Özlenen Rehber Dergisi

149.Sayı

Nefsi Bilmek ve Tanımak - 2.bölüm

Ömer Faruk EJDER Özlenen Rehber Dergisi 149. Sayı
Ey salik, şunu bil ki nefsine karşı merhametsiz ve aşırıya gidenlerden olma, zira senin şerefin, faziletin ve tabiatın nefsinledir. Hadiste geçtiği şekilde nefsini aşamalar sayesinde terbiyeye çek. ’Nefisleriniz bineklerinizdir, ona rıfk ile muamele ediniz.’1 Nefsin gıdasını külliyen kesme, zira menziline varamazsın. Bil ki Allah, zî ruhları üç kısım yaratmıştır:
Birincisinde aklı yaratmış nefsi yaratmamış. Onlar ise meleklerdir, yiyip içmezler, gece gündüz bıkmadan usanmadan Allah’ı tesbih ederler. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler.2
İkincisinde ise nefis yaratmış lakin akıl yaratmamış. Bunlar da dolaşan hayvanlardır ve bunların hali herkesçe malumdur.
Üçüncü kısma ise hem akıl hem de nefis ihsan etmiş. Bunlar da insan ve cinlerdir ve onları kendisine kulluk ile mükellef kılmış, nefislerine muhalefet etmelerini, akıllarına da tabi olmayı emretmiş. Nefis ile mücadele eden kişi meleklerden daha faziletli olur. Nefsine itaat eden insan da hayvanlar gibi hatta daha da aşağı olur.
Ey kardeşim, ruhun hakikatini bilmediğimiz gibi nefsin hakikatini de ancak Allah’ın bize Kur’an’da bildirdiği kadar bilebiliriz. Kur’an’da nefse hem mücmel (açıklama yapılmayan) hem de mufassal (detaylı) olarak değinilmiştir. ’Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene yemin olsun’3 Yani ’yaralatışını ve organlarını düzgün kılana.’ Bu ayette nefisten kasıt beden ise bu mana çıkar; lakin bedendeki nefisten kastedilen nefsi-manevi ise bu durumdaki ’pürüzsüz’ yarattığının manası şu şekilde olur: O nefis sahibine işitme, görme, duyu organları, hayal etme ve düşünme, his olunan nesnenin eserini zihinde sabit eyleyen kuvveti bâtıniye gibi güçler vermiştir. Tefsir-i Hâzin’de geçtiği şekilde bu nefis sahibi mükellef kılınmıştır.
Yine Şems suresinde: ’Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).’4 Hâzin tefsirinde geçen rivayette İbn-i Abbas (r.anhümâ) dedi ki: ’Nefse hayrı ve şerri izah etti, itaat ve masiyeti öğretti.’
Nefsin vasıflarını, Emmâre, Levvâme, Mülheme, Mutmainne, Râziye, Marziyye, Mes’ûle, Mutavva’ah (itaat eden), Sâfiye ve Kâmile olarak zikrederek aslında hepsinin bir manaya döndüğü, isimlendirmenin türlerinden ve gelişiminden kaynaklanmakta olduğundan ötürüdür.
Nefsi bilmek dört delile göre vaciptir. Kişi nefsini tanımadan onunla mücahede etmesi imkânsızdır. Nefsini bilmek ma’rifetullah’ın kapısıdır. Varit olmuştur ki, ’Nefsini bilen muhakkak Rabbini bilir.’ Allah’ı bilmemek haramdır; ma’rifetullah ise vaciptir. Farzın ikamesi bir farza bağlı ise o zaman onun bilgisi de farz olur. Rabbimizi nasıl tanımak farz ise dolayısıyla nefsi tanımak da farzdır. Kur’an’da: ’Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri.’ Yani bizi tanımada, kullukta ve rızamızı kazanmada. Ayetin devamında: ’Elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz’5 buyrulmaktadır. Rıza ve ma’rifet’imize ulaştıracak yollar…
Mücahedenin terminolojik manası: Mutlak manada savaşmaktır. Şeriata göre ise: Her daim kötülüğü emreden nefsi emmâre ile savaşarak ona gerekli olan şeyi yükleyerek mücadele etmektir. Denildi ki, mücahedenin başı ve temeli nefsi alışkanlıklarından kesmek, onu bütün vakitlerde hevasına muhalif gelen hususlara zorlamaktır. Hadiste: ’Düşmanlarınıza karşı savaştığınız gibi nefsinizle de savaşın.’6 Bidayette mürid, mücahede sahibi olması gerekir ki nihayette müşahede makamı ile nimetlendirilsin. Bidayetler nihayetlere inkılap olan yerdir. Her kimin bidayeti nurlanırsa sonu da nurlanır. Nitekim Allah (c.c.) Kur’an’da: ’Ama Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza eriştireceğiz.’7 buyrulmaktadır. Dediler ki, nefsin hakikati bu kalıba konulmuş bir cevherdir. Bu cevherin merkezi, ahlak-ı zemimenin de yeri olan kalptir. Bu nefis, kötülüğü emreden nefis olup zalimdir, hidayetten kopuktur, insanın bütün azalarında varlığı ve nasibi vardır.
Ruhun hakikati ise: Kalbe yerleştirilmiş, aydınlatılmış latife olup güzel ahlakın mahallidir. İnsanî ruh, emr âlemindendir, hikmet ehlinde nefs-i nâtıka olarak bilinir. Hak ehli arasında ise nurani bir cevher, ruhani hakikat olup zatı ile bilen, bütün soyutlamalarla Rabbini ve sıfatlarını idrak eder. Zira Allah Teâlâ onda, zatıyla, sıfatlarıyla ve esmaları ile tecelli etmiş ve bu nuru zatının ve sıfatlarının tam bir görünümü kılmıştır. Bunun merkezi de kalptir. Kalbe bu cismani beden ve karanlık iskelet zulüm eder, çünkü bunlara ait değişik güçler vardır. Bu güçler nefsini tanımada onu gaflete sürükler, Rabbini müşahede etmede gözünü kör eder. Yine bir hadisi şerifte: ’Âdemoğullarının kalplerinde şeytanlar dolaşmasaydı melekût âlemini müşahede ederlerdi.’8
Şehvet ve gazap olmasaydı, nefsin soyut ruhaniyetlere muttali olması kolay olurdu. Hayal gücü ve düşünce gücü şeytanın etkisi altında olmasaydı, kişi kendi nefsini ve Rabbini tanırdı, ruhani âlemini, asli safderunluğunu ve zatını tanırdı. Şunu bil ki her kim beş duyu organına sahip olmazsa nefsine de sahip olamaz. Kalbine sahip olana kadar nefsine sahip olamaz, zira kalp zahirî ve batınî duyuların sultanıdır. Nefsin, ilmi kemâlâttan perdelenmesi ancak kişinin bedeni işlerle ve elementsel kuvvetlerle meşgul olmasından ötürüdür. Bu durumda kişi nefsini bilmek ve Rabbinin nurlarını müşahede etmek istiyorsa önce kendini bedeni taalluktan sıyırması ve cismani bağlardan kurtarması gerekir. Nefsini ibadetlerle yumuşatması, bedenini riyazetle hafifletmesi, bunu da az yemek, az uyumak, sükût ve uzlete çekilerek gerçekleştirmesi gerekir. Nefsine ve hevasına muhalefet ederek mücadele, dünyevi meşgalelerin mahsulü olan endişe ve alakaları terk edecek. Bir hadis-i şerifte: ’Hikmet dünya semasından inerken yarının endişesini taşıyanın kalbine girmez.’9 buyrulmuştur. Allah yoluna itaat, zikir, fikir ve hak canibine yönelerek sülûk edecek. Hak yoluna mücahede ile süluk edemeyenlerin müşahede ve ma’rifetten nasipleri yoktur. Nefs’den kastedilen, hakkında rivayette: ’Her kim nefsini bilirse Rabbini bilir.’ denilendir. Bu ise insanın nefsi’dir. Şeyh Ebu’l-Feth Ali b. Muhammed el-Bestî, nefs hakkında şunu söylemiştir:
Nefsine yönel ki faziletlerini tamamla- Sen nefsinle insansın cisminle değil
Yani nefs-i kâmile ile insansın; cisminle ve uzuvlarınla değil, bu böyle biline. Bil ki sözlükte ’nefs’e ait on farklı mana karşımıza çıkıyor. Bu manalardan bazılarına değinelim.
Nefs kelimesinin meni adında ve insanın tohumu manasında kullanılmakta olduğunu görüyoruz.
Meşrubat ve yiyeceklerin mahsulüdür bir diğer manası.
Şehvet ve heva onun buharındandır başka kullanımda.
Aklın da insanî izafî ruhun şuası denildiği gibi.
Yine nefs, ruh (ölüm) manasında da kullanılmaktadır. ’Filanca kişinin ’nefsi’ çıktı, yani öldü.’
Nehaî (rh.a)’ın rivayet ettiği hadiste geçtiği üzere kan manasına da gelmektedir. ’Akan kanı olmayan canlı suya düştüğünde suyu necis kılmaz.’ Yani kanı akmayan…
Nefs yine beden için kullanılmakta. ’Filanca kişinin nefsi ne kadar büyük’ yani bedeni kastedilmektedir.
’İndinde/katında’ manasına gelmektedir. Kur’an’da İsa (a.s.)’ın hikâyesinde şu şekilde geçmektedir: ’Sen benim nefsimdekini bilirsin, ben ise senin zatındakini bilmem.’10 Benim indimdekini bilirsin lakin senin indindekini bilmem, manasında kullanılmıştır buradaki nefs kavramı.
Bir şeyin cevheri (ruhu, özü) manasında kullanılır. ’Filanca kişi yanıma şahsen ve kendisi bizzat geldi’ misalinde olduğu gibi.
Yine Kuran’da: ’Her nefis ölümü tadacak’11 diye geçmektedir. Yani her yaşayan elemi ve ölümü tadacaktır.
Yine nefs kelimesi ceza manasına gelmektedir. Kur’an’da: ’Allah ise, sizi kendisin(e karşı gelmek)den sakındırır.’12 diye geçmektedir.
Velhasıl, hikmet ehli İslam uleması nefsin tabiatını ve ahvalini beyan ederken onun ruha mulasık bir rüzgâr olduğu, özünde ve tabiatında ondan farklı olduğunu söylemişlerdir. Bedenin hayatı ruh ile; iradî ve fiilî hareketleri ise nefs iledir. Ruhun tabiatı yumuşak serin su gibidir. Nefsin tabiatı ise kızgın ateş gibidir. Her türlü mezmum ahlak, alçak huy nefse nispet edilir. Gazab, hiddet, sefihlik, gevezelik, hodbinlik, dinsizlik, hoyratlık, kibir, haset gibi ahlak-ı zemîme cinsindendirler. Her türlü güzel ahlak ve selim tabiat ruha nispet edilir. Yumuşak huyluluk (hilm), sabır, rıza, şükür, mülayimlik, yumuşaklık, hayâ, tevazu ve diğer güzel ahlaklar buna misal olarak gösterilebilir.


(Endnotes)
1 Bu lafızda bir hadis-i şerife rastlanılmamıştır. (Çev.)
2 et-Tahrîm, 66/6.
3 eş-Şems, 91/7.
4 eş-Şems, 91/8
5 el-Ankebût, 29/69.
6 Bu lafızda bir hadis-i şerife rastlanılmamıştır. (Çev.)
7 el-Ankebût, 29/69.
8 Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c.I, s.649.
9 Böyle bir hadis-i şerifi hadis kitaplarında bulamadık. (Çev.)
10 el-Mâide, 5/116.
11 Âl-i İmrân, 3/185.
12 Âl-i İmrân, 3/30.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.