Özlenen Rehber Dergisi

92.Sayı

Haccın Esrarı


Elhamdülilâhi Rabbi’l-Âlemîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidinâ Muhammedin ve eshâbihî ve ezvâcihî ve evlâdihî ve etbâihî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi biadedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhireti ve kezâlik. Ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-Âlemîn.

Hamd, insanları şirkin karanlık bataklığından, put ve tâğutların sultasından kurtarıp tevhid akîdesini nefislerine hâkim kılmak için Kur’ân-ı Mecîd’i sûre sûre ve âyet âyet 23 yılda inzâl eden, Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizi insanlara ve cinlere önder ve şefaatçi olarak gönderen, mü’minlere Beyt-i Atîki kıblegâh tayin eden Allah (c.c.)’ya mahsustur.
Rehberimiz ve şefaatçimiz Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimize selâm ve tahiyyelerin en üstünü olsun.
Cenâb-ı Hakk biz müminlere haccı farz kılmıştır. Mâlî durumu yerinde olup sıhhatli olan her mü’min ve mü’mineye farz-ı ayndır. Farzı gerektiren emir şu âyet-i kerîmelerle sabittir:
’Hacca gidip gelmeye muktedir olanlara Allah için Kâbe’yi ziyaret etmek farzdır. Bir kimse küfreder, haccı terk ederse, şüphe yok ki, Allah Teâlâ âlemlerden (her şeyden) müstağnidir.’ (Âl-i İmrân 3/97.)
Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bize hutbe irat etti ve: ’Ey insanlar! Allah üzerinize haccı farz kılmıştır. Binâenaleyh haccedin!’ buyurdu. Bunun üzerine bir adam: ’Her sene mi yâ Rasûlallah?’ dedi. (Rasûlullah) sükût etti. Hatta o zat bu (sözü)nü üç defa söyledi. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.): ’Evet desem (her sene) vacip olur ve siz de buna güç yetiremezsiniz.’ buyurdu. (Müslim, Hac, 73)
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerif muvâcehesinde görüldüğü gibi, gücü ve sıhhati yerinde olan bütün Müslümanlar’a hacca gitmek farz-ı ayndır. Çok büyük şerefli bir ibadettir. Hac farîzasının önemi açıkça ortadadır. Mal ve bedenle yapılan meşakkatli, derecesi yüksek bir ameldir.
Mü’minlerin Annesi Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre kendisi: ’Yâ Rasûlallah! Cihâdı amellerin en faziletlisi görüyoruz. Öyleyse biz cihat etmeyelim mi?’ dedi. (Rasûlullah): ’Hayır; fakat (kadınlar için) cihadın en faziletlisi mebrûr hacdır.’ buyurdu. (Buhârî, Hac, 4)
Rasûl-i Ekrem Efendimizin hac menâsikleri arasında cihada temas etmesi önemlidir. Sallâllahü aleyhi ve sellem Efendimizin bir harp dönüşü sahâbelerine hitaben söylediği sözler, cihad kadar hatta ondan da önemli ameller olabileceğini göstermektedir. Nebi (s.a.v.) (çıktığı) bir gazasından döndü. Rasûlullah (s.a.v.) onlara (yani sahâbesine) şöyle buyurdu: ’Hayırlı bir (seferden) döndünüz. Küçük cihattan büyük cihada döndünüz.’ (Sahâbe): ’Yâ Rasûlallah! Büyük cihat da nedir?’ dediler. (Rasûlullah): ’Kulun, hevâsıyla cihadıdır.’ buyurdu. (Beyhakî, ez-Zühdü’l-Kebîr, s.165, h.no:373; el-Hatîbu’l-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, c.15, s.685)
Kâfirlerle cihad ederken ölmek, en ulvî ibadetlerdendir. İnsanı Allah (c.c.)’ya yaklaştırır ve kişi şehîd olur; fakat hevâ ve hevesine mağlup olan ise Allah’tan uzaklaşıp, belki de îmansız ölür.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: ’İslâm beş (temel) üzere bina edilmiştir: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet et¬mek, namaz kılmak, zekât vermek, hac(cetmek) ve Ramazan (ayı) orucu tutmak.’ (Buhârî, Îmân, 2)
İ’lâyı kelimetullâhın nefsimize ve nesillerimize hâkimiyeti için en üstün amellerden olan cihadın hükmen nefsimize tatbikînden dolayıdır ki, Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmuştur: ’Bugün dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâmiyeti ihtiyar ettim.’ (Mâide suresi, 5/3.)
Hac mevsiminde iken ’el yevme ekmeltü leküm dîneküm …’ ilâ âhirihi, âyet-i celîlesinin nüzûlüne, biz müslümanlar serfirâz olup son derece memnun olmuşuzdur. Bizim haricîmizde, Yahûdîler’den bir adam Hz. Ömer (r.a.)’e: ’Ey Mü’minlerin Emîri! Sizin Kitâb’ınızda okuduğu¬nuz bir âyet var ki, biz Yahûdî topluluğuna insaydi, o günü bayram edinirdik.’ dedi. (Ömer): ’(O) hangi âyettir?’ dedi. (Yahudi): ’Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum.’ (el-Mâide, 5/3) dedi. Ömer: ’Muhakkak biz (âyetin) Nebi (s.a.v.)’e indiği günü ve yeri biliyoruz. (Bu âyet Nebi’ye) Arafat’ta kaim iken bir Cuma günü (nazil oldu).’ dedi. (Buhârî, Îmân, 33)
Elhamdülillah ki, bu iki gün, yani Arefe ve Cuma günleri bizim bayramımızdır. Tek bir Müslüman kalıncaya kadar da o gün bayram olarak kalacaktır.
İşte böylece hac menâsiklerini doğru ve tamam olarak yapan bütün hacıların Arefe günü Arafat’ta vakfe yapıldıktan sonra Cenâb-ı Hak, kul hakkı hariç bütün günahlarını affeder. Bu hususta Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdular: ’Günah bakımından insanların en büyüğü, Allah’ın kendisini affetmediğini düşünerek Arafat’tan ayrılan kimsedir.’ (Hatîb el-Bağdâdî, el-Muttefak ve’l-Mufterak, c.1, s.433)
Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şeriflerinde de hac ibadeti yapılırken uyulması gereken âdab ve usûlleri bize talim ve terbiye amacıyla şöyle buyururlar:
’Her kim Allah için hac yapar da, cima (ve onu davet eden hareket ve sözler)de bulunmaz ve günah işlemezse anasının onu doğurduğu günkü gibi (günahlardan arınmış bir halde) döner.’ (Buhârî, Hac, 4)
Bütün ibadetlerin kendine has bazı âdab ve usulleri vardır. Bunlar yerine getirilmediği zaman, bazen sevapları noksanlaşır veya bazen de ifsâd olurlar. İslâm dinindeki ibadetlerin aslı vahye dayalıdır. Öteki dinlerde olduğu gibi sonradan insanlar tarafından katılan katkılar yoktur. Bazı misallerle konuyu biraz daha aydınlatalım:
Haccın farzı üçtür:
1- Niyetle ihram,
2- Arafat dağında Arefe günü güneş doğup batıncaya kadar vakfe yapmak -vakfede dua etmektir-
3- Beyt’i yedi şavtla tavaf etmektir.

Bir de haccın vacipleri vardır:
Safâ ile Merve’de sa’y etmek, Müzdelife’de bayramın birinci günü güneş doğmadan vakfe yapıp ayrılmak, cemrelere taş atmak, kurban kesmek, tıraş olmak, ihramın hükmüne riâyet etmek ve abdestsiz Beyt’i tavaf etmemek.
Vâciplerden biri noksan olursa o hac noksan olur. Bu noksanlığı gidermek için kurban kesilir; fakat farzlar yerine gelmezse, mesela Arefe günü bir an olsa bile vakfe yapılmazsa o hacc ifsâd olur ve tekrarlanması vacip olur.
Şunu bilmek lazımdır ki, ibadetleri şuurlu ve bilgili yapmamız şarttır. Yoksa bunlar şekilden ibaret kalır. Mesela; bir grup veya bir kişi dese ki: ’Ben hac menâsiklerini yaparken, Türkiye’deki takvimleri esas alırım çünkü Suudîler Vahhâbîdir.’ Bu durumda haccı böyle tamamlarsa o kişi veya kişilerin hiç birinin haccı kabul olmaz ve amelleri ifsat olur. Çünkü hac mevsiminin başlaması, gökteki hilâli görmekle sabitleşir ve ona göre dokuz gün tespit edilerek Arefe günü ilan edilir. Kürre-i arzın her tarafından gelen hacıların bu emre istisnasız olarak itaat etmeleri mecburidir, farzdır, yoksa Ümmet-i Muhammed’in ekseriyetinden ayrı düşmüş olurlar.
İslâm bir yandan hayatın gayesini bütün insanlar için aynı ölçü ve manada belirlerken, müminleri tek amaç ve tek ideale yöneltmek, dava ve dertlerin, hedef ve mutlulukların bir olduğunu gönüllere en tesirli bir biçimde işlemek için Allah’a kulluğu müşterek bir bağ olarak ortaya koyar.
İşte hac ibadeti bir bakıma insan ruhunun kavrayabileceği, kalbinin Allah (c.c.) sevgisinden duyabileceği aşk ve zevkin derin manasını, mahşerî bir topluluk içerisinde gönülden gönle aktarır.
Ve’s-selâmü alâ men ittebea’l-Hüdâ

Kaynakça:

* Bu makale Abdullah Fârukî el-Müceddidî Hazretleri’nin ’Fıkhî Risâleler (Ankara 1997)’ adlı eserinden iktibas edilmiştir (s.127,134).
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.