Özlenen Rehber Dergisi

78.Sayı

Dosya-ramazan (zekat:islâmın Köprüsü)

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 78. Sayı
İslâm’ın beş ana esasından birisi olan zekât, (Buharî, İman 1; Müslim, İman 22) lügatte artma, nemalanma, büyüme gibi manalara gelmektedir. Istılahta ise üzerinden bir yıl geçmiş nisab miktarı maldan bir cüz’ünü (miktarını) Hâşimî ve Muttalibî olmayan bir fakire vermek manasındadır. (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları 7/321) Zekât âlimlerin büyük çoğunluğunun görüşüne göre Hicretin ikinci yılında Medine’de Ramazan orucundan sonra farz kılındı. (Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı, Uysal Kitabevi, 2/109) Farziyeti Kitap, Sünnet ve İcma ile sabittir. İnkârı kişiyi dinden çıkartır, terki ise günahkâr yapar.Zekât toplumsal temizlenme ve arınma aracıdır. (Tevbe sûresi, 9/103)Kur’an zekât vermeyi mümin olmanın vasıflarından saymıştır. (Münimun sûresi, 23/1-4) Yine Kur’an zekât verenlerin hidayet ve müjdeye (Lokman sûresi, 31/3-4) bunun yanında da Hakk’ın rahmetine mazhar kullar olacaklarını (A’raf sûresi, 7/156) ifade buyurmuştur.Zekât başta cimrilik ve bencillik olmak üzere birçok kötü ahlâkın güzel olanlara tebdil edilmesine sebeptir. Zekât mükâfatını Allah’tan umarak verildiğinde sahibine sevap kazandıran bir emr-i ilâhîdir. (Ebu Dâvud, Zekât 4, Nesâî Zekât 4)Zekât her şeyden önce bir ibadettir.İbadetler insanların üzerine vazife olarak yüklenilmiş ve yapmaları gereken sorumluluklardır. Hakk’ın emrettiği şekilde ve uygun zeminlerde yerine getirilmeleri gerekir. Nasıl namaz, oruç, hac gibi ibadetler istenilen zaman ve şekillerde yerine getirildiklerinde kişinin üzerinden yükümlülük düşerse zekât ibadeti de istenilen ölçüde, istenilen zamanda ve istenilen yerlere verildiğinde kişinin üzerinden sorumluluğu düşer. (İbn Mâce, Zekât 3) Kişi bu ibadeti yapmada diğer ibadet ve emirlerde olduğu gibi acele etmeli, üzerine düşen bu sorumluluktan bir an evvel kurtulmalıdır. Üzerine zekât ibadeti farz olduğu halde henüz bu farziyeti yerine getirmeyen bir hanım sahabe için Rasûl-i Kibriya (s.a.v.) Efendimiz: “Kıyamet günü Allah’ın, onları sana ateşten iki bilezik yapması seni memnun eder mi? (Ebu Dâvud, Zekât 3; Nesâî, Zekât 19; Tirmizî, Zekât 12) diye sormuştur. Yine Efendimiz (s.a.v.) üzerinde zekât borcu var iken ödemeden vefat edenler için; “Bir kimse ölür arkasında zekâtını vermediği deve ve sığırları bırakırsa o deve ve sığırlar kıyamet günü bulunduğu durumdan daha semiz bir şekilde o kimsenin yanına getirilir ve onu ayaklarıyla çiğner, boynuzlarıyla vururlar. İnsanlar arasında hüküm verilinceye kadar bu hayvanlar böyle yapar dururlar.” (Müslim Zekât 8; İbn Mâce, Zekât 2) buyurmuşlardır. Bu meyanda Hadis kitaplarında zikredilen şu Telkin-i Nebevî de pek manidardır: “Kıyamet günü sizden birinizin zekâtı verilmemiş hazinesi varsa o mallar o günde başının tüyleri dökülmüş yılan şekline dönüşür, yılan sahibini parmağından yakalayıp tutuncaya kadar; ‘Ben senin malların ve hazinelerinim’ der.” (Müslim, Zekât 6; İbn Mâce, Zekât 2)Zekât’ın VaktiBir kimse bir mal elde ederse o malın üzerinden bir yıl geçmedikçe o maldan zekât verilmez. (İbn Mâce, Zekât 5; Ebu Dâvud, Zekât 5) Ancak kişi üzerine borç olan zekâtını bir yıldan önce verebilir. Bunda sakınca yoktur. İbn Abbas (r.a.) Rasûlullah (s.a.v.)’e Zekât’ın vaktinden önce verilmesini sorduğunda Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin bu konuda ona izin verdiği konuyla ilgili olarak bilinen bir hakikattir. (Ebu Dâvud, Zekât 22; İbn Mâce, Zekât 7)Zekât’ı Vermeye Kimden Başlamalıdır? Mükâfâtı Nedir?Zekât ve sadaka gibi ibadetler yerine getirilirken kişiler öncelikle akrabalarını gözetmeli, kendi yakınlarından zekât almaya ehil kişiler var ise önceliği onlara vermelidir. Çünkü yoksul kişiye sadaka vermekte sadece sadaka sevabı var iken akrabaya tasaddukta bulunmada hem sadaka sevabı ve hem de akrabalık bağlarını kuvvetlendirme sevabı olmak üzere iki sevap vardır. (İbn Mâce, Zekât 24; Nesâî, Zekât 82) Kişi zekât ve sadaka gibi ibadetleri Hakk’ın rıza ve hoşnutluğu gaye edinerek ve haram hiçbir unsur bulaştırmadan yerine getirdiğinde -ki Allah helâl maldan verilen sadakadan başkasını asla kabul etmez- (Buharî, Zekât 8; İbn Mâce, Taharet 17) Muhbir-i Sadık (s.a.v.) Efendimizin ifadeleriyle; “Allah o sadakayı ya da zekâtı sağ eliyle kabul eder. Bir hurma değerinde olsa bile o sadakayı sizden birinizin atının yavrusunu veya sütten kesilmiş deve yavrusunu büyüttüğü gibi büyütür. O hurma değerindeki sadakanın sevabı dağdan daha büyük olur.” (Buharî, Zekât 6; Müslim, Zekât 19)Zekât insanın cennete açılan kapısıdır. (Nesâî, H.No: 2395)Zekât cennet kapılarından bir kapıdır ki oradan sadece zekât verenler girer. (Tirmizî, Menakıb 16) Zekât zengin olan bir kişi için müslüman olmasının, müslüman olduğunu göstermesinin gereğidir. (Ahmed bin Hanbel, Müsned)Zekât vermek kişiye Hak katında üstünlük kazandıran hasletlerdendir. Onun içindir ki “Veren el alan elden daima üstündür.” (Müslim, Zekât 32; Dârimî, Zekât 22)Zekâtta kişiyi cehennem ateşinden koruyucu unsur vardır.Zekât kişi ile cehennem ateşi arasında perdedir, duvardır. Bu hasleti çok iyi bilen Nebiyi Zişan (s.a.v.) Efendimiz Ashabını devamlı olarak kendinizi yarım hurmayla bile olsa cehennem ateşinden koruyunuz diye uyarmışlar ve kendileri de bu hususta diğer bütün alanlarda olduğu gibi ümmetine en güzel örnekliği teşkil etmişlerdir. (Müslim, Zekât 20; Ebû Dâvûd, Zekât 46) Cömertliği, etrafındakilere bol bol sadaka vermesiyle meşhur olan Ezvac-ı Tahirat (r.anhünne)’den Hz. Zeyneb annemizi “Eli uzun, yani çok sadaka veren, en cömert olan” diye nitelemesi de Efendimiz (s.a.v.)’in bu husustaki hassasiyetini ortaya koyan başka bir örnek olarak zihinlerde mevcuttur. (Buharî, Zekât 12; Müslim, Fedailü’s-Sahabe 17)Zekâtı diğer ibadetlerden ayıran en temel unsurlardan biriside verenin verirken alan şahsı incitmeden, onurunu kırıp, gönlünü zedelemeden verilmesi gerektiğidir. Veren açısından en tehlikeli durum verdiği zekât ya da sadaka ile karşısındaki şahsı incitmesidir ki, bu hareket kişiyi kıyamet gününde Allah’ın yüzlerine bakmayacağı üç gurup insan arasına sokar, Maazallah. (İbn Mâce, Ticaret 30)Kişi için malının zekâtını vermesi malı eksilmeyeceği gibi üzerine farz olduğu halde zekâtını vermemesi de o şahsın malında kesinlikle bir artma meydana getirmez.Zekât İslâm’ın en önde gelen emirlerindendir.İslâm deyince imandan sonra ilk akla gelen iki rüknünden birincisi namaz ise ikincisi de zekâttır. Bu sebeple İslâm âlimleri zekât hakkında ’Zekât İslâm’ın Kelime-i şahadet ve namazdan sonra gelen üçüncü rüknüdür’ demiştir. Kur’ân-ı Kerim baştan sona, namazla zekâtı hep yan yana zikreder. ’Namaz kılın!’ derken, arkadan da ’Zekâtı verin!’ diye emreder. (bkz. Bakara sûresi, 2/43-83-110.) Zekâtın namazla aynı ehemmiyet çerçevesinde emredilmesi, İslâm dininin, sadece uhrevî hayat ve ibadetle meşgul olan bir din olmayıp bir medeniyet dini olduğunun, dünya hayatını ahiret hayatından, ahiret hayatını da dünya hayatından ayırmayan, ikisini bir mütalaa eden bir hayat dini olduğunun delili olmaktadır.Zekât İslâm’da Allah’a iman edişin onun verdiği türlü lütuf ve nimetlere karşı kulun duyduğu şükran duygusunun bir ifadesi şeklinde kabul edilir. İslâmiyet; malın lüks, israf ve safahata giden yollarda kullanılmasını uygun görmezken, servetin verimli ve akılcı kullanımını emretmektedir. En verimli ve akıllı kullanım ise ahirete yönelik olandır. İşte zekât ve sadaka kişinin daha dünyadayken kendi elleriyle ahiretine yönelik yatırımıdır.Zekât fakir ile zengin arasındaki dostluğa vesile olur.Bu sayede fakir ve zengin arasındaki uçurum kapatılıp yerine sevgi bağları kurulur. Müslümanların kardeşçe ve bir arada ya¬şamaları temin edilir. Zekât ile fakir¬lerin toplumda müreffeh ve mesut bir hayat sürmelerine zemin hazırlanmış olur. Zekât fakirin gittikçe daha fakir olmasını, çeşitli hayatî ihtiyaçların esiri haline gel¬mesini önleyerek ahlâkî çö-küntüyü, ekonomik anlamda birbirine zıt iki uç sınıfların teşekkül etmesini ve bu sınıfların birbirleriyle çatışmasını önler, toplum dayanışmasına bağlı sevgi, birlik ve beraberliği temin eder.Zekât müminlerin, Allah (c.c.) sevgisini, mal ve servet sev¬gisinden üstün tuttuklarını gös¬termesi bakımından, kendine has bir hususiyet taşımaktadır. Çünkü zekâtını veren kimse, ver¬diği şahıslardan hiç bir karşılık beklememektedir. Bunu sadece ibadet ve Allah (c.c.) rızasını ka¬zanmak için yapmaktadır. Bu da, müminin ilâhî emirlere bağlılığı¬nın güzel bir belirtisidir.Zekât İslâm’ın köprüsüdürÖzet olarak ifade etmek gerekirse; zekât verilerek hem maddî ve dünyevî hayatımız tanzim edilecek hem de Allah’ın rızası elde edilerek ebedî hayat kazanılacak. Onun için zekât ne sadece maddi anlamda bir yardım ve ne de sadece bir ibadettir. Bilakis bunlar ve bunlar gibi birçok güzelliğin hepsini bünyesinde bulunduran büyük bir ibadettir. Bu özelliğinden dolayıdır ki zekât Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin ifadesiyle “İslâm’ın köprüsüdür.” (Hafız el-Münziri, Tergib ve Terhib, Huzur Yay. 2/183) Dinin Ahiret yakası ile dünya yakası arasına atılmış, ahiret ile dünyanın ikisini birleştiren bir köprü. Fâni ile bâkiyi, ümmetle devletini, fakirle zengini, madde ile manayı, alan ile vereni, Allah ile kulu birleştiren bir köprüdür. Zekât sadece zenginden fakire doğru mal akışı değildir. Zekâtı böyle algılamak ibadetin ihtiva ettiği manayı çok sığ anlamak olur ki bu da zekâtın toplumsal yönünü es geçmek, ibadeti bu mana ile düşünmemek manalarına gelir. Zekât bireyler arasındaki merhametin, şefkat ve diğerkâmlığın oluşmasını, kuvvetlenmesini sağlar. Zekâtla zenginin malı kirden, ruhu cimrilikten temizlendiği gibi, fakirin de gönlü kinden temizlenir. Böylece toplumun iki zümresi sulha/barışa kavuşur. Aradaki husumet ortadan kalkar. Zengin fakire merhamet, fakirde zengine şükran duygularıyla bakar. Zekât farizasına uyarak yardım elini uzattığı fakir zümreye zenginin merhamet hisleri uyanır, fakir de zengine hürmet ve muhabbetle dolar, müteşekkir olur. Bu, bir cemiyetin huzuru ve saadeti için şart olan içtimai barıştır. Batı dünyasında böyle zekât gibi bir müessesenin yokluğu, cemiyette proleter/köleler, hizmetçiler ve burjuva/efendiler, seçilmişler olmak üzere birbirine düşman, birbirlerine kem gözle bakan ve birinin diğerine haset ettiği diğerinin de öbürüne gurur ve kibir ile baktığı iki uç zümre ortaya çıkarmıştır. Örneğin on sekizinci yüz yılın sonlarında Fransa’da başlayıp bütün Avrupa’yı sosyal alanda derinden sarsan Fransız ihtilâlı gibi bir kavga ve kargaşanın tarihi seyir içerisinde hiçbir İslâm devletinde cereyan etmemesi zekât ibadetinin sosyal alana dönük yönünü gösteren en güzel örnektir.Zekât, asrın huzursuzluğuna en tesirli bir ilaçtırZekât müessesesi sayesinde İslâm dünyası bin beş yüz yıldır böyle bir kavgadan uzak yaşamıştır. Son birkaç yüz yıldır yine İslâm devletlerinde meydana gelen toplumsal hadiselerde işte bu zekât müessesesinin dinin istediği doğrultu ve boyutta çalışmamasındandır. Hırsızlıkların, adam kaçırıp fidye istemelerin, gasp ve cinayetlerin, dolandırıcılık ve hortumculuğun temelinde yatan en birincil neden İslâm’ın toplumlarının devamlılığı, bireylerin birbirleriyle barış içerisinde yaşaması ve sosyal patlamanın önlenmesi gibi birçok alan için reçete olarak öngördüğü zekât müessesesinin sekteye uğramasıdır.Zekât İslâm dininin en büyük ve en önemli farizalarından birisidir. İslâm harici diğer hiçbir dini inanışta sosyal yardımlaşma ve dayanışma sistemi bu denli ölçü ve değerde sistemleştirilmiş değildir. İslâm, zekât yolu ile insanların sefaletinin önlenmesini, fertlerdeki insanlık duygularının daima canlı kalmasını, bireylerde mevcut olan merhamet ve şefkat gibi hayati unsurların zinde kalmasını garanti altına alır. Sosyal adalet kavramının en iyi uygulama alanlarından biri olan zekât vasıtasıyla insanlar böylece bencillikten ve hasislikten kurtarabilirler. Zekât insan topluluklarının birbirleriyle uyumlu ve mutlu yaşaması yolunda atılmış adımların en verimli ve en başarılı olanlarındandır. Hakkaniyetlik ölçüsüne uygun, kimseyi kimseden üstün tutmayıp kıstaslar dâhilinde herkese eşit bakan bir ilâhî sistem olduğundan dolayı fertlerin oluşturdukları kanun ve kurallar gibi boşluk yaratmayıp tam insanların ihtiyaçlarına karşılık veren oluşumdur. Mademki fertler zekâ güç ve imkânlar yönünden aynı düzeyde değiller, mademki kimilerinin kimilerine karşı üstün ya da eksik yönleri var o halde üstün seviyede bulunanlar bu seviyeye ulamammış kişilere yardım ellerini uzatmakla kendilerine bu imkânları bağışlayan Allah’a da şükürlerini belirtmiş olmaktadırlar. İşte zekâtın asıl gerçek manası ve değeri bu noktada karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada zekâtın bireyleri birleştiren, kaynaştıran farklılıklara üstünlük ya da ayrıcalık olarak değil de eksikleri giderici, noksanlıkları tamamlayıcı unsur olarak bakmamızı sağlayan yönü kendini göstermektedir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.