Özlenen Rehber Dergisi

156.Sayı

Mühim Bir Hastalık 'Şefaat' Takıntısı

Murat GELEGEN Özlenen Rehber Dergisi 156. Sayı
Asrımızın mevcut olan en büyük fikir hastalığı, temelde İslâm’ı bölüp-parçalama niyetiyle ve akıl hürriyeti gibi kısır bir düstur ile ortaya çıkmış olan ’İki Cihan Serveri Efendimizin şefaati’ meselesidir. Birçok kişi bu hastalığın sevkiyle delilsiz ve mesnetsiz, genel olarak Ehlisünnet’e, temelde ise İslâm’ın en can alıcı noktasına muhalefet etmekte ve âdeta ona karşı savaş açmaktadır. Asıl acı olan ise itikadının delillerini bilmeyen avamın, bu kişilere inanmaları ve bilmeden de olsa Ehlisünnet dairesinden çıkmalarıdır. Bu düşüncenin zararı da, dünya ve ahirette hayal edilemeyecek kadar büyüktür.
Şefaat: Şefaat, çoğu kere mertebece yüksek bir kimsenin ondan daha aşağı derecede olan bir kimseye katılması anlamında kullanılır.1 Kur’an-ı Kerim, Müddessir Suresi 49. âyette, kıyametteki bu anlamda olan şefaatten şöyle haber verir: ’Artık şefaat edenlerin şefaati onlara bir fayda vermeyecek.’2
Dini bir terim olarak ise şefaat, umumiyetle ’kıyamet gününde, kendilerine izin verilenlerin, suçların bağışlanması talebinde bulanmaları’ anlamında veya ’azabı hak etmiş mü’minlerden cehenneme girmemeleri veya cehenneme girdikten sonra çıkarılıp cennete konulmaları şeklinde azabın kaldırılması’ manasında kullanılır.3
Genel olarak dünyadaki şefaat ve ahiretteki şefaat diye iki kısma ayrılır, fakat biz mevzu bahsimiz olan ahiretteki şefaati konu alacağız.
Ahirette şefaat hususunda İslam âlimleri arasında ittifak olmakla beraber, ihtilaf edilen tek nokta, Mutezile mezhebinin savunduğu ’şefaatin kimlere geçerli olup kimlere olmadığı’ konusudur.4 Yani yukarıda ’asrımızda’ yazmamızın sebebi de burasıdır. Bütün İslam uleması kabul etmişken asrımızda hiçbir ayrım yapılmadan, bilgisiz ve mesnetsizce inkâr edilmektedir. Nitekim Ehlisünnet ve dışındaki mezhepler kıyamet günü Allah’ın izni dâhilinde şefaatin geçerli olacağını beyan ederler.5
O halde delile ihtiyacı olmayan bu konunun ayet ve hadislerden açıklamalarına geçecek olursak;

A. Ayetlerde Şefaat:
Kuran-ı Kerim’de şefaat kelimesi türevleri ile birlikte 29 ayette 32 kez zikredilmektedir.

1. Ayet:
مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪
’Allah’ın izni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir?’6
Bu ayet-i kerimede, Allah’ın izni olmadan kimsenin şefaat edemeyeceği beyan buyrulmuştur. ’Allah’ın izni olmadan kimse şefaat edemeyecektir.’ ifadesi, ’Allah’ın izni olduğunda şefaat edebilecektir.’ manasına gelmekte ve bu da şefaatin hak ve hakikat olduğu neticesine ulaştırmaktadır. Zira eğer Allah’ın izni ve müsaadesi dairesinde şefaat olmasaydı, ayette geçen ’Allah’ın izni olmadan’ ifadesi gereksiz olurdu. Kur’ân’da ise gereksiz bir ifadenin bulunması mümkün değildir. O hâlde, Allah’ın izni dairesinde şefaatin geçerli olduğu beyan edilmiştir.

2. Ayet:
مَا مِنْ شَف۪يعٍ اِلَّا مِنْ بَعْدِ اِذْنِه۪
’O’nun izni olması müstesna, hiçbir şefaat edici yoktur.’7
Bu ayet-i kerimede de şefaat, Allah’ın iznine hamledilmiştir. Demek, Allah’ın izni dairesinde şefaat vardır ve haktır. Ayette geçen ’O’nun izni olması müstesna’ ifadesi, açık bir şekilde şefaatin olacağını ve Allah’ın izni dairesinde şefaatin gerçekleşeceğini ispat etmektedir.

3. Ayet:
وَلَا يَشْفَعُونَ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى
’Onlar, Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler.’8
Bu ayet-i kerimenin açık ifadesiyle şefaat sınırsız değildir. Bilakis Allah’ın razı olduğu kullara şefaat edilecektir. Zira ayette geçen ’Allah’ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler.’ ifadesi, Allah’ın razı olduğu kullara şefaatin yapılabileceği hakikatini netice vermektedir. Bir mümin, her ne kadar büyük günah işlese de tevhit inancına sahip olduğundan dolayı Allah’ın razı olduğu kimselerdendir. Allah kendilerinden razı olduğu için de meleklerin şefaatine nail olacaklardır. Meleklerin şefaatine nail olabilen kimseler peygamberlerin de şefaatine nail olabilirler.9

4. Ayet:
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا
’O gün, Rahman’ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasına şefaat fayda vermez.’10
Şimdi ayet-i kerimeye bakarak sorulsa: ’Şefaat kime fayda vermeyecektir?’
Cevap: Allah’ın izin vermediği ve sözünden hoşnut olmadığı kimselere…
’O halde şefaat kime fayda verecektir?’
Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselere…
Demek ayetin açık ifadesiyle: Rahman olan Allah’ın izin verdiklerine ve sözünden razı olduklarına şefaat fayda verecek, bunların dışındakilere ise şefaat fayda vermeyecektir. Bu ayette de açıkça şefaatten bahsetmekte ve vuku bulacağı beyan edilmektedir.

5. Ayet:
لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْدًاۢ
’(O gün) Rahman (olan Allah)’ın katında bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır.’11
Bu ayet, şefaatin vuku bulacağını en açık bir şekilde ifade eden ayetlerdendir. Bu ayet-i kerimenin açık ifadesiyle, Allah’ın katında bir ahd alanlar, o gün şefaat etme hakkına sahip olacaklar ve Allah’ın izni ve rızası dairesinde bu yetkiyi kullanacaklardır. Ayet o kadar açıktır ki izaha ihtiyaç yoktur.

6. Ayet:
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ ﴿﴾ اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ
’O gün ne mal fayda verir ne de oğullar! Ancak Allah’a selim bir kalple gelenler müstesna!’12
Bu ayet de yorum yolu ile açıkça şefaate delalet eder. Şöyle ki; ayetin açık ifadesiyle mal ve evlat, ahirete selim kalp ile gelmeyenlere fayda vermeyecek; selim bir kalp ile gelenlere ise fayda verecektir. Yani tabir edilen ’selim kalp’ sahibine fayda verecektir. O halde şöyle düşünüle bilir; hesap gününde kişiye tek şey gerekir o da Rıza-i İlâhiyye’yi alıp cennete girmek… Mal, mülk vb. hiçbir şeyin değer ifade etmediği bir yerde faydalı evladın kişiye fayda vermesi, şefaatten başka ne olabilir? ’Selim bir kalp ile o güne kavuşanlara evladının fayda vermesi’, şefaat inkâr edildiğinde ne ile izah edilebilir? Zira o gün beklenilen tek fayda, ateşten kurtulmak ve cennete girmektir. Evladın bu cihetteki faydasındaki anlam ise ancak ’şefaat’ kelimesi ile ifade edilir.

7. Ayet:
وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُ
’Allah’ın huzurunda şefaat fayda vermez. Ancak izin verdiği kimseninki müstesna!’13
Ayetin ifadesiyle şefaat kime fayda vermeyeceği ’Allah’ın izin vermediklerine’ şeklinde açıklanmıştır. Peki, ’şefaat kime fayda verir?’ diye sorulursa veya ’Allah’ın izin vermediklerine’ şefaat olmayacaksa o halde açıkça görülür ki Allah’ın şefaatlerine izin verdikleri olacaktır…
O halde ara bilgi olarak değinmek gerekirse şefaati inkâr eden bir kişi, acaba bu ayetleri de inkâr etmiş olmazlar mı? İyi düşünmek gerekir.
8. Ayet:
وَلَا يَمْلِكُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
’Onların Allah’ı bırakıp da taptıkları (putlar), şefaat hakkına sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır.’14
Şimdi yine ayet-i kerimeye bakarak şu soru sorula bilir: ’Kim şefaat etme hakkına sahip değildir?’
Cevap: Putlar.
Peki, kim şefaat etme hakkına sahiptir?
Cevap: Bilerek hakka şahitlik edenler.
Demek ayet-i celile açık bir şekilde, putların şefaate malik olmadıklarını; şefaate sadece ’Bilerek hakka şahitlik edenlerin’ malik olduğunu bildirmektedir.

9. Ayet:
وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمٰوَاتِ لَا تُغْن۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـًٔا اِلَّا مِنْ بَعْدِ اَنْ يَاْذَنَ اللّٰهُ لِمَنْ يَشَآءُ وَيَرْضٰى
’Göklerde nice melekler vardır ki, Allah dileyip izin vermeden ve razı olmadan önce onların şefaatleri hiçbir fayda vermez.’15
Görüldüğü üzere ayet-i kerime şefaatten açıkça bahseder. Nitekim Allah Teâlâ izin vermeden önce şefaatin olmayacağını bildirmiştir. Zaten şefaat hiç olmasa idi Rabbimiz bundan hiç bahsetmezdi. Çünkü Kuran’da boş olan hiçbir şey bahsedilmemiştir. O halde Rabbimiz kendi tayin ettiği bir vakitte izin verecek ve şefaat hakkı verilenler, Rabbimizin izin verdiği ölçüde şefaat edeceklerdir.

10. Ayet:
وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ
’(Ey Muhammed!) Hem kendi (hilaf-ı evla derecesindeki davranışları)nın hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahının bağışlanmasını dile!’16
Ayet-i celîlede Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e, mümin erkekler ve mümin kadınların günahlarının affı için istiğfar etmesi emredilmiştir. Eğer Peygamberimiz (s.a.v.)’in müminler için af dilemesinin bir faydası olmayacaksa o halde bu ayetin manası nedir? Ve eğer Efendimiz’in af dilemesinin bir faydası yoksa niçin Allah Teâlâ Peygamberimiz’e bu emri vermiştir. Eğer şefaat kabul edilmezse bu emrin manasız ve faydasız bir emir olduğu kabul edilmek zorunda kalınmaz mı?
Şefaatin hak ve hakikat olduğu meselesi inkâr edilemez bir gerçek olduğu ortada olduğu ortaya çıktığından dolayı bu on ayetle yetiniyor ve daha başka ayetleri zikretmeye gerek görmüyoruz. Biz biliyoruz ki aslında zikredilen ayetlerden bir tanesi bile şefaatin hak olduğuna dair yeterli bir delildir.

B. Hadislerde Şefaat:
Hadis-i şeriflerde mü’minler için yapılacak olan şefaatle alakalı olarak açık haberler vardır. Bu manada Efendimiz (s.a.v.), bir hadislerinde her peygamberin kendisine has ve kabul olunan bir duasının bulunduğunu, kendisinin ise, bu duasını ahirette ümmetine şefaat etmek için yapacağını bildirmiştir.17 Yine bir başka rivayette Efendimiz (s.a.v.), mahşerde insanlar ıstırap ve zorluk içinde hesaplarının görülmesi için bekleşirlerken, Allah’a dua ederek hesap ve sorgunun bir an önce yapılmasını isteyeceğini bildirmiştir.18 Ayrıca, kendisi dışında, diğer peygamberler, melekler ve diğer salih kullara da şefaat için izin verileceğini haber vermiştir. Başka rivayetlerde bunlara âlimler ve şehitler de ilave edilmiştir.19
Bu açıklamadan sonra şefaatin hak olduğuna dair bir kısım hadis-i şerifler ise şöyledir:
Enes b. Mâlik (r.a.) rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’(Kıyamet günü) şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.’20
Osman İbn-i Affân (r.a.) rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Kıyamet günü üç (zümre) şefaat eder: Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehitler.’21
’Ben, sizden önce havz(-ı kevser başın)a varan öncünüzüm. Yemin ol­sun, sizden (ileride mürtet olacak) bir takım kişiler bana kaldırıl(ıp gösteril)ecek, nihayet onlara (havzımdan su) vermek üzere meyle(dip (uzan)dığımda onlar çekilip benden uzaklaştırılırlar. (Ben): ’Ey Rabb’im! (Onlar) benim ashabımdır.’ derim. (Allah): ’Onların senden sonra (dinde) neler icat ettiklerini bilmiyorsun!’ buyurur.22
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Her peygamberin kabul edilen bir duası vardır. Her peygamber (o) duasını (yapmada) acele etti. Muhakkak ben ise duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için sakladım. Allah dilerse o, ümmetimden hiçbir şeyi şirk koşmadan ölenlere nail olacak (ulaşacak)tır.’23
Zikrettiğimiz on ayetin ve dört hadisin açık ifadeleriyle şefaat haktır ve gerçektir. Allah’ın dilediği kulları, Allah’ın izni ve rızası dairesinde şefaat edeceklerdir. Kur’an’da şefaatin olmadığını bildiren bütün ayetler; kâfirler, müşrikler ve Allah’ın razı olmadığı kullar hakkındadır. Bu kullar hakkında, bütün insanlar ve cinler bir araya gelse, şefaatleri yine onlara fayda vermeyecektir. Yani şefaat, Allah’ın razı olmadığı kullar hakkında asla mümkün olmayıp ancak razı olduğu kullar için izni ve rızası dairesinde meydana gelecektir.
Bununla birlikte, kıyamet hengâmında öyle dehşetli sahneler vukua gelecektir ki, bu makamlarda peygamberler bile sadece kendilerini düşünecekler, ’Allah’ım bana selamet ver, Allah’ım bana selamet ver!’ diyeceklerdir. İşte şefaatin olmadığını beyan eden ayetlerin bir kısmı da bu dehşetli hâllerin olduğu anları kastetmektedir.24

C. Şefaati İnkâr Edenlerin Delilleri ve Onlara Cevaplar
Bu kısımda şefaati inkâr eden cahillerin tutundukları fakat aslında şefaate delil olan maddeleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Zümer suresi 44. ayette: ’De ki: Bütün şefaat Allah’ındır.’ buyrulmuştur. Şefaati inkâr edenler bu ayeti öne sürerek şefaati reddetmektedirler. Onlara göre bu ayet şefaatin tamamını Allah’a vermekle diğer şefaat edicilerin vücudunu/varlığını reddetmektedir.
Cevap: Nisâ suresi 139. Ayette: ’Bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.’ buyrularak -bütün şefaatin Allah’a verilmesi gibi- bütün izzet de Allah’a verilmiştir. Münafikûn suresi 8. ayette ise: ’İzzet ancak Allah’a, O’nun Rasûlü’ne ve müminlere mahsustur.’ buyrularak, Peygamber Efendimiz ’in ve diğer müminlerin de izzet sahibi olduklarından bahsedilmiştir. Yani Nisa 139’da bütün izzetin Allah’a ait olduğundan, Münafikun 8’de ise Allah’ın, Rasûlü’nün ve müminlerin de izzet sahibi olmasından bahsedilmiştir. Demek izzetin Allah’a mahsus olması, Peygamberimiz’in ve müminlerin o izzetten mahrum olması neticesini vermemiştir.
Birbirine zıt gibi görünen bu iki ayetin vech-i tevfîk-i şudur: İzzet tamamıyla Cenâb-ı Hakk’a mahsustur.
Peygamberimiz’in ve müminlerin izzeti ise, Allah’ın onları aziz kılması iledir. Cenâb-ı Hakk’ın izzeti zatî iken; diğerlerinin izzeti Allah’ın aziz kılması ile olmuş ve onların izzeti, bütün izzetin Allah’a ait olması hakikatini değiştirmemiştir.
Şefaat mevzuunda da durum aynıdır. Bütün şefaatin Allah’a mahsus olması, başka kimsenin şefaate malik olmayacağı manasına gelmez. Bunun manası şudur: Bütün şefaat Allah’a mahsustur. Diğerlerinin şefaati ise ancak Allah’ın izni ve rızasına bağlıdır. Yani Allah’ın izni ve iradesi dışında kimse şefaat edemez.
Bu şuna benzer: Bizden başka kimsenin parası olmasa ve biz bu paradan bazı insanları istifade ettirsek, bu durumda desek: ’Bütün para bize aittir.’, bu söz, bizim, parayı kimseye vermeyeceğimize değil; başkalarında bulunan paraların da aslında bize ait olduğunu ve bizim vermemizle onların buna malik olduklarını beyan etmektedir.
’Bütün şefaat Allah’ındır.’ demek de aynen bunun gibidir. Yani kim şefaate yetkili kılındıysa, Allah’ın izni ile olmuştur ve ancak Allah’ın izin verdiği kişiye şefaat edebilecektir.
2- Bakara suresi 48. ayette: ’Öyle bir günden korkun ki, kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefaat de kabul edilmez.’ buyrulmuştur. Şefaati inkâr edenler bu ayet-i kerimeyi delil göstererek şefaati reddetmektedirler.
Cevap: Kur’an ayetlerini, nüzul sebeplerini bilmeden tefsir etmek büyük bir hatadır. İlk önce ayetlerin iniş sebepleri bilinmeli ve ayetler ona göre izah edilmelidir. Bu yapılmadığı takdirde, bu ayette olduğu gibi yanlış anlaşılmalar ortaya çıkacaktır. Bu ayetin iniş sebebi, Nesefî ve Ruhu’l-Beyan tefsirlerinde zikredildiğine göre şu hadisedir: Yahudiler: ’Biz İbrahim ve İshâk (aleyhimesselam)’ın torunlarıyız. Bu sebeple Allah Teâlâ, onların bizim hakkımızdaki şefaatlerini kabul eder. Onlar bizi ateşten korur…’ dediklerinde, Yahudilerin bu iddialarını reddetmek için bu ayet-i kerime nazil olmuştur. Demek bu ayet-i kerime kâfirler hakkında indirilmiştir. Yani kâfir olarak ölenlere şefaat edilmesi mümkün değildir. Mesela Hz. Nuh, kâfir olarak ölen oğluna; Hz. Lut, kâfir olarak ölen eşine ve yine Peygamberimiz (s.a.v.) kâfir olarak ölen amcalarına şefaat edemeyeceklerdir.
Demek ayetteki ’Kimseden şefaat kabul edilmez.’ ifadesinin Müslüman olarak ölenler ile hiçbir alakası yoktur. Buna rağmen ayetin iniş sebebini bilmeyenler, ayetin zahirine bakarak yanlış yorumlar yapmakta ve bu yorumları sebebiyle de hakkında birçok ayet ve hadis olan şefaati inkâr etmekle aynı zamanda ayetleri inkâr etmektedirler.
3- Müddessir suresi 48. ayette: ’Artık şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.’ Mümin suresi 18. ayette: ’O gün zalimler için müşfik bir dost ve sözü dinlenecek bir şefaatçi de yoktur.’ buyrulmuştur. Şefaati inkâr edenler bu manadaki başka ayet-i kerimeleri de öne sürerek şefaati reddetmektedirler.
Cevap: Bu ayet-i kerimeler şefaati ret değil, aksine ispat etmektedir. Zira: ’Şefaat edicilerin şefaati onlara fayda vermez.’ demek, şefaat edicilerin varlığını ispat etmektedir. Demek ortada şefaat ediciler vardır ki, onlardan bahsedilmiştir. Eğer şefaat ediciler olmasaydı, onlardan bahis yersiz olurdu. Kur’ân’da ise yersiz bir tek harf bile yoktur. Yine: ’Kâfirler için dost ve şefaatçi yok.’ demek, ’Müminler için dost ve şefaatçi var.’ demek manasına gelir.
Ayrıca bu ifadeyi genel manada anlamak doğru olmaz. Ayeti Kur’ân’ın bütünlüğü çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman buradaki mananın umumi değil hususi olduğunu görürüz. Ayet mümin kâfir ayırt etmeksizin faydası olmayacak bir şefaatten değil, dünyada Allah’ın dini üzerine yaşamadığı halde kendilerinin Allah’a ve Peygamber’e daha yakın olduğunu iddia eden ve bu yakınlıktan dolayı Allah katında şefaate uğrayacağını iddia eden kimselerden bahsetmektedir. Ahirette şefaate uğrayacağına inanarak dünyada Allah’ın dini üzerine yaşamayı kabul etmeyen ve bu hal üzere ölen inkârcılardan bahsetmektedir. Bu manada başka bir ayette gelen: ’onlardan fidye alınmayacak ve onlara yardım da edilmeyecektir’ ifadelerinden kâfirler olduğu anlaşılmaktadır. Dünyada zenginlikleri ile her kapıyı aralayan zengin kâfirler, ahirette de aynı şeyin olacağını iddia ediyorlardı. Netice olarak bu ayet-i kerimeler şefaatin yokluğuna değil, bilakis varlığına delildir. Zira şefaat ediciler vardır ki, ayette onlardan bahsedilmiştir. Eğer bu grup hakikatte olmasaydı, elbette zikirleri geçmezdi. O hâlde bizler bu ayet-i kerimeleri, şefaatin varlığına dair naklettiğimiz on ayete ilave ediyor ve bu ayetleri şefaat edicilerin vücuduna delil yapıyoruz.

D. Şefaatin Aklen İmkânı
Allah bu âlemde icraatını sebeplere bağlı olarak yürütmektedir. Şüphesiz ki bu, O’nun hikmetinin bir gereğidir. Sebepleri yaratan O olduğu gibi, onları bazı şeylerin meydana gelmesine vesile kılan da yine O’dur. İnsanlara merhamet edip onları rızıklandıran Allah’tır. Fakat O, rızkı direk olarak vermek yerine hava, toprak, su, ağaç vb. gibi şeyleri ona vesile kılmıştır. Aynı şekilde güneşi de zemin yüzünün aydınlanmasına sebep yapmıştır. Rızık ve ışık gibi maddi ikramlarına böylesi sebepler yaratan Allah’ın manevi ihsanlarına da bazı sebepler kılması da son derece doğaldır.

Sonuç
1- Nakledilen bütün ayetlerin ve hadislerin delaletiyle şefaat haktır ve hakikattir.
2- Şefaat ancak Allah’ın izni ve rızası dâhilinde olacaktır. ’Bütün şefaatin Allah’a ait olmasının’ manası yukarıda da açıklandığı üzere budur. Hiç kimse, kendinden kaynaklı şefaat etme hakkına sahip değildir.
3- Kâfirlere ve Allah’ın razı olmadığı kullara şefaat fayda vermeyecek ve bu kullar Allah’ın bu nimetinden mahrum kalacaklardır. Kur’ân’da şefaatin olmadığını bildiren bütün ayetler, bu kullar hakkındadır.
4- Kişinin farzlarda tembellik yaparak şefaate güvenmesi ve haramları işlediği hâlde kurtuluşunu şefaate bağlaması asla doğru değildir. Kişi şefaati umabilir; ama ona dayanarak farzları terk edemez. Şefaat bir ’recâ (ümit etme)’ makamıdır.
5- Cenâb-ı Hakk’ın bazı kullarına şefaat etme hakkını vermesi ve günahkâr kullarını cehennemden o kişilerin eliyle kurtarması, o kişilerin dünyadaki yaşantılarının hürmetinedir. Onların dünyadaki takvaları, ibadetleri, zühtleri, muhabbetleri ve diğer sıfatları bu makama ulaşmalarının sebebi olmuştur.
Cenâb-ı Hak, başta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Kur’an olmak üzere diğer şefaat edicilerin şefaatinden istifade etmeyi bizlere nasip etsin! Şefaati inkâr ederek şefaatten mahrum olan kullar zümresine girmekten de bizleri muhafaza eylesin! Âmin!

(Endnotes)
1 Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, s. 263; el-Firûzâbâdî, Besâir’u Zevi’t-Temyîz, C. III, s. 328;
2 Müddesir, 75/49
3 Cürcânî, Seyyid Şerîf, et-Ta’rifât, tsz., ysz., s.167; Taftazani, Sa’duddin, Şerhu’l-Akâid, Salah Bilici Kitabevi, İst., tsz., s.150.
4 Çelebi, İlyas, İslâm İnanç sisteminde Akılcılık ve Kâdı Abdulcebbar, Rağbet yay., İstanbul, 2002, s. 338-339; Gölcük, Şerafeddin-Toprak, Süleyman, Kelâm, Tekin kitabevi, Konya 1991, s. 396.
5 el-Mâtürîdî, Ebû Mansûr, Muhammed b. Muhammed, Şerhu Fıkhi’l-Ekber, Katar, Tsz., s. 90; İbn Fûrek, Makâlâtü’ş-Şeyh Ebi’l-Hasen el-Eş’arî, s. 172; el-Bâkıllânî, el-Kâdî Ebûbekir b. et-Tayyib, el-İnsâf Fîma Yecîbü İ’tikâdühâ ve Lâ Yecûzu’l-Cehlü Bihâ (thk. Muhammed b. Zâhid el-Kevserî), el-Mektebetü’l-Ezheriyyeli’t-Türâs, Mısır, 2000, s. 162.
6 el-Bakara, 2/255.
7 Yûnus, 10/3.
8 el-Enbiyâ, 21/28.
9 Razî, Muhammed b. Ömer, Mefâtîhu’l-Gayb, Dârü’l-Fikr, Beyrut 2005, III/59,60.
10 Tâ-hâ, 20/109.
11 Meryem, 19/87.
12 eş-Şuarâ, 26/88-89.
13 es-Sebe, 34/23.
14 ez-Zuhrûf, 43/86.
15 en-Necm, 53/26.
16 Muhammed, 47/19.
17 Buhârî, Deavât, 21; Müslim, Îmân, 86.
18 Buhârî, Tefsîr, 2; Müslim, Îmân, 84. (Bu şefaat, İslam âlimlerince umumiyetle ’büyük şefaat’ anlamında şefâat-i uzmâ olarak isimlendirilmiştir.)
19 Buhârî, Tevhîd, 24; İbn-i Mâce, Zühd, 37; Ebû Davûd, Cihâd, 26.
20 Ebû Dâvûd, Sünnet, 24.
21 İbn-i Mâce, Zühd, 37.
22 Buharî, Fiten, 1.
23 Müslim, Îmân, 86; Buhârî, Deavât, 1.
24 Alusî, Şihabuddin es-Seyyid Mahmûd, Rûhu’l-Meânî Fî Tefsîri’l-Kur’ân’i-l-Azîm Ve’s-Seb’i’l-Mesânî, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1993, I/399
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.