Özlenen Rehber Dergisi

156.Sayı

Feridüddin-i Attar Hazretleri'yle 'Mantıku't-tayr' (kuş Konuşmaları)

Hakan Burgaz Özlenen Rehber Dergisi 156. Sayı
(Allah Sevgisini Arzulayışın Duygulara Sirayet Edişi)

Hazreti Allah (c.c.), insanları sevme duygusu ve hissi ile yaratmıştır. İnsanların Allah’a kul olabilme nimetini bulması için bulunmaz bir sermaye olan sevgi bazı durumlarda kendisini hissettirir. İnsanoğlunun acziyetini karşımıza çıkaran husus ise ruhun Allah’ın sevgisini arzulamasını kavrayamayıp bu derin duyguları dünyevî yani nefsî olan nesnelerde aramasıdır. Bu duyguların ancak Hz. Allah’ın (c.c.) ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sevgisi ile doldurulduğu açıktır. Bu durumu, işin aslını tam olarak kavrayamayan bilim insanları ’anomi rahatsızlığı’ ve birçok kavramla isimlendirmiştir. Anomi; derinden hissedilen bir amacın yokluğu, kişinin çevresine ve dostlarına yabancılaşması gibi durumların kişide ortaya çıkardığı bazı rahatsızlıklar olarak psikiyatristlerce tanımlanır. Kimi psikiyatri yazarlarına göre en önemli sorunlarından biri hastalarına anlam sağlayacak bir teorik çerçeveden yoksun oluşudur. Özellikle kişilerde psikiyatristlerce konulan psikolojik rahatsızlık teşhislerine karşılık hiçbir şekilde tedavi edici veya onların derin boşlukta bulunmalarını normale döndürebilecek tedavi ortaya koyamamışlardı. Paul Tillich’un, ’nevrozu’ adını verdiği bu durumun tedavisine çalışan gerek Batı gerekse bizim toplumumuzdan birçok araştırmacı, bu derin boşluğun ancak tasavvuf ile doldurulduğunu, bunun tek çaresinin bu olduğunu belirtmişler; fakat bunun altında yatan sebepleri belirtememişlerdir. Bizim için önemli olan boyut bu derin boşluk hissine kimlerin kapıldığı ve sebeplerinin neler olduğunu belirtmektir.
Bu boyut; birey kendi kişisel varlığının anlamını sorguladığında ve benliğini daha geniş ontolojik bağlam içine oturtmak istediğinde ortaya çıkmaktadır. Kısaca kişinin yaratılışının farkına varması ile bu durum ortaya çıkar. İnsanın yeme-içme, uyuma için veya kendi nefsine hoş gelen şeyler için yaratılmadığını, yaratılışında var olan nefsinin türlü oyunlarını fark etmesi ile başlayan bir evredir. Bu kavramı Hz. Mevlana efendimizin sözleri ile açıklamak bize önemli bir örnek olmaktadır. Hz. Mevlana’nın babası Sultanu’l-ulema (Bilginlerin sultanı) diye tanınan Bahaddin Veled’dir. Bahaddin Veled, Moğol istilası sebebiyle 1212-1213 yıllarında aile fertleri ve dostlarıyla Belh şehrinden ayrılmıştır. Babasının vefatından sonra ilme devam etmiş olan Mevlana eşiyle şu konuşmaları yapar:
Hz. Mevlana: Sevgili eşim, kaderin bizi savurduğu diyarları görüyor musun? Belh’den çıkıp bunca diyar dolaştıktan sonra babamı kaybedip bu şehirde kaldık. İçimde dayanılmaz bir yol arzusu var, yol tozunu, rüzgârda savrulan kumları ve derin dağ geçitlerini özlüyorum.
Eşi Gevher Hatun: Efendi, Allah (c.c.) bizim için yolculuk takdir etti. Oysa bu şehirde güvendeyiz. Sabretmelisin, içinde çağlayan ırmakları susturacak birileri gelecek elbet.
Hz. Mevlana: Gevher, hangi kalabalığa girersem gireyim yalnızım, gönlümün uğultusu, insanların sesini bastırıyor. İçimde tuhaf bir boşluk var. Bilinmeyen her şeyi bana aşina kılacak, her soruma cevap olacak, içimdeki derin uğultuyu dindirecek birisi gelecek sanki.’
Bu sözler yukarıda anlatmak istediğimizin bir şerhi mahiyetindedir. Aslında bu durumu bulan yani bu boşluk hissine kavuşan kişi: ’Nefsi elinde kar gibi erimeyenin elinde, din kar gibi erir’ ifadesinin ilk kısmını oluşturmaktadır. Dünya lezzetinin kişi üzerindeki etkisi çekilmeye başlayınca yalnızlık hissinin, dalgınlığın ve tabiatta olup bitenler üzerine verilen anlamlardaki farklılaşmanın başladığı birçok mutasavvıfın yaşantısından örnekler sunularak açıklanabilir. Aslında bu his Allah’ın birliğini kalbinde sağlamaya yönelen mutasavvıfların halleridir. Âlimlerin odalar dolusu kitaplardan çıkaramadıkları, ömürlerini ilme adayan talebelerin dahi bulamadıkları durumu mutasavvıflar hayvanların hallerinden, kuşların ötüşünden, rüzgârların esişinden Allah’ın (c.c.) razı ve hoşnut olduğu kulluk sırlarına erişmişlerdir. Bu duruma Hz. Şibli efendimizi de örnek gösterebiliriz.
Hz. Şibli’ye soruldu: ’Bu yolda size kim kılavuzluk etti?’
Hz. Şibli’nin verdiği cevap ise şu şekildedir: ’Bir köpek. Onu bir gün, bir su kıyısında susuzluktan neredeyse ölmüş bir halde iken gördüm. Su içmek için suya eğilince, sudaki aksini görüyor, korkup geri çekiliyordu, onun başka bir köpek olduğunu sanıyordu. Sonunda susuzluğu öyle bir noktaya geldi ki korkusunu bir kenara itip suya daldı; ’öteki köpek’ kaybolmuştu. Köpek kendisi ile arzusu arasındaki engelin yine kendisi olduğunu ve artık yok olduğunu gördü. Benim engelim de, kendi benim olarak aldığım şeyin, aslında kendi engelim olduğunu öğrendiğimde ortadan kalktı. Benim yolum bana bir köpeğin davranışı ile gösterildi.’
Tasavvufta asıl olan kalbin bilgisidir. Akıl belli bir noktaya kadar mutasavvıflara rehberlik etse de ilerleyen aşamada onlara büyük bir engel teşkil etmiştir. Aydınlanmış olanlar sezgi ve ilhamın üzerini örten şeyleri bir kenara atarlar. Bu durum, Hz. Mevlana’nın Çin ve Rum ressamlara dair meşhur hikâyesinde eşsiz bir şekilde belirtilmiştir. Bu hikâyedeki cilalanmış duvar, dervişlerin kalbini simgelemektedir. O kalp tamahkârlık, hırs ve önyargıdan arındığında iç ve dış gerçekliği aksettirir. Doğruluğu öylesine çabuk ve ani yakalar ki yorum ve araştırmaya gerek kalmaz. Kal’den hâl’e, sözden yaşantıya geçiş gerçekleşir. Hz. Mevlana bu durumu şöyle dile getirir: ’Ruh karanlık içindeyse yolunu bulması için aklın aydınlığına ihtiyaç duyar, fakat ruh aydınlanmışsa kimse aklın kandilini aramaz.’
Ne dervîş ü ne zâhidden ne mîr ü şâhdan iste
Yürü yoktan seni var eyleyen Allah’tan iste (Azmî)
(Ne dervişten, ne sofudan, ne beyden, ne de padişahtan iste. Eğer bir şey isteyeceksen seni yoktan var eden Allah’tan iste.)
Tasavvufî yazar Feridüddin-i Attar Hazretleri’nin Mantıku’t-Tayr’ı (kuş konuşmaları) da tasavvuf edebiyatına ve tasavvufî dervişlere ışık tutacak kıymettedir. Esere Ali Şir Nevai gibi usta bir kalem dahi ’Lisânü’t-Tayr’ adlı eseri ele alarak F. Attar’a nazire yazmıştır. 4724 beyit olan eser; Vahdet-i Vücut anlayışıyla ele alınmıştır. Eseri ele almamızın sebebi ise şudur: Eserde geçen bazı fabl kahramanları vardır. Bunlar, yukarıdaki satırlarda bahsettiğimiz üzere, başta fark edilmesi ve daha sonra doldurulması zor olan bu hislerin Allah (c.c.) ve Peygamberimizin sevgisiyle doldurulmasının kahramanlar üzerine nasıl sirayet ettiğini anlatmaktadır. Kahramanlar bu hissi dünyanın geçiciliğinde aramışlardır. Her birisinin, dünyanın üzerinde bulunan farklı nesnelerin esiri oldukları fakat hiçbir zaman bu boşluğu dolduramadıkları gözlemlenmektedir. Eserin başında Hz. Allah’ın birliği ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) methi gibi konulara sahip uzunca bir girizgâhın ardından esere giriş yapılır.
Mantıku’t-Tayr’da bir kuş sürüsü, tıpkı Hakk’ı arayan salikler gibi aradıkları Hak ile bir olana kadar yedi tekamül aşamasından geçerler. Eser birçok salike yol göstermiştir. Eserde geçen kuşların hayatlarını geçici ve fani şeylere bağladığı ve nefsiyle düşünen, gören bir halde çeşitli eylemlerde bulunduğunu göreceğiz. Bu eser kısa bir bilgi ile geçilmesi gerekirse saliklerin (kuşların) seyr hallerini anlatmaktadır. Alegori, bütün kuşların kendilerine bir kılavuz aramaya başlamasıyla başlar. Hüdhüd bu konuda en ideal mürşidin Simurg olduğunu söyler, ancak Simurg ulaşılmaz bir yerde, Kaf Dağ’ının ardındadır. Hüdhüd, buna rağmen göçmen kuşlara rehberlik edebileceğini, onları Simurg’a götüreceğini söyler.
Ne var ki Hüdhüd, Simurg’a ulaşılmak için aşılması gereken zorlukları sıraladığında kuşlar yolculuğa çıkmamak için mazeret öne sürmeye başlar; ancak Hüdhüd her birine hatasını, zaafını gösterir.
Bülbül, gülün aşkında olduğunu söyler. Eğer gülden ayrılırsa mutlaka ölecektir; Simurg’a yolculuk onu mecalsiz bırakacaktır. Hüdhüd ona hakiki olmayan aşkın peşinde olduğunu söyler. Ona kendisini bu aşktan korumasını ve bir gülün sunduğu mecazî aşktan vazgeçmesi gerektiğini belirtir.
Yeşiller içerisindeki papağan, Simurg’u değil yaşamın menşeini aradığında ısrar eder. Hüdhüd ona da daha çok kendi tekâmülünü (olgunluğunu, gelişimini) aramasını ve daha iyi hallere arzulu olmasını tavsiye eder.
Günah işlediğinden dolayı cennetten kovulan süslü tavus kuşu, cennete geri dönmekten başka bir şeyi arzulamamaktadır. Hüdhüd onun yanlış bir maksut seçtiğini, hakikatin kalpte saklı olduğunu söyler.
Ördek, güzel yeşil cübbesi içinde tekrar tekrar yıkanmaya devam eder ve Simurg’a karşı bir arzu duymadığını gösterir.
Kendi halinden memnun olan keklik, kederli bir şekilde yuttuğu çakıl taşlarından ötürü kalbi yanarak dağlardaki mücevherleri aramakla meşguldür. Hüdhüd ona, mücevher sevgisinin kalbini katılaştırdığını söyler.
Mağrur Hüma kuşu, ’gölgem kimin üzerine gelirse kral olur’ diye gururla öne atılır. Kendinden emin şekilde sorar ’Kral yapan, taht veren birinin Simurg’u aramaya ihtiyacı var mı?’ Hüdhüd ona da: ’Bir kemikle tatmin olan bir kibir kölesisin. Sen kralları taçlandırsan bile talihsizlik onları vurduğunda onların gözündeki itibarını kaybedersin.’ der.
Sadık bir vezir olan şahin itiraz eder: ’Kral beni kör etmiş olsa bile beni avucuna alır ve görevlerimi düzgün bir şekilde yerine getirmem için beni eğitir. Onun elinden aldığım lokmalarla yetinirim. Öyleyse niye çağrılmadan Simurg’a gitmem gereksin ki?’ Hüdhüd, bir kralın sarayının ateş gibi olduğunu, ondan uzak durulması gerektiğini söyler.
Balıkçıl, mazeret olarak denize olan tutkusunu gösterir; baykuş viranelerdeki sessizliği beklemek istemektedir; ve serçe çok dermansız olduğundan dem vurur. Cevap olarak Hüdhüd tüm kuşları hitap ederek:
’Kendinizi zavallılaştırmışsınız, kendinizi gelip geçici şeylere bağlamışsınız, kalıcı olana hiç muhabbetiniz yok? Kendinize gelin ve onu aramaya çıkın. Siz yanılmışsınız, bu durumda tek çare bu dünyanın varlığının aslı olan Simurg’a erişmeye ve onu aramaya çalışmaktır.’ der.
Sonunda kuşlar Simurg’u aramaya razı olurlar; fakat yolculuklarına başlamadan önce Hüdhüd, dervişlerin kemale yolunu çağrıştıran, geçmeleri gereken yedi vadiyi tanımlar: Arayış, Aşk, Anlama (idrak etme), Özgürlük, ve Ayrılış, Saf Birlik, Şaşkınlık, ve sonunda Fakr ve Yokluk.
Hüdhüd, Arayış Vadisi’nde onları hedeflerinden caydırmaya çalışacak durumlarla karşılaşacaklarını söyler. Bu engelleri aşmak ciddi bir emek ve zaman gerektirecektir. Zamanla sahip oldukları her şeyden vazgeçip kendilerini maksutlarına adayacaklardır. Sonunda maksuda erişmekten başka bir dertleri kalmayacak; inanç ve inançsızlığın hepsi varlığını yitirecektir.
Hüdhüd dinleyicilerine, Aşk Vadisi’nin, onları Anlayış’a hazırlayacağını söyler. Gerçek aşk, maksudun değerini anlamakta ortaya çıkar. Kişi aslını kendi idrak eder etmez, suya geri dönmek için mücadele eden ama dalgalar yüzünden başarılı olamayan balığa benzer. Aşk iç görü sağlar ve o maksuda sadakati geliştirir, çünkü aşk asla ve asla sonrasını düşünmez. Aşk hükmedince, iyi ve kötü diye bir şey kalmaz. Nasıl gösterilirse öyle görür, öyle duyar ve öyle hisseder.
Aşkla eriştikleri iç görü onları başı ve sonu olmayan Anlayış Vadisi’ne getirecektir. Orada, elde edilen bilgiyi geçici olsa bile muhafaza edeceklerdir. Zamanla, her bir yolcu kendi alış derecesine göre hakikati anlayacaktır. Her biri kendi potansiyelini idrak edecektir ve her biri tüm evreni bir zerrede seyredebilecek bir bakış kazanacaktır. (Vahdet-i Vücut anlayışı ile yazılan eserlerde buna benzer cümleler kurulabilmektedir. Anlatılmak istenen; Allah’ın yarattıkları üzerine devamlı tefekkür edecekler ve her şeyde Allah’ın yarattıklarını düşünerek, Allah’ın (c.c.) büyüklüğünü devamlı surette anımsayacaklardır.) Her şeyin birbirine bağlı olduğunu gördükçe, eşyanın esrarı üzerinde tefekkür edeceklerdir. Pek çok yolcu burada yolunu şaşırır; yolcu bu zorlu vadiyi geçmek istiyorsa, olabildiğince içten bir arzu, sevda ve samimiyete sahip olmalıdır.
Anlayış kazandıkça ayrılmaya başlayacaklar ve Özgürlük Vadisi’ne gireceklerdir. Burada maddi ve manevi açıdan bağımsız olmaları gerekir; kendilerini sahip olma arzusundan ve keşfetme isteğinden kurtarmalıdırlar. Burada dünyanın kâinat içinde bir toz zerresi olduğunu hissedeceklerdir. İster harekete geçsin ister geçmesin herkes burada mutlaka varoluşun temeli üzerinde derinlemesine düşünmelidir.
Birlik Vadisi’nde her şey parçalara bölünür; her şey geçici ve geleneksel anlamını kaybeder. Sonunda, evrenin gelişimi ve büyümesinin aynı kaynaktan olduğunu bu kesretin aslının birlik olduğunu görür. İnsanlar ne kadar çok biçim görse de birdir, tıpkı sayılardaki birlik gibi. Yine de daha çok araştırmalıdırlar; çünkü aradıkları, birliğin ve sayının ötesindedir. Geçmiş ve geleceğin ebediliği, insan onu konuşmayı bıraktığında kaybolur. Görülebilir dünyanın görülmeyen kaynağını keşfettikçe ve görülebilir olan hiçliğe iner ve geride tasavvur edebilecek bir şey kalmaz.
Sonra Şaşkınlık Vadisi gelir. Bu vadide hüznü yaşayacaklardır. Her bir nefes bir parça iç çekiş ve her iç çekiş bir kılıç olacaktır. Birliğe ulaşmış olanlar kendileri de dâhil her şeyi unutacaklar; şaşkınlık içinde kalacaklardır. Artık hiçbir şey bilmediklerinden emin olacaklardır; kendilerinin farkında olmayacaklardır. Kalpleri aynı anda hem aşkla dolu, hem aşksız olacaktır.
Şaşkınlık hali yoksunluğa, yani sessizlikle örülü bir bölünmezlik haline yol verecektir. Artık, aydınlığın ışınları varlıklarını çevreleyen gölgeleri dağıtacaktır. Yaratılışın sırlarını ve daha pek çok sırları keşfedeceklerdir. Simurg’un güzelliğini ancak böylece kavrayacaklar; çünkü artık ayrı bir varlık olmaktan çıkmış olacaklardır. Hüdhüd gibi kuşlar da artık bütünlüğün özlemini çekmektedirler. Bazıları bu birlik heyecanına dayanamayarak öldüler. Kalanlar yıllarca uçtular ve pek çok cefaya göğüs gerdiler. Sonunda 30 kuş (Simurg, 30 kuş manasına gelir) hedeflenen yere ulaştılar. İnsan aklı ve bilgisinin ötesinde var olan varlığın kapısına yaklaştılar; orada umutsuzluk içinde oturup beklediler. Sonunda bir ses Simurg’un sadece sızlanıp duranlarla bir işi olmayacağını duyurdu. Kuşlar endişelendi ama direndiler. Böylece son sınavı geçtiler, mantığın perdesi tamamen çekildi ve Simurg’un, o görünmez liderin kendileri olduğunu fark ettiler -30 kuş, Simurg)– özün yansıması bizzat kendileriydi. Başta, kendilerinden kendilerine doğru yaşadıkları bu dönüşüm, arzu nesneleri ile özdeşleşme süreci onları şaşırttı. (Nefsi için arzu eden bir halin sahibiyken Allah’ın razı ve hoşnut olduğu bir yaşantıya dönüşümün ifadesi olarak özdeşleşme ifadesi kullanılmıştır.)
Eserin son kısmındaysa Allah’a kulluk sırlarına kendi idrak kuvvetlerine ve anlayışlarına göre kavuşmuşlardır.
Aşk acısı taşımayan yürek; ya deliye aittir, ya ölüye. (Hz. Mevlana)
Aşk iledir ki hapishane gülşen görünür
Aşk iledir ki ateş gül bahçesi olur.
Aşk iledir ki nâr nûr olur. (Rumi, 1881, s.79)

Kaynak:
- Sayar Kemal, Sufi Psikolojisi, İnsan Yayınları.
- Paul Tillich, The Courage to Be, Yale Unıversıty Press, New Haven, 1980.
- Feridüddin-i Attar, Mantıku’t-Tayr.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.