Zekâtın kelime anlamı; artma, çoğalma, arıtma ve berekettir. ’Doğru söylemek, sözünü tutmak’ anlamına gelen sıdk kökünden alınmış olan ve Kur’an ve Sünnet’te zekât anlamında kullanılmış olan sadaka kelimesi, daha sonraki devirlerde gönüllü malî ödemeler için kullanılmaya başlanmıştır. Fıkıh terminolojisinde ise zekât, Allah’ın belirli yerlere sarf edilmek üzere, dince sayılan kişilerin mallarından belli bir payın alınması işlemini ifade eder. Zekâtın Medine döneminde farz kılındığı bilinmekle birlikte, bunun hangi yılda olduğu tartışmalıdır. Bir tespite göre zekât hicretin ikinci yılında ramazan orucundan önce, diğer bir tespite göre aynı yıl ramazan orucundan sonra farz kılınmıştır.
İslâm’ın diğer ibadetlerinde olduğu gibi zekât da sadece dünyaya ya da sadece ahirete yönelik bir amel değildir. O, dünyevî ve uhrevî hedefleri bir arada bulunduran bir ibadet oluşu sebebi ile kulu Allah’a yaklaştıran, O’nun rıza ve hoşnutluğuna ulaştıran, karşılığında uhrevî mutluluk ve sevap beklenen, bunlarla birlikte fert ve toplum hayatında ruhî, ahlâkî, sosyal, ekonomik konularda pratik faydalara vesile olan bir ibadettir. Zira zekât bir ibadet olarak, kul ile Allah arasında kurulan bir bağ, bir diyalogdur. Kulun Rabbine yönelişi, O’na itaat ve bağlılığını; sevgi, saygı, şükran ve tazim duygularını ifade edişidir.
Ancak malî bir ibadet oluşu itibariyle de zekât, kul ile Allah arasında kalmayarak ondan istifade etmek zorunda olanları da ilgilendirmektedir. Bu yönüyle o, diğer İslâmî ibadetlere nispetle sosyal yönü daha ağır basan bir ibadet özelliği taşımaktadır. Bu bakımdan İslâm dini kendinden beklenen, özellikle sosyal ve ekonomik neticelerin, fert ve toplum hayatında gerçekleşebilmesi için zekâta ayrı bir önem vermiştir. Kur’an’da Allah ve Rasûl’üne imandan sonra dinin direği olan namaz ve hemen peşinden zekât emri zikredilmektedir.(en-Nisa, 4/77, 162.)
İslâmî ibadetleri iki temel gaye etrafında toplayabiliriz. Bunlardan biri, mü’minlerin kendi varlıklarına çevrilerek onda derinleşmek suretiyle Allah’a yaklaşmaları; diğeri ise başkalarına yardım ve merhamet duygusunun gelişmesiyle mü’minlerin hayır ve hasenat vesilesiyle yol kat edebilmeleridir. Bu açıdan zekât, manevî yönü ağır basıp kalplerin katılaşmasını önleyerek, sinelerde şefkat ve merhamet duygularını harekete geçirir.
Fahreddin er-Razî’nin de belirttiği gibi, mal hırsı kalpte katılaşma ve azgınlığa sebep olabilir. Bu hırs insanda bir aşk meydana getirir ve aşk adeta onu kör eder. Kişi mal talebinde aşırı giderek bu yolda önüne çıkabilecek engelleri bütün imkânları ile ortadan kaldırma yoluna (rüşvet, yolsuzluk, baskı, tehdit, vb.) başvurabilir. Kalbin katılaşıp nefsin azmasından maksat budur. Çok mala sahip olmanın verdiği güvenle azıp aciz ve muhtaç bir kul olduğunu unutan insanın ruh hâline Kur’an’da: ’Şüphesiz insan (malına güvenerek) kendini Allah’tan müstağni görmek suretiyle azar.?(el-Alâk, 96/6?7) âyetiyle işaret edilmiştir. İşte zekât fert ve toplumun zararına olan bu ihtiras zincirini kırıp, insana mal kazanmanın dışındaki diğer vazifeleri ve sahip olabileceği faziletleri hatırlatır. Nitekim insandaki tabii olan mülk edinme sevgisi bazen sınır tanımaz bir hale gelebilir. Hadis-i şerifte: ’Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü ister. Âdemoğlunun gönlünü topraktan başka bir şey doyurmaz.?(Tecrid-i Sarih, XII, shf.1831) buyrularak buna vurgu yapılmıştır.
Zekât; zenginlerin zenginliği sebebi ile şımarmalarını, kibir ve gurura kapılmalarını, muhtaçların ise yoksulluk yüzünden isyanlarını, özellikle haset, öfke ve kin gibi duygularını bertaraf ederek sınıflar arası sürtüşmeleri, ayrılıkları önlemede en önemli amellerdendir. ’İnsanlara fayda verecek olan şeye gelince; işte bu yeryüzünde kalır.?(er-Ra’d, 13/17) ’Mallarınızı, zekâtlarınızla koruma ve muhafaza altına alınız.?(el-Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfü’l Hafa) âyet ve hadisiyle bu duruma işaret edilmiştir.
Yine yoksulluğun fert ve toplum hayatında açtığı yaralar arasında insanın şahsiyet ve onurunu yaralayan dilencilik, hırsızlık, ailede geçim sıkıntısından kaynaklanan bunalımlar, huzursuzluk, ruhî ve ahlâkî çöküntü, mutsuzluk vb. sayabiliriz. İslâm fakirliği övmemiş, ideal bir hayat tarzı olarak bakmamış, bu yüzden de çözüm olarak zekât gibi çeşitli çareler sunarak toplumsal bir yarayı tedavi etmeye çalışmıştır.
Bir önemli husus da zekâtın veriliş şekli olup kişiyi rencide etmeden, yaptığı iyiliği başa kakmadan yapılmasıdır. Bilakis zekât, veren insanların severek yapmaları gereken bir ibadet olmalıdır. Zira tasaddukta bulundukları mal sebebi ile Allah’a yakınlığa talip oldukları gibi, ecirlerle derece kazanıp mesafe alabilirler. Allah Teâlâ: ’Minnet ve eza etmek suretiyle sadakalarınızı boşa çıkarmayın.?(el-Bakara, 2/264) buyurmuştur. Hz. Peygamber Efendimiz de bu konuda, kıyamet gününde Allah’ın rahmet gölgesinde gölgelendirilecek olan yedi grup insandan biri olarak sağ elinin verdiği sadakadan sol elinin haberi olmayacak şekilde zekât vermekte gizliliğe riayet edenleri sayarak insan onurunu korumayı amaçlamıştır.
Bin bir güçlükle kazanıp muhafaza ettiği paradan fakirin ihtiyacını ödemekle mükellef olan, bir bakıma fakirin rızkı için çalışan bir hizmetçisidir. Daha nasıl olur da fakiri tahkir edebilir? Üstelik servetin bütün mesuliyetini boynuna almış, yorgunluğunu iltizam etmiş ve sonunda düşmanlarının yiyeceği servetini, ölünceye kadar korumak mecburiyetinde kalmıştır. Allah’ın tevfikiyle ödediği borcunu fakirin kabul etmesiyle kendisini borçtan kurtarması bakımından sıkıntılar ferah ve sevince intikal etmiş olacağından, fakire eziyet, tekdir, tahkir, surat ekşitme gibi fena haller de ortadan kalkarak yerine fakir ile neşelenmek gerekir.
Bu amaçla kurulan zekât müesseseleri olan Beyt’ül Mal, Hz. Peygamber (s.a.v.)’den Abbasilere kadar var olagelmiştir. Osmanlı döneminde ise zekât taşları yapılmıştır. Bu taşlara bırakılan zekâtlar ile hiç kimse rencide edilmeden ve bu kişilerin kimler oldukları bilinmeden ihtiyaç sahipleri istedikleri kadar altın alabilmişlerdir.
İnsan malını üç sebepten dolayı infak eder. Ya Allah’ Teâlâ’nın rızasını kazanıp mükafata nail olmak için yahut cimrilik rezaletinden temizlenmek için veya ziyadeleşmesi için şükür olarak infak eder. Yani hangi gaye ile yapılırsa yapılsın karlı çıkar. Yazımızı Hz. Ömer (r.a.)’in duası ile bitirmek istiyorum:
’Allah’ım! Fazla serveti hayırlı olanlarımıza ver. Umulur ki onlar da bizden olan ihtiyaç sahiplerine yardım ederler.?
İlmihal, İman ve İbadetler
Certel, Hüseyin, Psiko-Sosyal Açıdan Zekâta Bakış.
Şentürk, Habil, İbadetin Mahiyeti ve Şahsiyet Gelişmesindeki Rolü.
İhya-yı Ulumi’d - Din, İmam Gazali.
Psiko- Sosyal Açıdan Zekât
Özlenen Rehber Dergisi 31. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.