Rahmet, ’merhamete muhtaç olana iyilik etmeyi gerektiren şefkat duygusu’ olarak tarif edilmiştir. Bu kelime, bazen mücerret bir şefkat, bazen de şefkatten mücerret bir iyilik duygusu manasına kullanılmaktadır. Yani rahmette hem şefkat, hem de iyilik etmek manaları vardır.
Rahmet Allah’tan olunca, ihsan, lütuf ve ikram manalarına; insanlardan olunca da, şefkat ve acıyıp iyi muamele etmek anlamlarına gelir. Rahmet, Allah’ın sıfatlarındandır. Rabbimiz (c.c.) Kur’an’da, Zâtını sık sık bu sıfatla tavsif etmektedir. ’Allah, imanınızı zayi edecek değildir. Çünkü Allah, insanlara karşı pek şefkatli, çok merhametlidir.’(el-Bakara 2/143)
Haddi zatında her peygamber, Allah’ın insanlara bir lüftu ve rahmetidir; ancak son peygamber olması, nübüvvetinin cinler de dahil herkesi içine alması ve herkesin bir şekilde onun peygamberliğinden istifade etmesindendir ki, Hazreti Rasûlullah (s.a.v.) ’âlemlere rahmet’ diye tavsif edilmiştir. ’Muhakkak ki biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.’(el-Enbiyâ 21/107)
Rabbimiz bizlere Habib’iyle rahmet etmiş, Efendimiz (s.a.v.)’i âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Merhametin en üst noktası ’Tevhit’tir. Çünkü bizler Peygamber Efendimiz vesilesiyle iman edip mümin olmuşuzdur. Bize dini o getirmiş, doğruyu o göstermiştir.bu hususta rehber olmuştur. O’nun rahmetinden istifade edemeyen Ebû Leheb ise ailesiyle beraber kurtuluşa erememiş ve cehennemin odun taşıyıcısı olmuştur.
Dünya ve ahirette Allah Rasûl’ü, mü’minlere kendilerinden daha yakın olma keyfiyetiyle de bir rahmettir. Ve O, ’Ben müminlere kendilerinden daha yakınım. İsterseniz şu âyeti okuyun: ’Nebî müminlere kendi nefislerinden daha yakındır...’ Kim bir mal bırakırsa o akrabalarınadır; fakat kim de bir borç para bırakır bana gelirse, o banadır.’(Müslim, Ferâiz 14) buyurmuştur.
Allah Rasûl’ünün rahmeti sadece müminlere has değildi. O, münafıklar için de bir rahmetti. Münafıklar bu engin rahmet sayesinde dünyada azap görmediler. Mescid-i Nebî’ye geldiler, müslümanların içinde dolaştılar ve müslümanların istifade ettiği bütün haklardan istifade ettiler. Allah Rasûl’ü onlar hakkında perdeyi yırtmadı. Onların çoğunun iç yüzünü biliyordu. Hatta bunları Hazreti Huzeyfe (r.a.) yazmıştı ve bildirmişti. Rivayete nazaran bundan dolayı da Hazreti Ömer (r.a.) Huzeyfe’yi takip eder. Onun kılmadığı cenaze namazını o da kılmazdı.
Kafir de Allah Rasûl’ünün rahmetinden istifade etmiştir. Zira, Cenâb-ı Hakk, daha önceki millet ve kavimleri isyanları sebebiyle toptan helak ediyor olmasın karşılık, Allah Rasûl’ünün bi’setinden sonra toptan helak etmeyi kaldırmış, dolayısıyla da insanlar böyle bir azap çeşidinden de kurtulmuş oldular. Bu da kafirler için dünya adına bir rahmettir. Bu mevzuda Cenâb-ı Hakk, Habîb’ine hitaben şöyle buyurmaktadır: ’Sen onların içinde bulunduğun halde Allah onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerken de Allah onlara azap edecek değildir.’(el-Enfâl 8/33) Yani sen yeryüzünde anıldığın ve dillerde yâd edildiğin sürece, insanlar senin yoluna baş koyduğu müddetçe, Allah (c.c.) seni anan o salih kulların hürmetine, toplu bir helak gerçekleşmeyecek, kafirler de helak olmaktan kurtulmuş olacaktır.
Kafirin Allah Rasûl’ünün rahmetinden istifade yönlerinden biri de, Allah Rasûl’ünün; ’Ben lanet edici değil rahmet (dileyici) kılındım.’(Müslim, Birr 87) buyurduğu üzere, en büyük İslâm düşmanlarının dahi hep hidayetini istemiş ve onun için çırpınıp durmuş olmasıdır. Düşünün ki Uhud savaşında Allah Rasûlü’nün canı kadar sevdiği amcası Hazreti Hamza şehit edilmiş, şehit edilmenin ötesinde vücudu paramparça edilmişti. Hatta bu arada kendi mübarek başı yarılmış, dişleri kırılmış, vücudu kan revan içinde kalmıştır. Düşmanlarının gayz ve öfkeyle üzerine çullandığı, bütün gayretleriyle onu öldürmek istedikleri hengamede, O yüceler yücesi insan, kanı yere akarsa Allah onları mahveder endişesiyle tir tir titremekte ve: ’Allah’ım kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar demektedir.’ Bu ne müthiş bir şefkat anlayışıdır ki O’nu öldürmek isteyenlere, dua dua yalvarmakta, kalbi bedduaya kapalı kalmaktadır.
Günümüzde hümanistlerin iddia ettikleri sevgi ve şefkatin çok ötesinde merhametle dopdolu olan Allah Rasûl’ü, bu cihan şümul rahmetini her türlü ifrat ve tefritten korumasını bilmiş ve O, her şeye yeten fetaneti sayesinde hiç mi hiç ifrat ve tefrite düşmemiştir. O, hiçbir zaman hoşgörü adı altında kötülüklere müsamaha ile bakmamıştır. Sevgi şefkat dengeli kullanmazsa fert için de cemiyet için de önü alınamayacak neticeler doğabilir. Halbuki Allah Rasûlü için menfî manada böyle tek bir hadise dahi göstermek mümkün olamaz. Nitekim, bir rivayette şöyle bir olay anlatılır. Ashaptan Mâiz, Allah Rasûlü’nün huzuruna geldi ve: ’Yâ Rasûlallah beni temizle!’ dedi Allah Rasûlü, ona sırtını döndü: ’Git tövbe et’ buyurdu; ancak Mâiz ısrarlıydı. Kendisinin mutlaka temizlenmesini istiyordu. O Sözünü dördüncü defa tekrarlayınca Allah Rasûlü sordu: ’Seni hangi günahtan temizleyeyim’ Mâiz: ’Zina suçundan ey Allah’ın Rasûlü’ diye cevap verdi. Mâiz evli bir insandı. Bu itibarla onun zina suçundan öldürülmesi gerekiyordu. İki Cihan Serveri, kıyamete kadar bir ibret levhası olacak bu manzarayı hafızalara nakşetmek ister gibi, yanındakilere sordu: ’Bunda cinnet var mı?’ ’Hayır, Mâiz akıllı bir insandır’ dediler. Allah Rasûlü tekrar sordu: ’Acaba Mâiz sarhoş mu?’ Baktılar ve yine ’hayır’ dediler, ’Mâiz sarhoş da değil.’ Bunun üzerine Allah Rasûlü yanındakilere ferman etti: ’Gidin buna haddi tatbik edin.?’ Biraz sonra Mâiz bir meydana götürüldü ve taşlanarak cansız olarak yere serildi. Durum Allah Rasûlü’ne anlatılınca hıçkırıklarını tutamadı: ’Keşke onu bıraksaydınız. Belki dediklerinden vazgeçecekti’ buyurdu. Tam o esnada bir sahâbi, Mâiz’i kastederek: ’İşlediği gizli günahı açıkladı ve bir köpek gibi öldü’ deyince, Allah Rasûlü kaşlarını çattı. ’Arkadaşınızı gıybet ettiniz. Allah’a yemin ederim Mâiz öyle bir tevbe etti ki, yeryüzündeki bütün günahlara dağıtılsaydı kafi gelirdi’ buyurdu.(Müslim, Hudûd ; Müsned 1/238) Bütün bunlara rağmen o bir muvazene ve denge insanıydı. Mâiz tekrar dirilip aynı suçla onun huzuruna gelseydi o yine hiç tereddüt etmeden Allah’ın hükmünü tatbik ederdi.
Yine bu rahmet duygusundan dolayıdır ki o, namazı uzun kıldırıp da başkalarına sıkıntı verdiğinden dolayı bir sahabeyi uyarmış, namazda çocuk sesini duyunca namazı kısa kesmiş, bazılarının bütün seneyi oruçla geçirdiğini duyunca onlara bunu yasaklamış, çocuklarını sevip okşamayanı sevip ikaz etmiş, bir köpeğe acıyıp onun susuzluğunu gideren günahkar bir kadının bu davranışını övmüş ve cennete gitmesine sebep göstermiş, ibadete düşkün olduğu halde bir kedinin ölümüne sebep olan başka bir kadını ise cehennemlik olarak tavsif etmiştir.
Esasen Allah Rasûlü’nün cihad anlayışı da O’nun bu rahmet yanından kaynaklanıyordu. İnsanlar cihat sebebiyle belki dünya namına bazı zararlar göreceklerdir; fakat ebedî hayatları adına kazanacakları o kadar çok şey olacaktır ki, onların bu zararlarını hiçe indirecektir. Allah Rasûlü taşıdığı kılıcının ucuyla cennete giden yolları açıyordu. Bu da O’nun âlemlere rahmet olarak gönderilişinin ayrı bir yönüydü.
O (s.a.v.), insanları, kendisini telef edecek kadar seviyordu. Kur’ân-ı Kerîm’de bunun delili çoktur: ’Onlar Kur’an’a inanmıyorlar diye neredeyse kendini bitirip tüketeceksin.’ (el-Kehf 18/6) Zaten nübüvvet atmosferi benliğini sarmaya başlayınca O, kendini bir mağaraya hapsetmemiş miydi? Demek ki O, insanlara karşı çok sevecen ve merhametliydi ve bu yola kendini adamıştı. Rabbim tüm ümmet-i Muhammed’e onun eşsiz rahmet nurundan istifade etmesini nasip etsin.
Faydalanılan Eserler:
1. Mehmet Kemal PİLAVOĞLU, Muhammed (s.a.v.)’in Ahlâkı ve Âdetleri.
2. Mehdi Sadr, Ehl-i Beyt Ahlâkı.
3. M.F. Gülen, Sonsuz Nur.
4. Siret Ansiklopedisi, Hz. Muhammed Mad.
Rahmet-i Rasûl
Özlenen Rehber Dergisi 22. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.