emanet Özlenen Rehber Dergisi 109. Sayı
Rasûlullah (s.a.s.) Efendimizin dünyaya teşrifleri sebebiyle pek çok konferans, panel ve bu bağlamda düzenlenen etkinliklerin arefesindeyiz. Her sene olduğu gibi bu sene de bazı adamlar çıkacaklar sahabe döneminde böyle kutlamaların yapılmadığını, Mevlid Kandili adı altında yapılan hiç bir faaliyetin dinle diyanetle alakası olmadığını iddia edecekler. Öncelikle burada şunu ifade etmekte fayda var. Mevlid Kandili sebebiyle ülkemizde ve dünyanın dört bir yanında düzenlenen anma toplantılarını tertipleyenler ve ona iştirak edenler, bunun dinin aslî meselelerinden bir şey olmadığını zaten bilmekteler. Fakat bu işi ayrı mecralara çekerek mevlide tamamen karşı olanlara sormak lazım: ’Siz nasıl bir ümmetsiniz ki gelişiyle kainattaki tüm mahlûkatı şereflendiren, Allah’ın ’Habibim’ diye taltif ettiği alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberinin gelişine sevinemiyorsun!?’ Mevlid kutlamalarının icra ediliş tarzı veya günü meselesi belki bu konularda fikirler sunulabilir. Ama Efendimiz (s.a.s.)’in dünyaya gelişine tepkisiz, duyarsız kalmak ve kalbinde Peygamberine karşı zerre kadar sevgisi olanların sevinçlerini kınayıcı sözler sarf etmek; kıyamet gününde Efendimiz (s.a.s.)’in huzurunda insanı sıkıntıya sokacaktır.
Son söz olarak, yapılan kutlamalara ve etkinliklere karşı çıkan bu insanlar Meryem Sûresini okuduklarında ne anlıyorlar acaba? Zira Hz. Yahya ve İsa (a.s.)’ın kendi doğum günlerini ’Allah’tan bir selam ve esenlik günü’ olarak kavimlerine bildirirlerken, Efendimiz (s.a.s.)’in dünyaya teşriflerinin farklı değerlendirilmesi mümkün müdür? Mümin olarak tabi ki sevineceğiz ama sadece Nisan veya Rebiülevvel aylarında değil. O’nun rehberliği sayesinde Rabbimizin rızasına kavuşacağımız için yılın her gününde sevineceğiz.
Ayrıca Efendimiz (s.a.s.) hayatında pazartesi günlerini oruçlu geçirirlerdi. Bunun sebebi sorulduğunda ise; ’Ben o gün dünyaya geldim ve o gün peygamberlik verildi veya bana vahiy indirilmeye başlandı’ diye cevap verirdi. ’Sahabe efendilerimiz Mevlid Kandili adı altında biraraya gelerek özel bir kutlama yapmazlardı’ diyenlere karşı söylenecek tek söz vardır. Onlar, Efendimiz (s.a.s.)’in rehberliğinde tüm hayatlarını Mevlid Kandili gibi yaşamaktaydılar. Rasûlullah (s.a.s.)’in ahlâkının onların gönüllerine nasıl sirayet ettiğine dair binlerce örnek vardır. Onlardan bir kaçını sizinle paylaşmak istiyorum:
İran’ın fethedilmesinde büyük katkıları olan Ma’kıl b. Yesâr fethedilen bu topraklardan birinde vali veya kumandan sıfatıyla yörenin ileri gelenleriyle yemek yiyordu. Elindeki lokma yere düşünce onu aldı, lokmaya yapışan çeri çöpü üfleyerek temizledikten sonra onu ağzına attı. Zira hadîs-i şerifte, şeytanın yemek yerken bile insandan ayrılmadığı hatırlatılmakta, ’Şayet lokmanız yere düşerse üzerine yapışanları temizledikten sonra yeyin, onu şeytana bırakmayın’ buyurulmaktaydı. Ma’kıl b. Yesâr da öyle yaptı. Onun bu davranışını İranlılar yadırgadılar. Birbirlerine kaş göz işareti yaparak gülüştüler. Ma’kıl’in yanında bulunan müslümanlardan biri bu hale pek üzüldü. ’Efendim şu adamlar, önünde bu kadar yemek varken yere düşeni alıp yiyor diye sizinle alay ediyorlar’ diyecek oldu. Müslüman olduktan sonra hayatını sünnete göre şekillendiren bu büyük sahâbî şu cevabı verdi: ’Bugüne kadar biz, lokması yere düşenlere onu temizleyip yemesini, bu nimeti şeytana bırakmamasını tavsiye etmişizdir. Bu adamlar bana gülmesin diye Rasûlullah (s.a.s.)’den öğrendiğim bir sünneti terk edemem.’
Abdullah İbni Ömer (r.a.) seferî iken Rasûlullah’ın sünnetine uyarak dört rekâtlı farz namazları iki rekât kılmıştı. Emevîlerin Horasan vâlisi Ümeyye İbni Abdullah ona itiraz etti. Beş vakit namaz ile korku namazı Kur’an’da var; ama sefer namazı Kur’an’da yok dedi. İbni Ömer (r.a.), ona şunları söyledi: ’Bak yeğenim! Biz doğru yolu yitirmiş ve hiçbir şeyden haberi olmayan kimseler iken Allah Teâlâ bize Muhammed (s.a.s.)’i Peygamber olarak gönderdi; bize her şeyi o öğretti. Dört rekâtlı farz namazları seferde ikişer rek’at kılmamız gerektiğini yine ondan öğrendik. Biz onda ne görmüşsek aynen uygularız.’
Rasûlullah (s.a.s.)’e muhabbet ve bağlılığa dair İmam Gazali, Kalplerin Keşfi adlı eserinde şöyle bir hadise aktarır: ’Cüneyd-i Bağdadî der ki: ’Bir gün şeyhimiz Sırri Sakatî hastalandı, hastalığının ne sebebini anlayabildik ne de nasıl tedavi edileceğini bilebildik. Bize mütehassıs bir doktor tavsiye ettiler. Şeyhimizin idrarını bir kaba koyarak ona götürdük, doktor idrara uzun uzadıya baktı. Sonra bize dönerek: ’Zannederim bu idrar âşık birine ait olsa gerek’ dedi. O anda ben bir nara atarak bayılmışım, idrar kabı da elimden düşmüş. Dönünce Sırri Sakatî’ye durumu anlattım, gülümseyerek: ’Allah canını almasın, nasıl da gördü!’ diye cevap verdi. ’Şeyhim, demek ki, muhabbet idrardan bile belli olurmuş’ dedim. Bana: ’tabii ki belli olur’ karşılığını verdi.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.