Özlenen Rehber Dergisi

122.Sayı

Ulümu'l- Kur'ân (nüzul Sebepleri)

Rıfat AKSAÇLIOĞLU Özlenen Rehber Dergisi 122. Sayı
Tefsir ilminin en önemli konularından bir tanesi de sebeb-i nüzul ilmidir. Bir müddet dilden dile gelen daha sonra ise hadis kitaplarının rivayetleriyle elde edilen bu ilim kimi zaman müstakil bir eser olarak da ele alınmıştır.
Nuzûl Sebepleri (Esbâbu’n-Nuzûl)
Kur’ân-ı Kerîm’in bazı ayet ve sureleri, meydana gelen bazı olaylar ve Peygamberim (s.a.v.)’e sorulan sorulara cevap olmak üzere bir sebebe binaen indirilmiştir. Bu sebepleri bildiren ilim dalına "Esbâbu’n-Nuzûl -Nüzul Sebebi-" denir. Hüküm ayetlerinin çoğu bir sebep üzerine inmiştir bunla beraber Kur’an’ın büyük bir bölümü herhangi bir sebebe binaen değil de direkten bir şeyi bildirmek ve ya o konu hakkında bilgilendirmek için inmiştir.
Kur’ân’da ki ayet ve surelerin iniş sebeplerini bilmenin, onları anlamada büyük faydası vardır. Bu açıdan tefsirde nüzul sebeplerini bilmek, ayetlerin izah edilip açıklanması yönünden son derece önemli ve gerekli kabul edilmiştir. Gerek İslâm Tarihi açısından gerekse kastedilen mananın anlaşılıp şüphelerden kurtulması bakımından Esbabu’n-Nuzûl’ü bilmek gereklidir. Bu yüzden başlangıçta tefsir ilmi büyük ölçüde nüzul sebeplerini bilmekten ibaretti. Sahabeler Hz. Peygamber’in yanında bulunan kişiler olarak hükümlerle sebepler arasındaki münasebetleri kurabilmiş ve tefsiri gerçekleştirmişlerdir. Dolayısıyla nüzul sebebi bilinmedikçe, gerçek manasını anlamak mümkün olmaz. (Suyûtî, el-İtgan Fî Ulûmi’l-Kur’ân, c.1, s.28)
Faydaları:
Nüzul sebebini bilmenin faydalan şöyle sıralanabilir:
1- Emredilen şeylerin hikmetleri anlaşılır, inanç kuvvetlenir.
2- Âyetlerden kastedilen mana kolaylıkla anlaşılır, şüphe ve yanlışlıklar izâle edilmiş olur.

Meselâ:
İçkinin haram kılındığını bildiren âyetler (Mâide, 5/90-91) nazil olunca. Peygamberimize daha önce içki içip de Bedir’de şehit olmuş sahabelerin durumu sorulmuştu. Bunun üzerine şu âyet nazil olmuştu: "Îman edip, salih amel işleyenlere... tattıkları (alkollü veya alkolsüz) şeylerde, üzerlerine bir günah yoktur." (Mâide, 5/93).
Bu âyetin nüzul sebebini bilmeyen Katâde b. Maz’ûn gibi bazıları, ayeti genel manada değerlendirerek, şarabın mubah olduğunu ileri sürdüler. Nüzul sebeplerini bilmemeleri onlar işte bu yanlış anlamaya götürmüştür.

3- Hasr (bir hükmü bir illete has kılma) tevehhümünü bertaraf edilir.
Örneğin; bazıları ’Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır.’ âyeti kerimesinde geçen ’şüphe (tereddüt) ederseniz’ ifadesinden, ’adetten kesilmiş bayanların iddeti şüphe şartına bağlanmıştır, dolayısıyla şüphe olmazsa iddet de yoktur.’ sonucunu çıkarmıştır. Fakat hakikat bunun zıddınadır. Bu âyetteki ’şüphe ederseniz’ ifadesi âyetin nüzulüne sebep olan kimselerin durumunu bildirmektedir.
4- Nüzul sebebi âyetin ihtiva ettiği hükmü tahsis (hususileştirmek) eder.
Meselâ: Bakara 62’de ’Şüphesiz iman edenler; yani Yahudilerden, Hristiyanlardan ve Sabiîlerden Allah’a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.’ buyrulmaktadır. Bunun nüzul sebebini bilmeyen ya da kasıtlı bir şekilde görmezlikten gelen diyalogcu zihniyet; ’Rasûlullah (s.a.v.)’e inanmasa bile Yahudi ve Hıristiyanların cennete girecekler’ini söylüyor. Hâlbuki ki bu âyetin nüzul sebebi şöyledir.
Selman (İran’da) Cundişapur şehrinden ve şehrin ileri gelenlerindendi. Kralın oğlu ile yedikleri ayrı gitmez kardeşler gibiydiler. Birlikte ava da çıkarlardı. Bir gün yine ava çıkmışlardı. Av esnasında gizlenmiş bir eve rastladılar, kapısından baktıklarında içerde önündeki mushafı (İncil’i) okuyan bir adam gördüler. Adam hem okuyor, hem ağlıyordu. Sordular: "Bu da nedir?" adam: "Bu kitapta ne olduğunu öğrenmek isteyen sizin durduğunuz yerde durmaz. Eğer öğrenmek istiyorsanız, girin içeri, size öğreteyim." dedi. Yanına girdiler, adam: ’Bu, Allah katından gelmiş bir kitaptır. Onda, kendisine itaati emretmiş, karşı gelinmesini yasaklamış: Zina etmeyeceksin, insanların mallarını bâtıl yollarla almayacaksın, buyurmuş" deyip kitapta olanları anlatmış. Bu kitap Allah’ın İsa’ya indirdiği İncil’miş. İki genç bundan etkilenerek bu adama (rahibe) tabi olmuşlar. Rahip: ’Bundan sonra (put¬perest olan) kavminizin kestiklerini yemek size haramdır’ demiş. İki genç bu rahibe gelip gitmeye ve öğrenmeye devam etmişler.

Nihayet bir bayram günü yemekler yapılmış, ileri gelenler ve halk kralın sofrasında toplanmış ve kralın oğlu da bu sofraya davet edilip de gelmeyince kralın oğlunun Hristiyan olduğu ortaya çıkmış, kral oğlunu Hristiyan yapan rahibi çağırtmış ve sürgün etmiş. Rahib iki gence: ’İşte ben gidiyorum. Musul’da bir manastırda 60 müminle birlikte Allah’a kulluk ediyoruz. Eğer imanınızda sâdık iseniz siz de gelin." demiş. İki genç de peşinden gitmeye karar veriyorlar ancak kralın oğlunun yol hazırlıkları uzayınca Selman sabredemeyip yalnız başına yola çıkar Musul’daki o manastıra gelir ve görür ki Hristiyanlığına sebep olan rahip burada rahiplerin başıdır ve buradaki rahibler de dinlerinin emirlerini yerine getirmede çok titizler. Selman da onlara uyar ve günler böyle geçerken bir gün manastırın başrahibi Beytu’l-Makdis’i ziyarete karar verir, onun teklifiyle Selman da onunla birlikte yola çıkar. Yolda kötürüm birine rastlarlar. Onun "Ey rahiplerin efendisi bana merhamet et ki Allah da sana merhamet etsin" dileğine iltifat etmezler ve yola devam ederler. Beytu’l-Makdis’e gelince başrahip Selman’ı serbest bırakır ve "Bu mescide bütün dünyadan âlimler gelirler, çık, onları dinle, onlardan öğren" der. Selman bir gün başrahibin yanına üzgün olarak döner. Sebebini sorunca da: "Bizden öncekiler, peygamberler ve onlara tabî olanlar bütün hayırları alıp götürmüşler." der. Başrahip "Yok hayır öyle değil, bir peygamber daha kaldı ki tâbîleri, onun tâbîlerinden daha hayırlı bir peygamber yok. Çıkacağı zaman da bu zamandır. Ben, ona yetişeceğimi sanmıyorum ama sen gençsin, belki sen ona yetişirsin. O, Arap ülkesinde çıkacaktır. Eğer ona yetişirsen ona iman et, ona tabî ol" der. Selman: "Bana onun alâmetlerinden birini söyler misin?" deyince başrahip: "Sırtında peygamberlik mührü vardır, kendisine hediye edileni yer, ama sadakayı yemez." der.
Beytu’l-Makdis’ten çıkarlar, dönüş yolunda o kötürüme yine rastlarlar. Kötürüm: "Ey rahiblerin efendisi, bana merhamet eyle ki Allah da sana merhamet eylesin" seslenişi üzerine merkebinden ona doğru eğilir, kötürümü tutar ve yere çalar, onun için dua eder, sonra da: "Allah’ın izniyle kalk." der, adam Selman’ın gözleri önünde sapasağlam ayağa kalkar. Selman şaşkın şaşkın bakınırken rahip yoluna devam eder ve gözden kaybolur gider. Selman şaşkınlığından uyanıp rahibi ararsa da bulamaz. Yolda Kelb oğullarından iki Arapla karşılaşır, onlara kaybettiği rahibi sorar, onlar da Selman’ı (öyle anlaşılıyor ki köle olarak satmak üzere) yanlarına alarak Medine’ye getirirler. Selman’ı Medine’de Cüheyne kabilesinden bir kadın hayvanlarına çobanlık yapması için satın alır ve Selman, kadının ikinci bir kölesi ile münavebeyle çobanlık yapmaya başlarlar. Selman’ın bir yandan da kulağı çıkmasını beklediği peygamberin haberindedir. Beklediği haber bir gün çoban arkadaşıyla gelir: "Bugün Medine’ye peygamber olduğunu iddia eden birisi geldi" der. Hayvanların başına arkadaşını koyan Selman hemen Medine’ye gelir, Efendimiz’in çevresinde dolanmaya başlar. Selman’ı gören ve niyetini anlayan Efendimiz (s.a.v.) elbisesini omuzundan aşağı bırakır da nübüvvet mührü meydana çıkar, mührü gören Selman Efendimiz’in yanına gelir, onunla konuşur, sonra çıkar gider, bir dinara bir kuzu ve bir miktar ekmek alır Efendimiz’e getirir. Allah’ın Rasûlü: "Bu nedir?" diye sorunca da: "Sadakadır." der. Efendimiz: "Bizim ona ihtiyacımız yoktur, götür, müslümanlar yesin." buyurur. Selman yine çıkar gider ve tekrar başka bir dinarla bir miktar ekmek ve et satın alıp Efendimiz’e getirir. Onun: "Bu nedir?" sorusuna bu sefer "Hediyedir" cevabı verir. Efendimiz: "Otur o halde." buyurur ve birlikte yerler.
Selman iman eder. Bir gün konuşma sırasında Selman, arkadaşlarından bahseder, onları anlatır ve: "Ey Allah’ın Rasûlü, namaz kılar, oruç tutar, sana iman eder ve senin peygamber olarak gönderileceğine şehadet ederlerdi." der. Selman’ın, arkadaşlarına olan övgüleri bitince Efendimiz: "Ey Selman, onlar cehennem ehlindendir." buyurur da bu Selman’a çok ağır gelir. Kaldı ki Efendimiz’e: "Eğer onlar sana yetişmiş olsalardı mutlaka seni tasdik eder ve sana tabî olurlardı." da demişti. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, Hristiyan ve Sabiîlerden Allah’a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyetini indirir.
Taberî, tefsirinde Selman’ı ihtidaya götüren hadiseleri bu şekilde tafsilâtlı bir şekilde verdikten sonra Müsennâ kanalıyla İbn Abbâs’tan gelen bir rivayeti şöyle nakletmiştir: "Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, Hristiyan ve Sâbiîlerden Allah’a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." ayetinden sonra Allah Tealâ "Her kim İslâm’dan başka bir din isterse asla ondan kabul edilmeyecektir. " (Âl-i İmrân, 3/85) âyetini indirmiştir.’ Taberî naklinin ardından; birinci âyetin (yani Bakara, 2/62) Selman’ın, arkasında bırakıp geldiği Rasûlullah (s.a.v.)’in bisetini bekleyip de ona yetişmeden ölen Allah’a ve âhiret gününe iman eden Hristiyanlar hakkında müjdeyi ihtiva eden özel bir hüküm olduğunu; Âl-i İmrân’daki âyetin ise peygamberimizden sonra gelen bütün insanları kapsayan umumi bir hüküm olduğunu ifade etmiştir.
5- Âyetlerin kolayca anlaşılıp ezberlenmesi sağlanır.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

1 kişi yorum yazdı.