Özlenen Rehber Dergisi

149.Sayı

Hızlı Tüketiyoruz Hızla Tükeniyoruz Zaman Yetmiyor!

Berda AKSOY ÇETİN Özlenen Rehber Dergisi 149. Sayı
Rutin hayatın koşturmasına dalmış, evden işe, işten eve diyerek tatil yapmayı erteliyor rahata ermek içinse bütün bir ömür bekliyoruz. Hayatımızı birkaç döngü içerisinde yaşayıp, olanların farkında olmadan hızlıca yaşayıp bitirme derdine kapılmışız. Fakat bunun farkında bile olamayacak kadar yoğun ve hızlı yaşıyoruz. ’Zaman’ aslında çok büyük bir miktarı ifade ederken bizler işlerimizi zamana sığdıramıyoruz. Yani zaman bizim hızımıza ayak uyduramıyor. Biz hızlı olmak için koştururken farkında olmadan zamanı geride bırakıyoruz. Maddeten; hızlı araba, hızlı telefon, hızlı bilgisayar tercih ediyoruz, manen ise; eğitim, iş, evlilik yani hayatta her konuda hızlı olup zirvede olmayı istiyoruz. Zaman kaybetmemek adına hayatı bir çırpıda yaşamaya çabalıyoruz.
Son zamanlarda teknoloji ve ulaşım adına yapılan gelişmelerin hayatımıza büyük kolaylıklar sağladığını söyleyebiliriz. Fakat bu yenilikler hayatımızı kolaylaştırırken alışkanlıklarımızı, davranışlarımızı hatta tecrübelerimizi bile değiştiriyor. Teknolojiyle beraber biz de hızlanmaya ve sürekli çok yönlü özellikler kazanmaya çabalıyoruz. Bu durum da bizi sürekli bir şeylere ve bir yerlere yetişmek için zorluyor. Zaman kazanmak için her işi bir anda yapmaya ve kullanmaya başlıyoruz. Mesela kullandığımız akıllı telefonlar; küçücük ama hayatımızın tamamını, belgelerimizi, önemli bilgilerimizin hepsini saklayabiliyor. Hatta bu aletler ihtiyacımızı gideren bir araçtan ziyade bir uzvumuz haline geldi. En yenisine, en hızlısına sahip olma arzumuz, her şeyin bir arada bulunmasını istememiz hayatımızın tamamına yansıyabiliyor.
Zamanı kullanmayı bilmemek bir yanda dursun, bu hayatın koşturması aslında sadece yaşantımızı elimizden almıyor, çoğu değerimizin de yok olmasına sebep oluyor. Müptelası olduğumuz çoğu teknolojik araç gereçler bizi birbirimizden uzaklaştırıyor. Gerek arkadaş ilişkilerimizde, gerekse aile içi ilişkilerimizde yıkıcı rol oynuyor.
Bir koltuğa iki karpuz sığar mı?
Normalde bir koltuğa iki karpuz sığmazdı; ama şimdi bir sürü karpuz doldurma peşindeyiz. Olmayacak şeyleri oldurmaya, olağan şeyleri de değiştirmeye dair sürekli bir çaba içerisindeyiz. Hayatımızı bir şeylerin içerisine hapsetmeye özenle gayret ediyoruz. Böylece kafamızda daha az yer edebileceği düşüncesiyle ya da bir şeylere hızlıca sahip olma düşüncesiyle bu yola giriyoruz. Mesela hızlandırılmış İngilizce kursları ya da 1 haftada hızlıca kilo vermek için yapılan diyetler gibi. Yani aslında bütün bunlar bizim her şeyi alelacele, hızlıca yapmaya çalıştığımızın bir gerçeği. Zamanı hızlı kullanayım da başka şeyler için daha çok vaktim kalsın düşüncesi sadece kandırmaca. Normal olan her şeyi kendi süresince yapmaya çalışmaktır. Eğer böyle olmazsa, çağımızda herkesin en büyük sıkıntısı olan ’zihin yorgunluğu’ gerçekleşiyor. Şimdi iki insandan birinde ’beynim yorgun, kafam dolu’ gibi algıları duymak mümkün. Bunun da sebebi hayatı olağandan hızlı yaşamaya çalışmaktır. Bu durum beyni yavaşlattığı kadar bedeni de bitkinleştiriyor. Zaten gelişen teknoloji beynimizi ve bedenimizi yayınladığı çeşitli sinyallerle yavaşlatıyor, bir de biz büyük şeyleri küçük hale getirip beynimizi bilgisayardaki sıkıştırılmış bellekler haline getirirsek, bu büyük ölçüde zarar getirir.
Geçicilik ve hızlı tüketim hep yeni olanı istemeye ve yeniyi talep etmeye sebep oluyor. ’Eskisini at yenisini al’ pratiği ya da ’kullan at’ kelimesi hızlı tüketim endüstrisinde tek kullanımlık materyalleri üretiyor. Makineleşme ve seri üretimin sonucu olan bu ucuzluk da bu kavramı besliyor. Ekonomik olarak ’eskiyle uğraşma yenisini al’ algısı da tüketim çarklarını döndürüyor. Çünkü günümüzde profesyonel işçilik, emek ve zaman demek. Bu da astarı yüzünden pahalıya geliyor. Biz de buna olanak sağlayarak eski bir aleti tamir ettirmek yerine son modelini tercih ediyoruz. Bu sebeple yapılan araştırmalar, piyasalarda dayanıklılık ve kalitenin yerine yeni ürün pazarlandığını gösteriyor.
Bu, yemek yeme alışkanlığımıza bile yansımış durumda. Geleneksel yemek yeme alışkanlığımız, kendini ’fastfood’ olarak isimlendirilen küçük ama kalorisi büyük, hızla tüketilen, kalitesiz ama ucuz, görünümü güzel ama sağlıksız yiyeceklere bıraktı.
Hız ve geçicilik penceresinden baktığımızda bu anlayışımız bilgi alışverişimize ve ilişkilerimize de yansıyor. Teknolojiyle beraber edindiğimiz bilgi kaynakları değişiyor. Popüler anlık sosyal medya bağlantılarıyla pratik ve tek kullanımlık paylaşımlar zamanla akıp gidiyor. Bu da doğru ve sağlam bilginin güvenilirliğini tehdit ediyor.
Aile, iş ve arkadaşlıklar da hızlı tüketimin kurbanı. Modern insanı temsil etme düşüncemizle kısa süreli arkadaşlıklar, hızla son bulan evlilikler, iş değişiklikleri gibi kalıcı olmayan birçok statü, ilişki durumu göze çarpmakta. Sürekli yeni insanlar tanıyarak, eski ilişkileri arkada bırakarak yenilik aramak, tüketim anlayışımızın göstergesi. Bu demek değildir ki yeniliklere ve yeni insanlara hayatımızda yer vermemeliyiz. Yıllardır tanıdığımız birine hayatımızda yer verdiğimiz gibi yeni arkadaşlıklar, yeni insanlarla iletişim kurmalıyız. Mühim olan bunu yaparken kendimizi tanımamız. Çünkü biz insanız ve kendimize yetebildiğimiz yerlerde kendimizi temsil etmeliyiz. Her şeyi dolu dolu yaşama telaşına düşüp kendimizi ve etrafımızı unutmamalıyız.
Her şeyi hızlı yaşayayım diyerek aslında zamanımızı öldürüyoruz da farkında değiliz. Bazı konularda tabii ki hızlı olmak önemli, ancak hayatımızı sadece belli koşullara sığdırıp o çerçevede hızlıca yaşamaya çalışmak çok sıkıntılı. Yarın baktığımızda geride hızlıca yapılmış bir şeyler değil de doya doya bakacağımız şeyler bırakmalıyız. Hem kendi zihnimizde hem de sosyal çevremizde. Bundan dolayı zaman yönetimimizi ele almalıyız. Kendimize nefes alabileceğimiz alanlar bırakabilmeliyiz. Nefes almadan çalışmak, hıza kapılmak, bir işi neticelendirdiğimiz zaman bize keyif değil de tükenmişlik kazandırır. Sonrasında zamanın hastalıkları stres, depresyon vb. sıkıntıları ortaya çıkarır. Hayatta yaptığımız yapacağımız her işi hızlıca yapıp bitirmek değil, keyifle, sindirerek yapmalıyız ki yaptıklarımız bize keyif versin. Mesela trafikte yapılan hız strese, sıkıntıya, korkuya ve ölüme yol açıyor. Ama hoşgörü, güler yüz mutluluğa kapı açıyor. Boşuna denilmemiş ya ’gülmek ömrü uzatıyor’ diye. Bu kanı ne kadar doğrudur bilinmez ama mutluluk hakikaten insanın bedenini ve zihnini büyük ölçüde rahatlatıyor. Bundan dolayı her şeyi hızlandırıp, ayağımızı birbirine dolandırıp bezmek yerine, her şeyi usulünce, keyifle ve yavaş yavaş yapmak bize huzur verecektir.
Aslında hepimizin bildiği bir gerçek var: kaçırdığımız zamanı geri getiremeyeceğimiz gibi ne kadar hızlı yaşarsak yaşayalım fazladan kazanacağımız bir günümüz de olmayacak. Sabah kalkıp akşama kadar geçirdiğimiz zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsak unutmamalıyız:
’Muhakkak ki Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.’ (el-Hac, 22/47)
Bu sebeptendir ki bütün yaşadıklarımız bir gün kadar değerli, bir gün kadar kısa ve paha biçilmezdir. Marifet bu günü, ne uğruna, kiminle ve nasıl geçirebileceğimizin farkında olmakta…
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.