Özlenen Rehber Dergisi

89.Sayı

Yeryüzü Kandilleri ; Mezhep İmamlarımız İmam-ı A'zam Ebu Hanife

Mustafa Yavuz Özlenen Rehber Dergisi 89. Sayı
İMAM-I AZAM Bölüm-1

Saadet asrından uzaklaştıkça insanlar dinlerini öğrenirken birtakım sorunlarla karşılaştılar. Efendimiz (s.a.v.)’in 23 yıllık risâlet hayatının ve 30 yıllık Râşid halifelerin döneminden sonra İslâm’ın geniş iklimlerde yayılmasıyla birlikte muhtelif fikir akımları da İslâm ümmeti arasında yayılmaya başladı ve ilk dönemlerde tasnif ve tertip edilmeyen dini meseleler tabiin ve tebe-i tabiînin müctehid imamları sayesinden yeniden düzenlendi ve sonradan gelecek Müslümanlara hazır olarak sunuldu. Müctehid imamlarımızın o zorlu dönemlerde gösterdikleri sa’y ve gayretleri sayesinde bugün dinimizi sağlam bir şekilde öğreniyoruz ve yaşıyoruz, Allah hepsinden razı olsun. Bu tertip ve tasnif neticesinde Mezhep ve ekoller meydana geldi. Fıkıhta, akaitte, hadis ve tefsir usulünde, İslâm ahlâkını ve takvayı esas almada fıkhî, akîdevî ve tasavvufî ekoller meydana geldi.
Tabi hicri 2. asırdan sonra bütün imamlarımızın bu eşsiz ve olağanüstü gayretlerini okumayan anlamayan bazı kesimler, okudukları birkaç eserle kendilerince yeni fikirler ihdas etme yoluna gittiler. Lakin en başta gafil oldukları bir gerçek vardı ki o, imamlarımızın gayretleriyle meydana gelen kaynakları okuyarak yine o büyüklerimizi eleştirmeye gitmekle ne kadar aciz olduklarını ortaya koydular.
Son zamanlarda sık sık duyuyoruz: Mezhebe ne lüzum var, biz Kur’an’a, Hadislere bakarız ona göre amel ederiz diye. Ya da Kur’an ve Hadis dururken mezheplere ne gerek var(!). Bu sözleri ilk duyduğumuzda bize haricilerin Hz. Ali (r.a.)’e gelerek, Kur’an’daki bir âyet-i kerîme olan ’Hüküm ancak Allah’ındır’ sözlerine benzese de, hakikatte Hz. Ali’nin onlara verdiği cevap kulaklarımızda çınlıyor: ’Söz hak ama niyet bâtıl.’
Biz bu yazımızda mezhep imamlarımızın mezheplerini kurarken ne kadar hassas davrandıklarını, hakikatte her birinin Kur’an ve hadis dalında zamanlarında bulunan insanların en üstünü olduklarını, sadece ilimde değil takvada, doğrulukta, zühtte ve ihlâsta da zirvede olduklarını izhar ve ispat etmektir. Sırası geldikçe her birinin ilim irfan takvadaki vasıflarını bir bir izah edeceğiz. İlk olarak bu konuda en fazla ta’n edilen ve re’y ile hareket ederken nassı (dini kaynakları) hiçe sayan olarak nitelendirilen, mezheb imamımız İmam-ı A’zam Ebu Hanîfe (k.s.)’den başlayacağız. Ancak evvelce şunu ifade etmek isterim ki bizim bu makale dizimizde İmam-ı A’zam efendimiz gibi bir zâtın ilmî şahsiyeti ve makamı bizim bu makalemizde anlattığımızdan binlerce kat daha fazladır.

1- KISACA HAYATI
İmam-ı A’zam Ebû Hanife’nin asıl adı Numân, babası Sabit b. Zuta, Onun da babası Numan b Merzuban’dır. Dedesi Merzuban, Hz. Ömer (r.a.) Efendimiz döneminde Irak ve İran’ın müslümanların eline geçmesinden sonra Müslüman olup daha sonra Küfe’ye göç ederek oraya yerleşmiştir. Rivayete göre; Ebu Hanife’nin babası Sabit, küçük yaşta Hz. Ali (r.a.)’nin (r.a) yanına gitmiş ve Hz. Ali (k.v.) ona ve ailesine bereket duası yapmıştır. (Tehzibu’l-Esmai ve’l-Lugati, (2/217), Tebyidu’s-Sahife)
İmam Ebu Hanife, Emevi Halifesi Mervan b. Abdu’l-Melik’in hilafeti döneminde, hicri 80 yılında, dünyaya geldi. Irak ve Hicaz Ebû Hanife’nin yetiştiği dönemde önemli iki ilim merkezi hâlindeydi Çünkü Hz. Ömer devrinde Fustat (eski Mısır), Kûfe ve Basra gibi büyük İslâm şehirleri kurulmuş ve bu merkezlere aralarında birçok sahabenin de bulunduğu binlerce müslüman yerleşmişti. Hz. Ömer Kûfe’ye Abdullah b. Mes’ûd’u onlara ilim öğretmesi için göndermiş, ’Kendisine ihtiyacım olduğu halde Abdullah’ı size göndermeyi tercih ettim’ demiştir. (İbnü’l-Kayyim, İ’lâmü’l-Muvakkin, I, 16, 17, 20.)
İbn Mes’ûd, Kûfe’nin kuruluşundan Hz. Osman’ın halifeliğinin sonlarına kadar Kûfelilere Kur’ân ve fıkıh öğretmiştir. Bu sayede orası, pek çok kurrâ, fıkıh ve hadis bilginiyle dolmuştur. Onun talebelerinin dört bin dolaylarında olduğu söylenir. Ayrıca Kûfe’de Sa’d b. Ebî Vakkas, Huzeyfe İbnü’l-Yemân, Selmân-ı Fârisî, Ammâr b Yâsir, Muğîre b Şu’be, Ebû Mûsa-Eş’ari (r.anhum) gibi seçkin sahâbiler de bulunuyordu. (en-Neysâbûrî, Ma’rifetu Ulûmi’l-Hadîs, nşr. es-Seyyid Muazzam, Kahire 1937, s. 191, 192.) Bunlar İbn Mes’ûd’a yardımcı oluyorlardı. Hz. Ali (r.a.) Kûfe’ye geldiğinde buradaki fakihlerin çokluğuna sevinmiş, ’Allah, İbn Mes’ûd’a rahmet etsin, bu şehri ilimle doldurmuş; İbn Mes’ûd’un öğrencileri bu şehrin kandilleridir’ demiştir. (el-Kevserî, Fıkhu Ehli’l-Irak ve Hadîsühum, Nasbü’r-Râye mukaddimesi, I, 29, 30.)
Bu sayede çok sayıda Ashab-ı Kiram’la aynı dönemi paylaştı. Bunların bazılarıyla karşılaştı ve bir kısmından hadis rivayet etti. Hadis dinlediği sahabiler arasında; Abdullah b. Haris b. Cez’i-z-Zebidi, Enes b. Malik, Abdullah b. Ebi Evfa, Sehl b. Sa’d es-Saidi, Ebu Tufayl Amir b. Vâsile Leysi, Vasile b. Eska’ ve Âişe b. Acret (r.anhum) bulunmaktadır. (Ebu Mekarim Abdullah b. Hüseyin Nisaburi, el-Ehadisu’s-Seb’atu an Seb’atin Mine’s-Sehabeti) Ebu Hanife bu itibarla tabiun tabakasından olup, Peygamberimiz (s.a.v.)’in müjdelediği en hayırlı üç kuşak arasına girmektedir.
İşte Hanefi mezhebînin kurucusu Ebû Hanîfe böyle bir ilim ortamında yetişti. Ebû Hanife’nin fıkhı, kendisinden on sekiz yıl ders aldığı Hammad b. Ebî Süleyman vâsıtasıyla, İbrahim en-Nehâî, Alkame ve Esved yoluyla, Abdullah b. Mes’ûd, Hz. Ali ve Hz. Ömer gibi sahâbe bilginlerine dayanır.
Hocası Hammad b. Ebî Süleyman vefat ettiğinde yerine onu geçirdi. Ebû Hanife kimseye ’benim görüşüm en doğrudur’ demedi; hattâ, kendisinin de bir görüşü olduğunu ama daha iyi bir görüş getirene uyacağını söylerdi. Yine o, talebelerine kendisinden her işittiğini yazmamalarını, çünkü yarın görüşünü değiştirebileceğini ifade ederdi. Demek ki, hiç bir zaman kendisi mezhebî taassub içinde olmamıştır. Aktif bir şekilde olmasa da döneminin siyasî hareketlerine katıldı. Hayatının bir bölümü Emevilerin, bir bölümü Abbâsilerin hâkimiyetinde geçti. Her iki dönemde de siyasal iktidara karşıydı. Onun siyasetini Ehl-i Beyt taraftarlığı belirliyordu. Ehl-i Beyt’e büyük muhabbeti vardı. Abbasîler iktidara geldiklerinde Ehl-i Beyt’i gözeteceklerini söylemişlerdi. Ancak onların iktidara geldikten bir süre sonra Ehl-i Beyt’e zulmetmeye devam ettiklerini görünce, onlara da karşı çıktı. Derslerinde fırsat buldukça iktidarı tenkid etti. Her iki siyasal iktidar devrinde de onu kendi taraflarına çekmek, halk nezdindeki itibarından yararlanmak için kendisine kadılık görevini teklif etmişlerse de o, gelen teklifleri reddetmiş ve bu sebepten dolayı işkenceye uğramış, hapsedilmiştir. (İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, V, 559.)
145 yılında Hz. Ali (r.a.)’in torunlarından Muhammed en-Nefsü’z-Zekiye ile kardeşi İbrahim’in Abbâsilere isyan etmeleri ve şehîd olmaları karşısında Ebû Hanife Irak’ta, İmam Mâlik Medine’de açıkça iktidarı tenkid etmişler, bu yüzden ikisi de kırbaçlatılmış, işkence görmüş ve hapsedilmişlerdir. Ebû Hanife alenen halkı Ehl-i Beyt’e yardıma çağırdığı için hapsedildi ve her gün kırbaçlatıldı. Bunun sonucunda yetmiş yaşında şehidler gibi vefat etti. Zehirlenmek suretiyle şehit edildiği de rivâyet edilmiştir. (en-Nemeri, el-İntika, 170)
Bağdat’ta, Hayruzan mezarlığına defnedildi, cenazesinde binlerce insan hazır bulundu.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.