Sayısız nimetlerle donatılan insan, yaratılmışların en üstünüdür. Yeryüzünde ’Allah’ın halifesi’ kılınarak kâinatın erişilmez şerefi insana verilmiştir. İman etmek ve güzel amel işlemekle yükümlü olan da odur. Akıl ondadır. İrade ona verilmiştir. Düşünce ona hastır. Konuşma ve yazma onun özelliğidir. Kitaplar ona gönderilmiştir. Yaptıklarından sorumlu olan insan, âdeta kâinatın özü ve gayesidir.
Yüce Rabbimiz Allah (c.c.), mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de, insanın en mükemmel biçimde yaratıldığını ve üstün bir şerefe mazhar kılındığını şöyle haber vermiştir: ’Andolsun ki biz, Âdemoğullarını üstün bir izzet ve şerefe mazhar kıldık.’1
’Andolsun ki (biz), insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına döndürdük. Ancak iman edip salih ameller işleyenler müstesna. İşte onlar için kesilmez (tükenmez) bir mükâfat vardır.’2
O halde, en güzel biçimde yaratılan ve kendisine üstün bir şeref verilen insanoğlu, ancak iman edip güzel ameller işlediği zaman değerini koruyabilecektir. Aksi halde, aşağıların aşağısına yuvarlanması kaçınılmazdır. Zira insanoğlunun yaratılışındaki temel gaye, Allah’ı tanımak ve O’na kulluk etmektir. Bu itibarla, hayatını iman ve güzel amellerle süsleyenler yükselip ilahî rızaya ereceklerdir.
İnsan, ruh ve bedenden meydana gelmiş bir varlıktır. İnsanın vazifesi, bedenini ruhuyla bütünleştirip Allah’ı bilmesi ve O’na kulluk şuuruna ermesidir. İnsanlığı ayakta tutan; ruh ve iman gücüdür. İnsanlığın ufkunu saran karanlık bulutların dağılması imanla mümkündür. Ruh, kâmil bir iman, samimi bir kullukla olgunlaşır. Bedenî arzuların azgınlaştığı bir insanda, ruh zayıf ve cılız demektir.
Düşünceleri sisli, içleri karanlık, bakışları bulanık, kalpleri mühürlü insanlar ruhen çökmüş insanlardır. Ruh plânında çökmüş bir insanın ölüden farkı yoktur. Ruhunu iman lezzetiyle güçlendirip dirilişe ermek her Müslüman’ın vazifesidir. Güçlü insan, nefsini yenen, ruhunu bedenine hâkim kılarak ölümsüzlük sırrına eren insandır. Ruh ikliminde olgunlaşmamış bir kültür, beyinleri şaşkına çeviren zalim bir kasırgadan ibarettir.
İnsanın gerçek ihtiyarlığı, îmanını, ibadetini, ahlakını, davasını, heyecanını kaybedip ruhen çökmesi ile başlar. Yüzün buruşması, gözlerin görmemesi, kulakların duymaması, dizlerin tutmaması bedenin ihtiyarlığıdır. Bu sadece dünyayı ilgilendiren bir ihtiyarlıktır. Hâlbuki ruhun ihtiyarlığı iki cihanı da kuşatan bir ihtiyarlıktır. O halde insan, imani ve Allah’a kulluğu kadar gençtir. Ruhen genç insan, aklı nurlu, kalbi nurlu, düşünce ve hareketleri nurlu insandır. Dünyada varoluş sebebinin ’Allah’a kulluk’ olduğu gerçeğini kavrayan bu insan, meleklerin selam durduğu, erenlerin selam durduğu insandır. Ne mutlu böyle müminlere!
Demek ki, akıl, irade, düşünme, konuşma ve daha bir çok üstün özelliklerle donatılan insanın, bu üstünlüğünü koruya bilmesi iman etmesine ve güzel ameller işlemesine bağlıdır. Kurtuluş arayan insanlık, bu gerçeği kavradığı zaman yükselecek ve huzur bulacaktır. Aksi halde, her gün değer kaybına uğrayacaktır.
Bugün üzülerek görüyoruz ki, insanlık yoğun şekilde değer kaybına uğruyor:
İman, ibadet ve ahlaki faziletleri hafife alan insanlık değer kaybediyor.
Para ve parayla alınan eşyayı her şeyin üstüne çıkaran insanlık değer kaybediyor.
Cebindeki, kasasındaki paraya, elindeki servete güvenip kaşları çatılan, konuşması, yürümesi, bakışları değişen ve başkalarına akıl hocalığı yapmaya kalkan insanlık değer kaybediyor.
Hâlbuki iman ve ibadetten uzak kalmak, her şeyi paraya ve menfaate bağlamak, para ve makam için akıl almaz dalkavukluklar yapmak, insan için en büyük kötülük ve tehlikedir. Müslüman kendini böyle bir tehlikeye atamaz.
İnsanın değer kaybettiği bir toplum, sürekli kan kaybediyor demektir. Kinler, nefretler, yalanlar, sarhoşluklar, sahtekârlıklar, haksızlıklar, zinalar, içkiler, kumarlar ve cana kıymalar... O toplumun en acı ürünleridir. Hz. Allah (c.c.), yeryüzünde ’halife’ olarak seçtiği insanoğlunun kötülükler içerisinde yuvarlanıp perişan olmasını istemediği için, kitaplar ve peygamberler göndermiştir. Kur’ân-ı Kerim’de, ilahi sınırları aşarak perişanlığa koşan insanlar; kalpleri olup gerçeği anlamayan, gözleri olup gerçeği görmeyen, kulakları olup nasihat dinlemeyen sapık ve şaşkın gafiller olarak bildirilmiştir.3
Yine kerim kitabımız yüce Kur’ân’da: ’Bırak onları, yesinler, dünyalıkları ile zevklensinler, emel kendilerini oyalayıp dursun. İleride (başlarına gelecek belayı) bileceklerdir.’4
İnsan, üstün yönleri yanında kusurları da çok olan bir varlıktır. Bu kusurların giderilmesi için, insan aklının, iradesinin ve ruhunun terbiye edilmesi lazımdır. İnsanı eğitmek ve terbiye etmek elbette zordur. Nefsanî ve şeytanî duygularla donatılan insanın terbiyesi gerçekten zordur. İnsan bu dünyada, önünde sarp dağların, derin uçurumların bulunduğu bir yolcudur. İnsanın bu sarp dağları ve derin uçurumları aşarak nefsanî ve şeytanî duyguları yenmesi için yüzünü ilahî vahye çevirmesi lazımdır. Tohum çatlayıp çürümeden nasıl toprak üstüne çıkamazsa, ırmaklar çağlamadan nasıl deryaya ulaşamazsa, sancılar çekilmeden nasıl doğum gerçekleşmezse, nefsanî ve şeytanî duygular aşılmadan da insan gerçek değerine ulaşamaz ve kâmil manada bir kul olamaz.
İşte nefsanî ve şeytanî duyguları aşarak insanın gerçek değerini ortaya çıkaran enerji, iman ve ameldir. İnsanlık iman ettiği ve güzel ameller işlemeye başladığı zaman, kaybettiği şerefini yeniden bulacaktır. Kurtuluş ve saadet arayan insanlık, Allah’a kulluk etmek zorunda olduğunu hiç unutmamalıdır. Bilinmelidir ki, Yüce Allah (c.c.) insanlar arasındaki üstünlüğü paraya, mevki ve makama değil ’takva’ ölçüsüne bağlamıştır.
’Muhakkak ki Allah katında en değerli (şerefli) olanınız, en ziyade takvalı olanınızdır.’5
’Muhakkak ki Allah, ne bedenlerinize ne de suretlerinize bakar. Fakat (O), kalplerinize bakar.’6
Rabbim istikametlerimizi güzel eylesin.
Âmin!
(Endnotes)
1 el-İsrâ, 17/70.
2 et-Tîn, 95/4-6.
3 Bkz., el-A’râf, 7/179.
4 el-Hicr, 15/3.
5 el-Hucurât, 49/13.
6 Müslim, Birr-Sıla-Âdâb, 10.
İnsanlık Değer Kaybediyor
Özlenen Rehber Dergisi 157. Sayı
1 kişi yorum yazdı.