Özlenen Rehber Dergisi

126.Sayı

Nüzûl-ü İsa (a.s.) Meselesi

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 126. Sayı
’Bilmeyenler sussa ihtilaf azalır.’ İmam Gazali (r.ah.)
Allah Rasûlü (s.a.s.) Efendimiz hayatta ve risalet görevi ile memur iken kıyametin zamanı ile alakalı sorulara sıklıkla muhatap oldu. Kur’ân-ı Kerim mezkur hadiseyi şu ifadelerle anlatıyor: ’Sana kıyametin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır.’ (Araf, 7/187)
Kıyametin mutlak olarak bilinmezliğini zihinlere nakşedilmek için kimsenin tanımadığı bir adam suretinde Huzur-u Nebi’ye gelen Cebrail (a.s.), Allah Rasûlü (s.a.s.) Efendimize kıyametin zamanını sorunca O (s.a.s.) şöyle karşılık vermişti: ’Sorulan sorandan daha iyi bilmiyor.’ (Müslim İman 8; Tirmizi İman 2738; Ebu Davud Sünnet 4695) Bu yüzdendir ki Kıyamet, Kur’ân-ı Kerim’de ’Muğeyyebat-ı Hamse/beş bilinmeyen’ (Lokman 31/34) içerisinde değerlendirildi.
Kıyametle ilgili durum böyle olmakla birlikte Efendimiz (s.a.s.) gelmesi mutlak olan bu büyük olayın öncesinde cereyan edecek hadiseleri, küçük ve büyük alametleri bizlere haber verdi. Ehl-i sünnet alimlerince kıyamet alametleri içerisinde yer alan ve kesinlik ifade edenlere iman etmek ’zarurat-ı diniye’den addedildi. Mesela; Deccal, Ye’cuc ve Me’cuc, Dabbetu’l-Arz, güneşin batıdan doğması ve Hz. İsa’nın (a.s.) yeryüzüne inişi böyledir. (Said Ramazan el-Buti, Kübra’l-Yakiniyyati’l-Kevniyye, Beyrut, 1982, s. 318 vd) Hz. İsa (a.s.)’nın bedeniyle semaya kaldırıldığı, Kıyametin arefesinde ise tekrar yeryüzene ineceği mezkûr alametler içersinde -deliller itibariyle- en muhkem olanıdır. Çünkü Nüzul-ü İsa ile alakalı hüküm, hem Kur’anî sarih şahitlere hem de mütevatir hadislere dayanmaktadır.
TEVEFFA KELİMESİ

Hz. İsa (a.s.)’nın yeryüzünden ayrılışını ifade eden ’teveffa’ kelimesi ’vefa’ mastarından türeyen ’tefe’ul’ babında bir fiildir. ’Sözü yerine getirmek’ (Mecduddin Muhammed b. Ya’kub Fîrûzâbâdiî, el-Kamusu’l-Muhid, Beyrut, 1999, IV, 462) ’ihtiyacı karşılamak’ gibi anlamlara gelen bu kelime, esas itibariyle ’bir şeyi tam yapmak’ manasındadır. Nitekim bir malı ya da başka bir şeyi hiçbir unsurunu bırakmadan bütünüyle almaya da ’teveffa’ denir. (Ebu’l-Fadl Cemalüddin Muhammed İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, Beyrut, 1994, XV, 400) Zemahşeri’nin ’Esasu’l-Belağa’da beyan ettiği gibi ’Teveffa’ kelimesi daha sonra mecazen ’öldürmek’ anlamında da kullanılmıştır. (Zemahşeri, Esâsu’l-Belâğa, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1989, s. 684; Muhammed Zahid Kevseri, Nazretun Abire fi Mezaimi men Yünkiru Nuzüle İsa Kable’l-Ahire, Kahire, 1987, s. 95) Buna göre ’teveffa’nın can almak, ruhu kabzetmek manaları sonradan yaygınlık kazanmıştır. ’Teveffa’ kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İsa (a.s.) ile ilgili ’müteveffike’ ve ’teveffeyteni’ (Âl-i İmran 3/55; Maide 5/117) şeklinde iki ayrı yerde kullanılmıştır. Şimdi bu kelimeleri müfessirlerin nasıl anladıklarına bakalım:
CUMHURA GÖRE

Cumhura göre ayetlerdeki ’teveffa’ kelimesi, ’kabz etmek/teslim almak’ anlamındadır. Çünkü ’teveffa’ kelimesinin asıl anlamı ’bir şeyi bütünüyle almak’ demektir. Buna göre ’teveffa’nın Hz. İsa (a.s.)’nın akıbeti bağlamında mecazen ’ölüm’ anlamında kullanıldığının söylenmesi doğru olmaz. Çünkü burada mecazi mananın alınmasına dair bir delil mevcut değildir. Nitekim Kurtubi’ye göre; Allah Teâlâ, Hz. İsa’yı uyutmadan ve öldürmeden göğe yükseltmiştir. Sahih olan da budur. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Abdullah b. Abbas (r.a.)’dan mervi en sahih görüş de bu şekildedir. (Abdullah Muhammed b. Ahmed Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Beyrut, 2000, IV, 65)
Taberi, ’teveffa’ kelimesinin tefsiri ile alakalı ’uyutmak’, ’ölmeden bedeniyle kabzetmek’ ve ’canını almak’ şeklindeki rivayetleri verdikten sonra şöyle der: ’Bu anlamların en doğrusu; ’seni yeryüzünden alacak ve katıma yükselteceğim.’ şeklinde verilen manadır.’ Taberi bu manayı benimsemesine gerekçe olarak, Hz. İsa (a.s.)’nın nüzulü ile alakalı hadislerin mütevatir olmalarını gösterir. (Kevseri, a.g.e., s. 98) Ebu Hayyan; ’Hasan Basri, Dahhak, İbn Zeyd, İbn Cüreyc ve Muhammed b. Cafer b. Zübeyr’in de bu kanaati paylaştıklarını’ beyan eder. (Muhammed b. Yusuf Ebu Hayyan, el-Bahru’l-Muhid, Beyrut, 1993, II, 497)
Müteahhirun arasında ince anlayışlılığıyla öne çıkan Allame Âlûsi, bu babta tercihe şayan olan tefsirin ’Hz. İsa’nın ölmeden ve uyumadan göğe yükseltilmiş olmasıdır.’ tarzındaki tefsir olduğunu söyler. (Ebu’l-Fadl Şihabuddin Mahmud Alusi, Ruhu’l-Meani, Beyrut, 1985, III, 179) Ayet-i kerimeden de anlaşılıyor ki; Allah Teâlâ Hz. İsa’yı Yahudilerden korumuştur. Gökyüzüne çıkartılan peygamber vakti zamanı gelince yeryüzüne inecek, vazifesini ifa edecek sonra da vefat edecektir. Bu grupta yer alan müfessirlerin ’teveffa’ kelimesini Hz. İsa’nın semadan indikten sonra ölmesi şeklinde anlamalarında hadisi şerifler etkin olmuştur. Nitekim Hasan Basri’den nakledilen bir hadiste Allah Rasûlü Yahudilere şöyle buyurmaktadır: ’Muhakkak ki İsa (a.s.) ölmedi. O kıyametten önce size geri dönecektir.’ (Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Muhtasar-u Tefsir-i İbn Kesir, (İht. Muhammed Ali Sabuni), Beyrut, 1399, I, 279) Ayrıca bu mevzu sadedinde müfessirler ’teveffa’nın keyfiyeti üzerinde ihtilaf etmişlerse de tamamı Hz. İsa (a.s.)’nın şu an hayatta olduğunu kabul etmiştir.
HZ. İSA’NIN SEMAYA YÜKSELTİLMESİ (REF’İ)
’Ref’ kelimesi ’aşağı bırakmak’ anlamına gelen ’vaz’ kelimesinin zıddır. Buna göre ref’; ’bir şeyi yukarı kaldırmak’, ’derece itibariyle yüceltmek’, ’yükseltmek’ gibi anlamlara gelir. (İbn Manzur, a.g.e., VIII, 129-131) ’Ref’ kelimesi hem hakiki hem de mecaz anlam örgüsünde Kur’ân-ı Kerim’de çok yerde mevcuttur. (Bakara 2/93; İnşirah 94/4; Zuhruf 43/32) ’Ref’ kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İsa ile alakalı ise iki yerde kullanılmıştır. (Âl-i İmran 3/55; Nisa 4/157-158)
CUMHURUN GÖRÜŞÜ
’Ref’in yerden semaya doğru gerçekleşen hissi/maddi bir yükselme olduğunu belirten Ebu Hayyan, görüşünü iki büyük müfessirin nakilleriyle teyit eder: ’İbn Abbas (r.a.), Hz. İsa’nın dünya semasına yükseltildiğini orada meleklerle birlikte Allah Teâlâ’yı tesbih ettiğini, Deccal ortaya çıkınca da Beyt-i Makdis’teki taşın üzerine ineceğini’ söyler. Zeccac ise; ’Hz. İsa’nın, duvarında delik bulunan bir evde olduğu sırada, onu öldürmek için bir adamın eve girdiğini, bu esnada peygamber’in (a.s.) bedeniyle birlikte semaya yükseltildiğini, öldürmeye teşebbüs eden kişinin de dışarıya İsa’ya benzetilmiş bir halde çıktığını ve İsa’nın içeride olmadığını bekleyenlere haber verdiğini, daha sonra o muhbirin Ben-i İsrail tarafından öldürüldüğünü’ nakleder. (Ebu Hayyan, a.g.e., II, 497)
Kurtubi, Allah Teâlâ’nın İsa (a.s.)’yı ölüm ve uyku olmaksızın semaya yükselttiğini, İbn-i Abbas, Taberi, Hasan Basri ve İbn Zeyd’in de bu görüşte olduğunu bildirir. (Kurtubi, a.g.e., IV, 65) Razi, Hz. İsa’nın Allah Teâlâ’dan gayri kimsenin hükmünün geçerli olmadığı bir yere yükseltildiğini, yükseltmenin ise hissi olarak gerçekleştiğini söyler. Âl-i İmran 55 ve Nisa 156-157 ayet-i kerimelerinde bunun açık bir şekilde belirtildiğine vurgu yapar. (Fahruddin Muhammed b. Ömer Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, Beyrut, 1990, XI, 81) Zemahşeri (Muhammed b. Ömer Zemahşeri, el-Keşşaf, Beyrut, ty., I, 432) ve Beydavi (Nasıruddin Ebu Said b. Ömer Beydavi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil, (Şeyhzade haşiyesi ile birlikte), Beyrut, 1999, III, 447) başta olmak üzere dirayet tefsirinin diğer otoriteleri de, Hz. İsa’nın ölmeden semaya, yani meleklerin yanına yükseltildiğini beyan ederler.
NÜZUL
Hz. İsa (a.s.)’nın Kıyametin arefesinde tekrar yeryüzüne ineceği Kur’ân-ı Kerim’de açıkça beyan edilmiştir. Bu husustaki hadis-i şerifler tevatür derecesine ulaşmamış olsalardı dahi yine de ayetler nüzul hakikatini tek başına isbata malik olurlardı.
NÜZUL İLE İLGİLİ AYETLER:
’O, beşikte de, yetişkinlikte de insanlara konuşacak…’ (Âl-i İmran 3/46; Maide 5/110) ’Ehl-i Kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de onlara şahit olacaktır.’ (Nisa 4/159) ’Şüphesiz ki O (İsa) kıyamet için (onun yaklaştığını gösteren) bir bilgidir.’ (Zuhruf 43/61) ’Allah ona (İsa’ya) kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek.’ (Âl-i İmran 3/48)
NÜZÛL İLE İLGİLİ HADİSLER
Konuyla alakalı neredeyse bütün hadis kitaplarında bir ya da daha fazla rivayet bulunmaktadır. Hadis-i şeriflerde Hz. İsa’nın nasıl ve nereye ineceği, hangi özellikleri vesilesiyle tanınacağı, neler yapacağı gibi soruların cevapları vardır. Cumhura göre bu hadisler ’Hz. İsa’nın nüzûlünü’ bildirmeleri noktasında mütevatirdirler. Nitekim her kuşak ve meşrebten bir çok alim, sarahaten bu hadislerin mütevatir olduklarını belirtmiştir. Bunlar arasında öne çıkanlar şunlardır: Taberi, Ebu Huseyn Aburi, İbn Rüşd, İbn Atıyye, Kurtubi, Ebu Hayyan, İbn Kesir, İbn Hacer, Şevkani, Sıddık b. Hasan Kınnevci, Kettani, Keşmiri, (Haseni, a.g.e., s. 13-6) Muhammed Zahid Kevseri, (Kevseri, Nazra Abire, s. 104) Muhammed Sıddık el-Ğumari, Abdulfettah Ebu Ğudde.
Mütevatir olmaları hasebiyle ’zarurat-ı diniyye’den kabul edilen ve bu yüzden ’sem’iyyat’a taalluk eden hususlar arasında yer alan Nüzul-ü İsa meselesi, tartışma ve redde kapalı bir mevzudur. Çünkü tevatür yoluyla sabit olan her hangi bir hükmün inkarı, Rasûlullah (s.a.s.)’ı da inkar anlamına gelir.
Günümüzde Nüzul-ü İsa meselesini inkar eden modernist anlayışa sahip kişiler mütevatir hadislerin gücünü yakinen bildiklerinden meseleyi kökten reddetme yerine ilgili hadislerin mütevatir olduklarını reddetmişlerdir. Böylece de meseleyi itikadi alanın dışına taşımak istemişlerdir. Bu tarz kişiler hadislerin ahad haber olduklarını, bu nevi rivayetlerin sayıca çok olmalarının tevatür için hiçbir anlam ifade etmeyeceklerini iddia etmeleri de bilgi yanlışlarıyla doludur. Nasıl olur da sahabe kuşağından otuz küsur ravinin rivayet ettiği bir mesele ahad olabilir?! Kur’an ve Sünnet’in adaletlerini açıkça beyan ettiği sahabeden otuz küsur ravinin Hz. İsa’nın inişi noktasında ittifak etmeleri, modernistlerin zihnindeki yalan ihtimalini def edemiyorsa ortada başka ve daha önemli bir problem var demektir. (Halit İstanbullu, Batı´nın Akıl Ocağında Buharlaşan Hakikat:Nüzul-ü İsa(a.s.), İnkişaf Dergisi, sayı 4)
EHL-İ SÜNNETİN NÜZUL-Ü İSA (a.s.) GÖRÜŞÜ
Ehl-i Sünnet’in iki imamı İmam Muhammed Maturidî ve İmam Ebu Hasan Eş’arî’nin, Nüzul-ü İsa (a.s) meselesini iman esasları arasında gördüğü ve bu sebeple bu meseleye eserlerinde yer verdikleri ve daha sonraki Ehl-i sünnet ulemasının tavrının da farklı olmadığı onların eserlerinden kolayca tespit edilecek bir husustur. Mesela İmam Maturidî’nin, Nüzul-ü İsa (a.s) meselesine Te’vîlâtu’l-Kur’ân adlı eserin birçok yerinde değindiği ve hatta zaman zaman ilgili rivayetlerden bir kısmını da zikrettiği görülmektedir. (Te’vîlâtu’l-Kur’ân, Nuruosmaniyektp.,no: 123; vr. 651a. II, 308, 14, 6, 7 IV 103-105) İmam Maturidî, "O, kıyamet için bir bilgidir" mealindeki Zuhruf suresi 61. ayetinin tefsiri esnasında şunları söyler: "… Bu ayetin tefsirinde ihtilaf edilmiştir. İhtilaf edenlerden bir kısmı, "Burada kastedilen İsa (a.s.)’dır. Onun gökten inmesi kıyamet için bir bilgi ve alamet olacaktır" demiştir. Buna göre bu ayet, daha önce geçen, "Biz onu İsrailoğulları için bir örnek kıldık" (Zuhruf 43/59) ayetiyle bağlantılı olur. Böylelikle sanki şöyle buyurulmuş olmaktadır: Biz onu örnek, yani ayet ve ibret kıldık. Ve biz onu kıyamet için de bir bilgi kıldık"
İmam Eş’arî’nin konu hakkındaki tavrına gelince o, üzerinde Selef’in icma ettiğini belirttiği itikadî meselelerin 42.si meyanında şöyle der: "Aynı şekilde Deccal, İsa b. Meryem’in nüzulü ve Deccal’i öldürmesi konusunda rivayet edilen haberlere iman konusunda da icma etmişlerdir. (İmam el-Eş’arî, Risâle ilâ Ehli’s-Seğr, 291. (Ayrıca bkz; İmam el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, 295-297)
İmam Ebu Hanife, Fıkhu’l-Ekber’de: "Miraç haberi haktır. Onu reddeden, sapkın ve bidatçidir. Deccal’ın hurucu, Ye’cüc-Me’cüc, güneşin batıdan doğması, Hz. İsa (a.s)’ın gökten inmesi ve kıyamet gününün sair alametleri, sahih haberlerde varit olduğu üzere haktır, gerçekleşecektir." (Fıkhu’l-Ekber, 64; Ali el-Karî şerhiyle birlikte, 322 vd.) İmam Tahâvî de, Hanefî mezhebinin üç imamının itikadî çizgisini zikrettiği Akîdetu’t-Tahâviyye’de şöyle der: "Kıyamet alametlerine inanırız. Deccal’ın hurucu, Hz. İsa (a.s)’ın gökten inmesi… bu alametlerdendir." (Akîdetu’t-Tahâviyye, Abdülganî el-Meydânî şerhiyle birlikte, 140)
Taftâzânî’nin, Şerhu’l-Makâsıd’daki ifadeleri nüzul-ü İsa (a.s) meselesinde gayet sarihtir. O şöyle der: "İmamet meselesine eklenecek hususlar arasında Mehdi’nin hurucu ve İsa (a.s)’ın nüzulü de vardır ki, bu ikisi kıyamet alametlerindendir. Bu babda ahad da olsa sahih haberler varit olmuştur. Deccal’ın çıkışı ile ilgili hadislerin durumu manen mütevatire benzemektedir…" (Saduddin Taftazani Şerhu’l-Makâsıd, V, 312 vd.Daru’l-Kutub’l-İlmiyye) İbnu’l-Hümam’ın konuyla ilgili ifadesi de şöyle; "Deccal’ın hurucu, İsa b. Meryem (a.s)’ın gökten inmesi, Ye’cüc-Me’cüc’ün ve Dabbe’nin hurucu… gibi kıyamet alametleri haktır; bu hususlarda sarih ve sahih nasslar varittir." (El-Müsâmere Şerhu’l-Müsâyere Fi’l-Akâidi’l-Münciyye sayfa 351 Mektebetü’l-Asriyye)
HADİSLERİN ’AHAD’ OLUŞU MESELESİ
Ahad hadis tevatür derecesine ulaşmayan, veya mütevâtir olmayan haberlere verilmiş bir isim olarak kullanılır. (Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Hadis Usulü, TDV yay.I. Baskı, İstanbul 2009) Burada meseleyi İslami bazda anlayabilme ve tevhidi nokta itibariyle kavrayabilme adına yapılması gereken, Nüzul-ü İsa (a.s) konusundaki hadislerin haber-i ahad mı, yoksa mütevatir mi olduğu hususunda Ehl-i Sünnet hadis alimlerinin tesbitlerini esas almaktır. Diyelim ki konuyla ilgili hadisler gerçekten ’ahad haber’ nev’indendir. Acaba tek başına bu tesbit, Nüzul-ü İsa (a.s) meselesinin hafife alınmasına, ya da buna sebebiyet verilmesine ’meşru’ bir dayanak teşkil eder mi? Belirtmek gerekir ki, son zamanlarda ’haber-i ahad’ kategorisinde telakki edilen hadisler ve bildirdikleri ahkâm konusunda eni-konu bir gevşeklik, hatta lakaytlık gözleniyorsa bu, büyük ölçüde müsteşrikler’in başarısıdır!
Nüzul-ü İsa (a.s) konusundaki hadislerin haber-i vahid kategorisinde olduğu bir an için kabul edilse bile, bu, söz konusu hadislerin bildirdiği hususun hafife alınabileceğini, ’inanılmasa da olur’ gibi takdim edilebileceğini kesinlikle göstermez. Kaldı ki konuyla ilgili olarak görüşlerine müracaat edilmesi gereken Hadis alimleri ilgili rivayetlerin mütevatir olduğunu belirtmiştir. et-Taberî, İbn Kesîr, İbn Hacer, İbn Atıyye, Ebu’l-Velîd İbn Rüşd, es-Sefârînî el-Âlûsî, eş-Şevkânî, el-Kettânî, el-Keşmîrî, el-Kevserî, el-Ğumârî, Ebû Gudde… Nüzul-ü İsa (a.s) rivayetlerinin tevatürünü açıkça dile getirenler arasındadır. (Dr. Ebubekir Sifil Nüzul-i İsa (a.s.), Kelam Alimleri, Hadisler, Milli Gazete, 3 Haziran 2007 )
İTİRAZIN ARKA PLANI

Burada meselenin hakikatini izahata geçmeden önce Nüzul-ü İsa (a.s.) hadisesini inkar etmenin arka planını gözler önüne sermek gerekir. Hz. İsa (a.s.)’nın ineceğine delalet eden ayetler ve mütevatir hadisler üzerinde icma vardır. Hal böyle olmasına rağmen 19. yy’da Batı ile sıkı bir münasebet içerisinde olanların büyük çoğunluğu Hz. İsa (a.s.)’nın inişi ile alakalı kesin hükme inanmayıp itiraz ettiler. Aslında nüzul, bu gibi kişiler için bir problem teşkil etmemekteydi. Peki neydi o zaman sorun? Sorun, inmesi durumunda Hz. İsa (a.s.)’nın ne yapacak olmasındaydı. Daha açık ifadeyle yeni bir şeriatla geleceğini kabullenmeleri durumunda Rasûlullah (s.a.v.)’in son Peygamber olmasını reddedecek, Müslümanların tepkisini çekeceklerdi. İslam’ın doğrusunu kabul edip Hz. İsa (a.s.’nın -indikten sonra- Allah Rasûlü’ne tabi olacağını ifade etmeleri durumunda ise, Hristiyan alemini karşılarına alacaklardı. Gerçeği inkar edemediler. Tabi bunun yanında Batı’nın yanlışını reddetmeyi de göze alamadılar ve üzerinde icma edilen mutlak doğruyu te’vil ederek yanlışı kendilerine tutunma dalı saydılar.
Modernistlerin nüzul’ü reddetmelerine etki eden diğer bir husus ise, nüzulün, İslam’ın aklileştirilme sürecine aykırı olmasıydı. Yani binlerce yıl yaşayabilecek, sonra tekrar dünyaya ete kemiğe bürünmüş olarak geri gelecek, uzun yıllar ikinci bir dünya hayatı yaşayacak bir insan onların nazarında rasyonel değildi.
NÜZUL-Ü İSA AKLA AYKIRI (mı) ?
Akla aykırılık kavramı özellikle yaşadığımız zamanlarda ’inkar’ olgusuna kılıf olarak çok kullanılır oldu. Bir defa akıl dediğimiz olguyu iyi tarif etmemiz lazım. Bu meyanda hangi akıl sorusunu en baştan sormalı insan kendisine. Hangi akıl? Müslüman aklı mı? Hıristiyan aklı mı? Müsteşrik aklı mı? Mümin aklı mı? Meseleyi daha net kavrama adına şunları söylemekte fayda var. Allah Teâlâ Âl-i İmran 45’te İsa (a.s.)’ın babasız dünyaya geldiğini, yine Âl-i İmran 46’da beşikte iken konuştuğunu bizlere haber veriyor. Şimdi bütün bu söylenenler yukarıda söylediğimiz akla aykırı işler mi değil mi? Biz müslümanlar olarak sahih-sarih bir nakli bilgi gördüğümüzde akla aykırılığı, tabiat kanunu gibi olguları bir tarafa atıyoruz. Çünkü biliyoruz ki bu kanunları koyan Allah dilediği zaman durdurmasına, kaldırmasına mutlaka güç yetirir.
HZ. İSA (a.s.) HAYATTA MI?

Meseleyi tahlile başlamadan önce hayat olgusu üzerinde durmak istiyorum. Hayat mertebeleri ile alakalı olarak Bediüzzaman (rah.)’ın Mektubat adlı eserindeki şu tespit oldukça mühimdir.
Bediüzzaman’a göre hayatın beş çeşit tezahürü, mertebesi vardır. Bunlar;
1- Hayat mertebelerden birincisi, bizim şu an içinde bulunduğumuz hayat mertebesidir. Yani dünya hayatıdır. Bu hayat mertebesinde varlığımızı sürdürebilmemiz için yemek, içmek, uyumak, çalışmak, kazanmak, dinlenmek, adım atarak yürümek... vs. zorundayız. Zorunluluklarla, sınırlamalarla, beşeriyet kayıtlarıyla çerçevelenmiş bir hayat mertebemiz var.
2- Hz. İlyas (a.s.) ile Hz. Hızır (a.s.)’ın içinde bulundukları hayat mertebesidir.
Yeryüzünde yaşadıkları halde, bize göre serbest bir hayatları vardır. Bizi çepeçevre kuşatan zorunluluklar ve sınırlamalar onlara gelince çözülüyor, hükümsüz kalıyor, devreden çıkıyor. Mesela bir anda bir çok yerde bulunabiliyorlar. Beşeriyet kayıtlarıyla hareket kabiliyetleri kısıtlanmıyor. İsterlerse yiyip içiyorlar. Fakat bizim gibi mecbur değiller.
3- Hz. İdris (a.s.) ile Hz. İsa (a.s.)’nın içinde bulundukları hayat mertebesidir.
Bu iki Peygamber de gökte insan olarak ve dünyevî vücutlarıyla birlikte bulundukları halde, melek hayatı gibi bir hayat yaşıyorlar. Beşeriyet kayıtlarından uzaktırlar. Vücutları yıldızımsı bir şeffaflık ve nûrânî bir letâfet içindedir.
4- Şehitlerin hayatıdır.
Şehitlerin ölmediklerini ve kabir hayatının üstünde bir hayat tabakasında yaşıyor olduklarını Kuran’dan öğreniyoruz. ’Siz, Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Onlar diridirler, yaşıyorlar; lakin siz farkına varmazsınız!’ (Bakara, 2/154)
5- Kabir ehlinin ruhanî hayatlarıdır.(Bediüzzaman Said Nursi Mektûbat, sayfa 12-13 Şahdamar yay. İstanbul 2007 )
İsrailoğulları Hz. İsa’nın risaletine kulak vermedikleri gibi bütün mucizelerini de sihir diye yaftaladılar. Hatta O’nu öldürmeye teşebbüs ettiler. Fakat Allah Teâlâ Hz. İsa’yı Yahudilerin saldırısından korudu. (Maide, 5/110) Yahudiler ne öldürebildiler O’nu, ne de asabildiler. Ona benzetilen bir şakiyi, o zannederek çarmıha gerdiler. Çünkü Cenâb-ı Hakk İsa (a.s.)’ı göğe yükseltti. (Nisa, 4/157-158) Kıyametin arefesinde Hz. İsa (a.s.) tekrar yeryüzüne gelecek, bu defa ki gelişinde Rasûl olarak değil, Efendimiz (s.a.s.)’in davasını tahkim edebilmek için gayret sarf edecek. Böyle olmasında da şüphesiz büyük hikmetler vardır. Mesela bu geri döndürülüş ile Hz. İsa (a.s.) Yahudilerin ’öldürdük’ yalanını tekzib, Hıristiyanların ilahlık isnadlarını reddedecek.
NÜZUL-Ü İSÂ’YI İNKÂR EDENİN DİNÎ DURUMU

Nüzul-ü İsa (a.s.)’ya inanmayanın kafir olacağını açıkça söyleyenler olduğu gibi (Leymud, Cevheretut-Tevhîd, s.48) son dönem alimlerden olan Allame Zahid Kevserî gibi her ne kadar bu derece açık söylemeseler de, Nüzul-ü İsa’yı inkar etmenin son derece mahzurlu olduğunu, ’mütevâtiri inkar eden kafir olur’ şeklindeki bir görüşü naklederek, inkar edenin küfrüne işaret etmektedir. (Kevserî, Nazratun Âbire s.110-11, 115)
İCMA
Ebu Hayyan ’Hz. İsa (a.s.) diridir, ahir zamanda yeryüzüne inecektir…’ şeklindeki mütevatir hadislerin gerektirdiği mana üzerine ulemanın icma ettiğini nakleder. (Ebu Hayyan, a.g.e., II, 497)
Peki icma nedir? İcma, ictihat derecesine ulaşan alimlerin şer’i bir hususta fikir birliği içersinde olmaları anlamına gelir. (Kevseri, a.g.e., s. 135) Buna göre, amel ve itikat cihetiyle istikamet üzere olmayan bidat ve fısk sahibi bir alimin icmaya aykırı görüş beyan etmesi icmanın akdedilmesine mani değildir. (Abdulaziz Ahmed Buhari, Keşfu’l-Esrar an Usuli’Fahri’l-İslam el-Bezdevi, Beyrut, 1991, III, 440 vd) Çünkü bidat ehli olan zevat insanlar üzerine şahit (örnek) olma (Bakara 2/143) misyonunu kaybeder. Bu durumda ondan gelen ihtilafın mevcudiyeti bir mana ifade etmez.
SONUÇ
Ayetler açıkça Hz. İsa’nın ölmeden semaya yükseltildiği ve kıyametin öncesinde tekrar yeryüzüne ineceğini beyan etmektedir. Hadis-i şerifler de manevi tevatür derecesindedir. Aksi mütalaalar, zorlama tevillerle ulaşılan ve hak bir bilgi değeri olmayan görüşlerdir. Bundan dolayıdır ki İslam alimlerinin büyük çoğunluğu Nüzul-ü İsa (a.s.) olayını kıyamet öncesi gerçekleşecek ve kıyametin habercisi/alameti bir olay olarak görmüşlerdir. (Keşmiri, et-Tashih bima Tevatera fi Nüzul-i’l Mesih (Ebu Ğudde’nin Mukaddimesi) 9-11)
’Ref’ ve ’nüzül’ün hakikat olduğunu söyleyen cumhur, ayet ve hadislerle istidlal etmektedir. Fakat aynı şey, ’ref’ ve ’nüzül’ü reddedenler için söylenemez. Çünkü nüzulün olmayacağını ihtiva eden tek bir ayet ya da hadis’in varlığından asla söz edilemez. Bu yüzden İslam’ın erken asırlarından bu tarafa Hz. İsa (a.s.)’nın nüzulü ’zarurat-ı dîniye’den addedilmiştir. Hz. İsa (a.s.) gelecek diyenlerin senedi Kuran ve Sünnet’e dayanır. İnmeyecek diyenlerin hiç bir senetleri olmadığı gibi nesepleri de çok değil bir asır öteye geçmemektedir.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

1 kişi yorum yazdı.