Özlenen Rehber Dergisi

92.Sayı

Allah'a ve Rasûlüne İtaati Kolaylaştıran Sebepler

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 92. Sayı
Hz. Allah’a itaat nimetini muhafaza etmek için itaati bize kolaylaştıracak sebeplere tutunmamız gerekir. Haramlar, harama hizmet eden mekânlar ve haram işlemeye sebep olan yollar Cenâb-ı Hakk’a karşı itaatin meydana gelmesinin engellerindendir.
Yaşadığımız yerleri, bizi haramlarla yüz yüze getirecek her türlü illetten temizlemek ve itaatimizi kolaylaştıracak hal üzere tanzim etmek yapmamız gereken en önemli işlerdendir.
Rabbimize karşı itaatte samimi duygular besliyorsak isyan meclislerini terk etmek şiarımız olmalıdır. Sürekli uçurumun kenarında yürüyen bir insanın dalgınlıkla uçuruma düşme tehlikesi her zaman olduğu gibi, haramların işlendiği ortamlarda bulunan bir insanın da bir gaflet halinde harama düşme tehlikesi daima vardır. İnsanın kendince mazur sayılacak bir maksat için haramların işlendiği meclislere gitmesi, orada işlenen haramlara bulaşmasına ya da en azından o haramları işleyen kimseler gibi günahkâr olmasına, ibadet ve itaatten alıkonmasına sebep olur.
Örneğin; bir insanın denize gitme arzusu var. ’Ben insanlardan uzak yerde girerim, harama bulaşmam.’ diyerek gidiyor. Gidilen yerde haram işleniyorsa, kişi dikkat etse de başkaları dikkat etmeyeceği için günaha bulaşmak kaçınılmaz olur. Bu nedenle kötülüğe bulaşmamak için şerrin olduğu mekânlara kesinlikle gitmemelidir.
Bazıları içki meclislerinde oturuyor ve: ’Biz içki içmiyoruz, başkaları içiyor, biz sadece orada duruyoruz.’ diyorlar. İçki meclisinde oturan kişi içki içmese dahi içen kadar günahkârdır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.): ’Her kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa üzerinde içkinin dolaştırıldığı (yani içildiği) bir sofraya oturmasın.’ (Tirmizî, Edeb, 43) buyurarak ümmetini bu hususta uyarmıştır.
Böyle meclislerde oturmak suretiyle; şerre alışmak, itaatten uzaklaşmak ihtimalinin yanı sıra, Allah (c.c.)’nun buğzettiği bir işe rıza gösterilmiş olur. Küfre, onu güzel görerek rıza göstermek ise küfür, günaha rıza da aynı şekilde günahtır. Mekkeli müşrikler, meclislerinde Kur’ân’dan bahseder ve onunla alay ederlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ: ’Âyetlerimiz hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler gurubu ile beraber oturma.’ (el-Enâm, 6/68) âyetini indirdi.
Bu, Mekke’de idi. Efendimiz (s.a.v.) Medine’ye hicret ettikten sonra ise Yahudiler aynı işi yapmaya başladılar. Bu kez onları dinleyenler münafıklar idi. Bunun üzerine Allah Teâlâ: ’Oysa Allah size Kitapta (Kur’an’da) ’Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın, aksi halde siz de onlar gibi olursunuz’ diye hüküm indirmiştir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.’ (en-Nisâ, 4/140) âyetini indirdi.
Âyetler; Allah’ın âyetlerinin alaya alındığı meclislerde oturmanın küfürde o müşrikler ve Yahudilerle bir olmaya sebep olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Âlimlerimiz bu âyetlerden hareketle:
a) Küfre razı olan kimsenin kâfir olacağına
b) Günahı görüp de ona razı olan ve onu işleyenlerle beraber bulunan kimsenin, o günahı işlemese dahi günahta onu işleyenlerden bir farkı olmadığına delil getirmişlerdir. Çünkü âyette: ’aksi halde siz de onlar gibi olursunuz" buyrulmakta, münafıkların kâfirlerle birlikte cehennemde bulunacakları ifade edilmektedir. Onlar bu dünyada, günah ve Allah’ın âyetleriyle alay etme hususunda bir araya geldikleri gibi, cehennemde de bir araya gelecek, azaba duçar olacaklardır.
Yahudilerin lanetlenmelerinin sebebi de; günahı bildikleri halde insanları ondan nehyetmemeleri, nehyetseler dahi günah meclislerinde onlarla birlikte bulunmaları, dostluk yapmaya devam etmeleridir.
Abdullah b. Mes’ud (r.a)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’İsrail oğullarına isabet eden ilk kusur (şudur): Bir kimse, (kötülük işleyen) diğer bir kimseyle karşılaşır ve: ’Ey filanca! Allah’tan kork ve yaptığını terk et, zira bu senin için helal değildir.’ derdi. Sonra ertesi gün onunla karşılaşır da (dünkü yap¬tığı kötülük) onunla beraber yemek, içmek ve meclis ortağı olmasına mani olmazdı. Onlar bunu yapınca Allah onların kalplerini birbirine çarptı. (Yani gü¬nah işleyenlerle işlemeyenlerin kalplerini bir kıldı).’ (Rasûlullah) sonra: ’İsrail oğullarından kâfir olanlar; Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın dili ile lanetlendiler…’ (âyetinden): ’…fasıktırlar.’ (el-Mâide, 5/78-81) buyruğuna kadar okudu. Sonra şöyle buyurdu: ’Dikkat edin, Allah’a yemin olsun ki, mutlaka siz (ya) marufu emreder ve münkerden menedersiniz, zalimin elinden tutup onu hakka döndürürsünüz ve onu hak üzere tutarsınız, (ya da Allah kalplerinizi birbirine katar, sonra da onları lanetlediği gibi sizi de lanetler.)’ (Ebû Dâvûd, Melâhim, 17)
Ali el-Karî: ’Herhangi bir zorlama olmadan ve günahlarına son vermeden (günahkârlarla) birlikte yemek ve içmek açık bir günahtır. Zira Allah için buğzetmenin gereği, (salihlerin) günahkârlardan uzaklaşmaları, onları terk etmeleri, ilişkiyi kesmeleri ve onlarla irtibat kurmamalarıdır.’ demiştir. (Alî el-Kârî, Mirkâtu’l-Mefâtîh Şerhu Mişkâti’l-Mesâbîh, c.9, s.342)
Münkeri gören tepki göstermelidir. Gücü yetiyorsa eliyle, yoksa diliyle onu kaldırmaya çalışmalıdır. Eğer bunlara gücü yetmiyorsa kalben buğzetmeli ve hemen o günah meclisinden uzaklaşmalıdır. Yoksa âyetin tehdidi ile karşı karşıya kalır.
Ebû Vâil’den rivayet edildiğine göre: ’Muhakkak ki bir adam bir mecliste yalandan bir söz konuşur ki onunla meclis arkadaşlarını güldürsün; Allah da onların (tümüne birden) gazap eder.’ dedi. Bu (söz) İbrahîm en-Nehaî’ye haber verildi de (o) şöyle dedi: ’Ebû Vâil doğru söyledi. Bu Allah’ın kitabında yok mu? ’Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın, aksi halde siz de onlar gibi olursunuz.’ (en-Nisâ, 4/140)’ (İbn-i Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân An Tefsîr-i Âyi’l-Kur’ân, c.7, s.603)
Hişâm b. Urve’den rivayet edildiğine göre; Ömer b. Abdulaziz, bir topluluğu şarap içerken yakaladı ve onlara (had cezası) vurdu. Onlar içerisinde oruç olan birisi de vardı. (İnsanlar kendisine): ’Muhakkak bu (adam) oruçtur. (Onu niçin cezalandırıyorsun?)’ dediler. Bunun üzerine (Ömer b. Abdulaziz): ’Başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın, aksi halde siz de onlar gibi olursunuz.’ (âyetini) okudu. (İbn-i Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân An Tefsîr-i Âyi’l-Kur’ân, c.7, s.603)
Düğünler yapılıyor. Şayet mahremiyete dikkat edilmiyor, çalgılı ve içkili yapılıyorsa hiç kimsenin kınamasına aldırış etmeden böyle meclislere iştirak etmemelidir. Yaratan’ın rızası, diğer tüm mahlûkatın rızasından üstündür. Bizler O’nun huzuruna çıkacağız, hesap vereceğiz.
Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Her kim Allah’ın rızasını, insanları kızdırmak pahasına elde etmek isterse Allah ona yeter. Her kim de Allah’ı gazaba getirme pahasına insanların rızasını kazanmak isterse; Allah onu insanlara terk eder." (İbn-i Hibbân, Sahîh, el-Birru e’l-İhsân, s.96, h.no:277)
Bid’at ve hevâ ehlinden uzaklaşmak da günah ehlinden ehlinden uzaklaşmak gibi elzemdir. Zira Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Her kim bidat sahibine hürmet ederse hiç şüphesiz İslâm’ı yıkmaya yardım etmiş olur.’ (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, Bab:66, c.7, s.61, h.no:9464)
İnsanın devamlı surette hayrı kazanabilmesi, itikâfta sair azalarını haramdan men ettiği gibi dışarıda da aynı şekilde menetmesine bağlıdır. Nasıl ki burada haramlarla aramızda duvarlar var, aynı bu şekilde dışarıda da gözün, lisanın, duyguların önüne haramlara karşı takva duvarını çekmelidir ki, gönül evine masiyetler sirayet edemesin.

Ailelerimize karşı hayırhah olmalıyız!
Ana babamıza ve aile efradımıza karşı daima hayırhah olup, hayır konuşmalıyız. Peygamberimiz (s.a.v.) ailesine karşı hayırlı olmuştur. ’Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben ise aileme karşı hepinizden daha hayırlıyım.’ (Tirmizî, Menâkıb, 64) buyuruyor.
Bütün hayırda sen en öndesin yâ Rasûlallah! Seni kim geçebilir ki. O, Allah’a itaat yolunda ailesine karşı hayırhah, müşfik, hayra teşvik eden, evine girdiği zaman ev halkının yüzünün güldüğü ve ferah duyduğu, güzel ahlak ve edep timsali.

Mahremiyet ve hatada ısrar etmemek!
Hata ve kusur işlemek biz kullar her zaman mümkündür. Peygamberlerin dışında herkes günah işlemeye açıktır. Önemli olan hatasını anlayınca kulun onu terk etmesidir. Cenâb-ı Hak, muttakilerin vasıfları arasında günahta ısrarcı olmamayı da zikretmiştir.
’Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim bağışlar- ve bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir.’ (Âl-i İmrân, 3/135)
Hatada ısrar etmek büyük günahlar içerisindedir. Hatada ısrar edince insan, nefis ve şeytanın iğvası sebebiyle onu güzel görebilir. Ta ki Allah’ın merhameti yetişip gözünden perdeyi kaldırıncaya kadar. Cenâb-ı Hakk bunu şöyle ifade etmiştir:
’Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır?’ (el-Fâtır, 35/8)
Allah’ın sevmediği iş kendisine güzel gösterilen bir kimse Allah’ın hidayeti ve rahmeti üzere değil O’nun gazabı üzeredir.
Bir insanın nefsi haramı sevip ondan hoşlanırsa o harama bir kılıf uydurarak kendisi için meşrulaştırır. İnsan, nefsi haramı sevdiği halde kâmil bir manada Allah sevgisinden, hak sevgilerden nasıl bahsedebilir. Hz. Pir’in dediği gibi bunun durumu: ’Ben Mekke’ye gidiyorum’ deyip de Horasan yolunu tutana benzer.’ (İlahi Armağan, 13. Meclis) Cenâb-ı Hakk’a yakınlaşacaksan helallerine tutun, haramlarını bırak. Hem haramları işliyor hem de ben Allah’a gidiyorum diyorsun. Yalan söylüyorsun, yanlış yapıyorsun. Yönünü Allah’a çevir ki sözünle işin aynı olsun.
Allah Azze ve Celle’nin hükümlerine muhatap olmada kimse imtiyaz sahibi değildir. Haram haramdır, helal helaldir. Öyleyse, kim Allah’ın rızasını istiyorsa ve bunda samimiyse Allah’ın helal kıldığına tutunacak, haram kıldığını da terk edecek.
Allah (c.c.) hatalarımızı hemen görmemizi nasip eylesin. Hata ve kusurda devamlı olmaktan hepimizi muhafaza etsin.
Mübarek Efendim Abdullah Faruki el-Müceddidî şeriat insanıydı. O Cenâb-ı Hakk’ın emrini ve helalini seviyordu, haramı ise sevmiyordu. O yüzden haramdan sakınmada çok şiddetliydi. O, Cenâb-ı Hakk’ın kendileri hakkında: ’Fakat Allah, size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkârcılığı, fasıklığı ve (İslam’ın emirlerine) karşı çıkmayı da çirkin göstermiştir. İşte bunlar doğru yolda olanların ta kendileridir.’ (el-Hucurât, 49/7) buyurduğu raşid kullardandı.
Allah’ım bizi de bu zümreden kıl! Biz zayıfız ya Rabbi, kusurlarımızı, noksanlığımızı sana arz ediyoruz. Ramazan’ın şu son günlerinde o güzel Habibin hürmetine bizlere senin emirlerini, zikrini sana itaati sevdir ya Rabbi.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • hafız kızın

    rabbım ebeden razı olsun efendım bır kere daha kalbımıze hıtap ettın rabbımme olan duanda yer almak umıdıyle

1 kişi yorum yazdı.