Özlenen Rehber Dergisi

149.Sayı

Râbıta

Murat GELEGEN Özlenen Rehber Dergisi 149. Sayı
Bismillâhirrahmânirrahîm
Yüce dinimiz İslam, bizden sağlam birer mü’min olmamızı istemekle beraber, Rabbimize yakınlık yollarında çalışmamızı ve rızasını kazanmamızı da istemektedir.
Bunun için fiilÎ olarak ibadetlere sımsıkıya bağlanmamızı emretmekte, bunun yanında bu ibadetlerin dışta kalmayıp, batınımızın da (kalbî olarak) Rabbimizle ülfet ve tefekkür halinde olmasını istemektedir. Bu kalbî bağlantılara vesile olacak yolları da, gerek Efendimiz (s.a.v.) ve Ashabı, gerekse veli kullar bize öğreterek göstermişlerdir. Öyle ki bunlar, bize kurtuluşumuz olan Allah ve Rasûlü’nün sevgisini öğretmekte ve bunu hayatımıza en güzel şekilde geçirmek suretiyle Rabbimizin rızasını kazanmamıza sebep olmaktadır. Çünkü bir anlamda dini en güzel yaşamak, kalpteki Rahmani sevginin yerleşme miktarıncadır. Bu bağlamda asıl iş ise; kalbi saf ve temiz sevgilerin membaı kılmak ve bunun dışındaki sevgilerin yollarını kesmek sureti ile Rabbimizin rızasına yol bulmaktır.
Bu noktada İslam âlimlerinin, Efendimiz (s.a.v.)’in sözlerinden ve bilhassa Sahabe’nin fiillerinden yola çıkarak bize öğrettikleri metotlardan birisi de ’râbıta’dır.
Sözlükte ’bağ-bağlanmak’ manasına gelen râbıtanın tasavvufî bir terim olarak anlamı ise; müridin, tefekkür yoluyla kâmil olan mürşidi ile arasında bağ oluşturması ve bu suretle de nefsini terbiye etme yolunda ilerlemesidir. Daha açık bir ifadeyle râbıta kalbi bir bağdır.
Aslında fıtraten insandaki sevgi ve nefret kavramları tahayyül ile birebir ilişkilidir. Kişi sevdiğine karşı, onun suretini veya güzel hal ve hareketlerini hayal ederek sürekli sevgisini ziyadeleştirir. Sevmediği kişilerden ise sürekli onlardaki sevmediği hal ve hareketleri düşünmek suretiyle yüz çevirir. Eğer kişinin ebedî saadeti için rıza-i ilâhiyi araması ve nefis ve şeytana karşı sürekli uyanık olması gerekiyorsa, bu noktada râbıta bunun ayrılmaz bir parçası olur. Yani mürit, râbıta ile Efendimiz (s.a.v.)’in: ’Kişi, sevdiği ile beraberdir.’ (Buhârî, Edeb, 96) hadisini hayatında bizatihi yaşayıp, hem sevgisini ziyadeleştirir, hem de dünyasını ve ahiretini bu şekilde mamur eder. Bu şekildeki râbıtanın dinimizdeki yeri de Ehlisünnet âlimlerince tasdik edilmiş, inkâr edilmemiştir. Kapsadığı anlam bakımından da kesinlikle ’şirk’ olarak isimlendirilmemiş, ’…Ona (Allah’a) yaklaşmaya vesileler arayınız.’ (el-Mâide, 5/35) âyet-i kerimesindeki ’vesile’ tabirinin bir tezahürü olarak kabul edilmiştir.
İçerik bakımından râbıta, tasavvuf erbabının nefis terbiyesinde tuttukları bir yol olsa da aslında her mü’minin Rabbi ile arasındaki yakınlığını besleyecek önemli bir kaynaktır. Çünkü herkes Allah Teâlâ’nın yakınlığına muhtaçtır. Bu anlamda Tevbe suresi 119. ayetinde ’Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekte sakının ve sadıklarla beraber olun.’ buyrulur. Bir kısım müfessir buradaki sadıklardan kastın mürşid-i kâmiller olduğunu belirtmişlerdir. Örneğin İsmail Hakkı Bursevî (k.s.): ’Sonra sadıklar, vuslat yoluna irşat eden (mürşid-i kâmil)lerin ta kendileridir. Şu halde salik, onların sevdiklerinin (dostlarının) cümlesi içerisinde ve kapılarının eşiğindeki hizmetçilerin zümresinden olduğu zaman, muhakkak ki onların sevgileri, terbiyeleri ve velayetlerinin kuvveti ile seyr-i ilallâh (Allah’a kavuşma yolunda seyir/ilerleme) ve O’nun (Allah’ın) dışındakileri (masivayı) terk etme mertebelerine ulaşır.’ (İsmâîl Hakkî el-Bursevî, Tefsîru Rûhi’l-Beyân, c.3, s.532, Matbaa Osmâniyye, İstanbul, 1926) diyerek bunu çok güzel bir şekilde ifade etmiştir.

Râbıta Kime Yapılır?
Râbıta, mutasavvıf Allah dostlarının tabirince kâmil anlamdaki mürşitlere yapılır. Kâmil anlamda mürşit demek; manevi makamlarda ’fenâ’ ve ’bekâ’ sırlarına vakıf ve aşina olmuş mürşitler demektir. Yine ellerinde mürşitlik icazeti bulunması ve bu icazetin de senetlerinin Rasûlullah Efendimize kadar sağlam bir yol ile ulaşması lazımdır. Bu derecelere gelmeyen ve ’mürşitlik’ icazetine sahip olmayan zatlara yapılan râbıta sahih ve geçerli değildir.
Yine burada bir şart daha var ki o da, kişinin râbıta yaptığı mürşidinin mutlaka hayatta olması lazımdır. Bu konuda Abdullah Fârûki el-Müceddidî (k.s.) İslam’da Zikir ve Râbıta adlı eserinde: ’İmam-ı Rabbânî (k.s.) ’Mektûbât’ında şöyle demiştir: ’Peygamber efendimize ve dünyasını değiştiren mürşid-i kâmillere ancak fenâ ve bekâ sırlarına kavuşan yani en az fenâ fi’ş-şeyh olan zevat-ı kiramlar râbıta yapabilirler. Mürşitleri ölen kişilerden, fenâ ve bekâ sırlarına vakıf olmayanlar yeniden hayatta olan bir mürşide intisap etmelidirler. Çünkü mürşit ölünce irşat görevi biter, geride kalan salikleri ise hayatta olan mürşid-i kâmiller terbiye ederler. Vefat eden mürşitlerden feyiz gelse de çok az olur. Hayattaki mürşitler daha etkili ve üstündürler. Eğer öyle olmamış olsaydı Sahabe Rasûlullah (s.a.v.)’e râbıta yapar, böylece Rasûlullah (s.a.v.) de onları idare ederdi. Ama Sahabe öyle yapmadı. Rasûlullah (s.a.v.)’den sonra Hz. Ebû Bekir (r.a.)’i halife seçtiler…’ der. (Abdullah Fârûki el-Müceddidî, İslam’da Zikir ve Râbıta, s.71, Fiav Yay., Ankara, 1997) Dikkat edilirse Sahabe efendilerimiz fenâ sırlarına vakıf oldukları halde kendilerine bir halife seçip tabi oldular. Aynı zamanda Sahabe’nin bu hareketi, birçok defa kendisinden sonra Hz. Ebû Bekir efendimize uymalarını tavsiye eden Efendimiz (s.a.v.)’e itaat ve edeplerinin bir göstergesi ve örneğiydi. Çok önemli bir nokta ki burada Sahabe’nin, Hz. Ebû Bekir efendimize biatleri sadece devlet işleri için değil bütün kaynaklarda sabit olduğu üzere ’Din ve dünya işleri’ üzerineydi. Yani Sıddîk-ı Ekber, sadece yönetmek için seçilen bir devlet reisi değil, dinî işlerin de mercii idi. O halde bu fiilden anlaşılır ki dünyadaki işlerin (zahirî ve batınî) havale edileceği, hayatta olan bir zat lazımdır.
Bununla birlikte âlimler, mürşid-i kâmillerin özelliklerinden de bahsetmiş ve genel olarak, mürşid-i kâmillerin; Allah’tan ilham aldıklarını, görüldüklerinde Allah’ın hatıra geldiğini, malayani ile iştigal etmeyip vakitlerini ibadet ve itaat ile geçirdiklerini, hata yaparlarsa hatalarını anlayınca ısrar etmeyip hemen tevbeye sarıldıklarını vb. özelliklerini genel anlamda belirtmişlerdir.

Râbıta Hakkında Bazı Âlimlerin Sözleri
Büyük âlim İmam Şa’rânî (k.s.) şöyle demiştir: ’Zikrin yirmi edebi vardır. Bunlardan önemli olanlarından biri, sâlikin şeyhinin sûretini iki gözü ortasından hayal ve tasavvur etmesidir. Bu iş, ehl-i tasavvufa göre edeplerin en gereklerindendir. Çünkü bu sayede mürit, Allah Teâlâ ile beraber olma edebine ve O’nu murakabe haline ulaşır.’ (Şa’rânî, el-Envârü’l-Kudsiyye, 1/58)
İmam-ı Rabbânî hazretleri de: "Bu yolda yetişmek ve başkalarını yetiştirmek uzaktan tesir ederek olur. Mürit, yol gösteren mürşidine karşı kalbindeki muhabbet bağı ile her an onun gibi olmakta ve mürşidinden akseden, yayılan nurlar ile temizlenmektedir. Müridin, bunları anlamasına lüzum yoktur. Aslında nurları saçan da, alan da bilmez. Güneş ışınları karşısında, her an olgunlaşan ve tatlılaşan karpuzun, bu değişikliğini bilmesine ne gerek vardır? Güneş de karpuzu olgunlaştırdığını bilmez!’ ’Râbıtanın menfaati, zikrin menfaatinden üstündür. Râbıta ile temizlenen gönüller zikrin nuraniyetine kavuşur. Yeni doğan çocuğun süt emmesi râbıtaya benzetilirse, büyüdükçe yiyeceği gıdalar, gelişip kâmil bir insan olmasına yaradığı gibi mürit de, râbıta ile şeytana ve nefsine üstün gelir.’ buyurmuştur. (İmam-ı Rabbânî, Mektubat, 260. Mektup)
Görülüyor ki Allah Teâlâ’nın rızası için sürekli çalışıp bize sunulan vesilelere sıkıca sarılmamız gerekir. Bu dünyada ki en büyük bahtiyarlık, kişinin kendisini Allah’a kavuşturacak yolları bulabilmesi ve orada sabırla rızayı bekleyecek istidatta olmasıdır. Bunun için de kalbî beraberlik mühim bir iştir. Sürekli tefekkür halinde olunmalı, kalp başka şeylerle uğraşmak yerine kendisini terbiye edecek kuvvetlerle meşgul olmalıdır.
Bu anlamda Hâce Ubeydullah Ahrâr Hazretleri: ’Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.’ (et-Tevbe, 9/119) âyeti için der ki: ’Âyet-i kerimedeki, ’Sadıklarla beraber olun!’ emri, daimî bir surette beraberliği içerir. Ayette ki ’beraberlik’, mutlak olarak zikredildiğinden, hem fiilî, hem de hükmî beraberliği ifade eder. Fiilî beraberlik, sadıkların meclisinde kalp huzuruyla, fiilen bulunmaktan ibarettir. Hükmî beraberlik ise gıyaplarında da onların hâllerini tahayyül etmekten ibarettir.’ (Bkz., Ulemâu’l-Muslimîn Ve Ceheletu’l-Vahhâbîn’in son kısmında yer alan ’Risâletun Fî Tahkîki’r-Râbitati’ risalesi, s.208, Hakikat Kitabevi, İstanbul, 2003)
Asıl maksadı anlatan bu söz bize gerçek gayenin Allah rızası olduğunu, buna ulaşan yollardan en sağlamının da râbıta halinin olduğunu gösterir. Burada bilmemiz gereken mühim bir nokta da şudur; nasıl ki bu tür vesileleri bulmak çok büyük bahtiyarlık ise, bu bağları kaybetmek de bu derecede büyük pişmanlıktır.
Daha birçok meseleleri içerisinde barındıran râbıta konusunda Allah dostlarının eserleri dikkatle okunup incelenmesinde fayda vardır. Rabbim bu hususta bizlere yol gösteren büyüklerimizden zahirî ve batınî istifadelerimizin ziyade olması duası ile…
Ve’l-hamdu lillâhi Rabbi’l-âlemîn!
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.