Özlenen Rehber Dergisi

24.Sayı

İbadetler ve Ruh Sağlığı

Döndü ERDAL Özlenen Rehber Dergisi 24. Sayı
İnsanın şahsiyeti şekillenirken ona etkide bulunan çevresel, psikolojik faktörlerin en önemlilerinden biri de şüphesiz dindir. Oldukça değişik tanımları yapılmış olmakla beraber dini, sosyolojik açıdan; bir inançlar sistemi, toplumsal bir kurum, psikolojik açıdan da insana yapması ve yapmaması hususunda bir takım emirler veren insanüstü, yüce bir varlığa inanç şeklinde tanımlayabiliriz.
Kur’an’da belirtildiği üzere insan huysuz, hırsına düşkün, aceleci ve ahlâki yönden zayıf yaratılmıştır. (Meâric, 70/19-22.) Yani insan kişiliği ve karakteri mükemmel bir tarzda değildir. İnsanın büyük eksikliği olan bu durum yine Kur’an’da belirtildiği gibi Allah’a itaat ve ibadetle düzelebilir.(Meâric, 70/23-35.) İnsanın doğuştan getirdiği bu zayıflık daha sonra düzeltilemez, değildir. İnsan Allah’a teslim olur ve ibadetlerini devamlı olarak yerine getirirse, bu zayıflığını giderebilir, karakterini düzeltebilir, olgunlaştırır ve kişiliğini bulabilir. Eğer kendisindeki zayıflığı, kötülüğe yönelik yapısını önemsemezse, bütün benliğini bu zayıflığın getireceği ahlâki yoksunluk kaplayacaktır. Gerçekten kişinin tam bir yoğunlaşma ile devamlılık içerisinde yaptığı ibadetler, ona bazı eğilimlerin aşılıp geriye bırakılması karşılığında, diğer bazılarının da güçlenip gelişmesiyle sonuçlanır.
Namaz ibadetine bakacak olursak, Kur’an’da: ’Muhakkak namaz hayasızlıktan ve fenalıktan vazgeçtirir.’(Ankebut, 29/45.) buyrulmaktadır. Yani namazla insan, açık çirkinlikten, edepsizlikten, kötülük ve ahlâksızlıktan, aklın ve dinin beğenmeyeceği uygunsuzluktan, kötü ve çirkin işlerden kurtulur ve uzaklaşır. Kurallarına uygun olarak namaza devam edildikçe, güzel davranışlar artar ve gelişir. İnsandaki olumsuz yön engellenir ve gelişemez. Yine burada namazın çok önemli iki yönü belirtilmektedir. Birincisi; onun ayrılmaz ve kaçınılmaz özelliği olan kişiyi kötü ve iğrenç şeylerden alıkoyması, ikincisi; onun istenilen özelliği yani namaz kılan kişinin davranışlarında kötü ve iğrenç şeylerden, çirkinliklerden kaçınması; fakat kılınan namazın şartlarına ve adabına uyularak Yaratıcının yüceliği hatırlanılarak, düşünülerek yerine getirilmesi sonucunda kişiyi her türlü kötü ve hoş olmayan şeylerden alıkoyması, engellemesi mümkündür.
Demek ki anlamına uygun ciddiyet ve dikkat içerisinde yerine getirilmediğinde ibadetler bir anlam ifade etmez ve insanda hem içsel hem de davranış olarak bir değişim meydana getirmez. Bu bakımdan ahlâkî bir dönüşüme yol açan ibadet, büyük bir psikolojik çatışmayı benliğinde çözüme kavuşturmuş ve kendini, ilâhî hedefe uyumlu hale getirmiş kişinin ibadetidir.
Ayrıca namaz ibadeti insanı hem bireysel, hem de toplumsal açıdan kuşatan bir ibadettir. Bilhassa cemaatle yerine getirilen ibadetler ve kılınan namaz insana cemaat şuuru vererek toplumla bütünleştirir ve kaynaştırır. Böylece kişinin topluma uyumunu gerçekleştirirken ruh sağlığına da önemli katkı sağlar. Kişiyi bireysel yetersizliklerin üstesinden kolayca gelinebilecek bir ortama hazırlar.
Her gün namaz sonrasında ve başka zamanlarda yapılan dua ya da sesleniş; yeni fikirler edinme arzusunun kendini dışa vurduğu bir zihin hâlidir. Bilgisel ve ahlâkî-davranışsal- bir mücadeleye girişen insan, hayat kaynağından yardım ister. Böylece dua edenin ’ben’ine yeni enerjiler yüklenir; fakat dua eden insanın önceden bir çaba veya mücadelede bulunması gerekir. İşte bu mücadele söz konusu ise onun dua yada seslenişi bir anlam ifade eder. Yani duanın değerinin olması ve hedefine ulaşabilmesi için evvelâ bizzat gayretin kendisi gereklidir. Sonuçta dua ve sabır, ’ben’i güçlendirir ve böylece korku, vesvese ve aldanışların zihni zayıflatıcı etkilerine karşı korur. Bu güç tazelenmesi ve taze enerjinin akmasıyla Cenâb-ı Hakk, o bireyin dostu ve yardımcısı olur.
Duanın kaygı, stres, anlamsızlık, boşluk ve yalnızlık gibi çağımızın önemli ruhsal hastalıklarına karsı ruh sağlığını olumlu şekilde etkilediği ve kişiliği geliştirdiği artık önemle vurgulanmaktadır. Ayrıca dua kişiye güçlüklere katlanma, her türlü olumsuzluğu olumlayabilme ve başarıya doğru yönelme, arzu duyma gücü vermektedir ve pek çok genç içtenlikle, samimiyet ve güvenle dua ettiklerinde birçok sıkıntı ve rahatsızlıklarından kurtulduklarını ifade etmektedirler.
Tövbe ibadetiyle de insan, affını, bağışlanmasını dilemekte, Yüce Varlığa sığınarak O’nun himayesine girmekte, böylece suçluluk ve günahkârlık duygusuyla birlikte, ikilemli bir hayatın çelişki ve sıkıntılarından kurtulmak için bir çıkış yolu elde etmektedir. Bunun sonucunda da çatışmalarını çözerek kendisiyle barışmakta, umutla ve endişeye düşmeden dini hayatını sürdürmektedir.
İşte namaz, dua ve tövbede olduğu gibi bütün ibadetler her an Allah’la ilgi kurma vasıtasıdır. İbadetler, enliğimizin Allah’a yabancılaşmasını ve O’nu unutmamızı önler. Yine ibadetler, ruh ve bedenimizi Allah’ın emirlerinde birleştirerek irademizi kuvvetlendirir ve yaşantımızın her anında O’nu hatırlatarak davranışlarımıza yön ve şekil verir. Bu bağlamda ibadetler, bir borç ve görev bilindiği ölçüde, kişide ’sorumluluk duygusunu’ artırarak kendi benliğini almasını sağlar. Artık insan yerde ve gökte, kendisinden başka yaratıcının bulunmadığı Allah’ın huzurunda bulunduğunu, O’nun kullarına verdiği sonsuz nimetleri, günahkârlara hazırlayacağı cezaları hatırladıkça, ruhunda bir hak, şefkât ve merhamet duygusu oluşur, sorumluluk ve vazife duygusu gelişir, diğer insanlarla olan ilişkisi de olumlu yönde değişir.
İnsan günde beş defa Allah’ı zikretmeye çağırıldığında, dünyada başı boş olmadığını Allah’ın huzurunda bütün yaptıklarından hesap vereceği bir günün geleceğini hatırlayarak, içsel bir oto kontrol mekanizmasıyla kendini sorgular. Bütün davranışlarını bu sorgu süzgecinden geçirerek sorumluluk şuurunun bir sonucu, hem de bunun içselleşip genelleşmesinin bir sebebi olarak etkinlikte bulunabilir. Normal hayat ile ibadet yaşantısı arasındaki psikolojik farklar, kişide daha üst seviyede bir manevî ve ahlâkî hayata istek ve özlem uyanmasında başlangıç noktası oluşturabilir.
İbadetler, insan yapısında ki kibri, gururu ve bencilliği yıkarak yerine tevazuu, kendini aşarak diğer insanlarla ilgilenmeyi, cömertliği yerleştirir ve geliştirir. Cömertlik, insan tabiatında var olan mal tutkusunu dengelemek ve onun insana hakim olmasını önlemektir. Bunun en güzel belirtisi ise, ihtiyacı olduğu hâlde verebilmek, zulmedeni bağışlamak, ahirete yakînen inandığı için dünya sıkıntılarına göğüs germek ve onları hiçe saymaktır. Bilhassa zekât, sadaka, kurban, hac ve umre, oruç gibi ibadetler insana diğerkamlığı öğretir. Aç ve ihtiyaç sahibi insanlara yardımın gerekliliği, bu ibadetler yaşanırken daha iyi anlaşılır. Kur’an’da da diğerkamlık yardımlaşma, mal verme, namazla ve imanla bir arada zikredilmiştir.
Denilebilir ki ibadetler sayesinde insan; Allah’ın huzurunda olduğunun, gizli açık her şeyin bilindiğinin, kontrol edildiğinin ve kendi bağımlılığının farkına varır. Böylece kötü eğilimlerini engelleyerek, sağlam karakterli, sorumluluk sahibi, yardımsever, alçakgönüllü ve kişiliğini bulmuş bir insan hâline gelir.
İbadet sayesinde, Allah’a yönelmek, içimizdeki psikolojik patlamalara zemin oluşturan suçluluk komplekslerinden kurtulmak imkânını buluruz. Nice bedenî hastalıklar vardır ki, onların kaynağı psikolojiktir. Bu konunun önemi sebebiyle yeni bir ilim doğmuştur. Psikosomatik İlmi. Meselâ üzüntü ve keder sebebiyle bir takım kimseler şeker, ülser vs. gibi hastalıklara düşmektedirler. Halbuki dua ve ibadetlerle üzüntülerin yıpratıcı tesirlerine karşı bir direnç, irade gücü, manevî bir rahatlık ve teselli bulmak mümkündür. Pek çok ruh hastalıklarında da hastanın rahatsızlığının sebebi, ruh ihtiyaçlarını ihmal etmiş olmasıdır. Bu yüzden sağlıklı bir din eğitimine ihtiyaç vardır. Hiç kuskusuz dini bilgi ve telkinini doğru ölçülerde alan bir kişi, bundan yoksun bırakılmış bir kişiden daha çok hayata ve çevresine karşı uyumlu ve ruhen de sağlıklıdır.
Ebu Hureyre (r.a.)’in gözlemini ifade eden aşağıdaki hadiste, inanan kişinin inanç-ibadet bağlantısı ve bu yaşayışın daha ileri giderek inanç-ibadet bütünlüğü içindeki yüksek şuur seviyesi belirtilmektedir. ’Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) açıkta oturuyordu, yanına biri gelip: ’İman nedir?’ diye sordu. ’İman; Allah’a, meleklerine, Allah’a mülâki olmaya, peygamberlerine, ayrıca öldükten sonra da dirilmeye inanmaktır.’ cevabını verdi. ’Ya İslâm nedir?’ dedi. ’İslam; Allah’a ibadet edip ona ortak koşmamak, namazı kılmak, zekatı vermek, oruç tutmak ve hac etmektir.’ buyurdu. Sonra ’Ya İhsan nedir?’ diye sordu. ’Allah’a sanki görüyormuş gibi ibadet etmektir. Çünkü sen O’nu görmesen de O seni şüphesiz görüyor.’ buyurdu. (Buhârî, Müslim, Tirmizî)
Burada görüldüğü gibi dinî hayatın çeşitli kademeleri ve dereceleri vardır. Duygu, düşünce ve inanç seviyesi; bu inanca bağlı ve dayalı bir davranış seviyesi; gerek duygu ve inanç, gerekse davranışın beraberce yükselebildikleri daha üstün bir dinî yaşayış olan dinî şuurun insana hakim olması şeklindeki ihsan derecesi...
Buna göre dinî şahsiyetin gelişmesini tamamladığı, sorumluluk duygusunun izlerlik kazandığı şuur seviyesi, ihsan derecesindeki dinî hayattır. Buna dinî kişiliğin bütünleşmesi veya olgunlaşması da denilebilir. Çünkü dindar kişi kendisi Allah’ı görmese de Allah’ın onu gördüğünü bildiği ve düşündüğü zaman tam bir teslimiyetle kendini Allah’a verecek, şahsiyetinin bütün özelliklerinin tutarlı olmasına dikkat edecektir. Allah’a ibadet esnasında, O’nun emirlerine itaat ettiği hâlde ibadetin dışındaki davranışlarında isyan ettiğini görürse, bundan dolayı Allah’a aff dileyip bu davranışlarının düzeltilmesi ve kişiliğindeki bu uyumsuzluğun giderilmesine çalışacaktır. Böylece ibadetindeki yüksek dinî şuur, onun davranış bütünlüğünü ve şahsiyetinin gelişmesini sağlayacaktır. Nitekim dinî olgunluk, davranışların alışkanlık ve dış baskılar sonucu değil, şuurlu bir istek ve tercih ile ortaya konulmasını gerektirir.
Konuyu özet olarak ifade etmek gerekirse, ibadet insanlar arası ilişkilerde kişilerin birbirlerini tanımalarını, birbirlerine güvenmelerini, dinî bir toplumun sağlıklı bir yapıya kavuşmasını sağlayan, dindar kişinin samimiyet derecesini (dinî gücünü) ortaya koyan bir davranıştır. Çünkü kişilerin iç dünyaları gereği gibi bilinemeyeceğinden, onların davranışlarına bakarak onları değerlendiririz. Kişinin dindar olduğunu söylemesi kolaydır; fakat dindarlığı bir yaşanış bütünü olarak davranışlar hâlinde ortaya koymak gerekir. Bu bakımdan ibadetin hem psikolojik hem de sosyal uyuma katkıda şahsiyetin gelişmesine ve bütünleşmesine yardımcı olduğunu, ayrıca ruhen sıkıntıların önüne geçtiğini söyleyebiliriz.

Kaynaklar:
1. ŞENTÜRK, Ar. Habil, İbadetin Mahiyeti ve Şahsiyet Gelişmesindeki Fonksiyonu.
2. Peker, Doç. Dr. Hüseyin, Dini İnanç Ve Stres İlişkisi.
3. Hayta, Akif, U. Ü. İlahiyat Fak. Öğrencilerinin İbadet ve Ruh Sağlığı, Psiko-Sosyal Uyum.
4. Uysal, Yrd. Doç. Dr. Veysel, Dinî Hayat ve Şahsî Özellikleri.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • emine

    çok güzel

1 kişi yorum yazdı.