Özlenen Rehber Dergisi

92.Sayı

Pakistan İçin Ahde Vefa Zamanı Kardeş Ülke Pakistan Yardım Bekliyor,

Mehmet DOĞAN Özlenen Rehber Dergisi 92. Sayı
Yaklaşık bir asır önce…
Tarih sayfalarına göz attığımızda, Milli mücadelemiz esnasında, tarih yeniden yazılmış, yüzlerce, binlerce kahramanlıklar ve akıllara durgunluk veren örnekler yaşanmıştır. Dışarıda İtilaf Devletleri, içeride iç mihraklarla ve yoksullukla savaşan Osmanlı Devletine bir yardım eli de, şu an dünya kamuoyunda da yer alan sel ve deprem felaketi ile yüz yüze kalan, yardıma muhtaç olan Pakistan ülkesinden uzanmıştır.
Pakistan’da Osmanlı Devleti için yardım toplanmasında, Muhammed İkbal ve Emir Ali büyük rol oynamıştır. Manevi işaretlerle de, yapılan yardımın doğruluğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Emir Ali başkanlığında Hilafet Komitesi kurulmuş, 26 Aralık 1921’den 12 Ağustos 1922 tarihine kadar toplam 675.494 Türk Lirası ve 156 bin İngiliz sterlini gönderilmiştir. Bu paralar Osmanlı Bankası’nda muhafaza edilmiştir. Büyük Taarruz’un finansının önemli bir bölümü bu yardım paralarından oluşmuştur. Yardımın toplanmasında Muhammed İkbal’in rüyası da etkili olmuştur.

MUHAMMED İKBAL’İN RÜYASI
Çanakkale’de savaşın en kızgın anlarının yaşandığı sıralarda, Pakistan’ın Lahor kentindeki en büyük alanlardan birinde, halkın büyük bir teveccüh gösterdiği muhteşem bir miting düzenlenir. Mitingin amacı Çanakkale ’de çarpışan Türklere yardım ve gönüllü toplamaktır. Halkın büyük çoğunluğunun fakir olmasına rağmen, meydanlara serilen yardım sergilerine kulaklarındaki küpelerini, parmaklarındaki alyansları ve evdeki eşyalarını satarak elde ettikleri paraları atarlar kadim dostlarımız. Muhammed İKBAL kürsüye çıkar ve mahcubiyet içerisinde birkaç gün önce gördüğü rüyayı anlatır. Daha sonra da o gün tarihe mal olacak o meşhur şiirini okur halka hitaben;

Dedi Hz. Muhammed (s.a.v.)
Cihan bahçesinden bana bir koku gibi yaklaştın
Söyle bana ne gibi bir hediye getirdin?
Dedim: Ya Muhammed (s.a.v) dünyada yok rahatlık
Bütün özlemlerimden umudu kestim artık
Varlık bahçesinde binlerce gül lale var
Ama ne renk ne koku... Hepsi de vefasızdır
Yalnız bir şey getirdim kutlanmıştır tekbirlerle
Bir şişe kan ki eşi yoktur namusudur, vicdanıdır
Buyurun, bu ’Çanakkale şehidinin kanıdır’


İKBAL ile birlikte meydandaki herkes hüngür hüngür ağlamaktadır. Gönderilen maddi yardımların yanında bir de içten dualar ederler Çanakkale’deki kardeşlerine. İçlerinden bazıları son kuruşlarını da verdikleri yetmezmiş gibi cephede savaşmak üzere gönüllü yazılırlar. Bütün bunların hepsi bir yana, sessizce gerçekleşen bir olay daha yaşanır o gün. Yürekleri parçalayan, işte inanç bu, kardeşlik bu, dedirten olay şöyledir;
Meydandaki bu muhteşem mitinge kucağındaki yeni doğmuş bebeği ile iştirak eden bir anne yeni dul kalmış ve verecek bir şeyi de olmadığından eziklik içerisinde kıvranmaktadır. Fakat birden, hızlı ve emin adımlarla uzaklaşır oradan. Nihayetinde zengin bir efendinin konağının önünde durur. Kapıyı çalar ve efendi ile görüşmek istediğini söyler hizmetkârlara. Dilenci olduğunu düşünerek almak istemezler bu kadını. Fakat kadın ısrar eder ve çıkarırlar zengin efendinin karşısına. Efendi sorar ne istiyorsun diye. Cevap verir kadın; Bebeğimi sana satmak istiyorum. O devir de hizmetçi olabilecek küçük yaşta çocuklar satılmaktadır. Fakat bu yeni doğmuş bir bebektir. Hangi anne, canından çok sevdiği yavrusunu ve hangi sebeple satmak istemektedir. Zengin efendi sorar ama cevap alamaz kadından. Merak eden efendi çocuğu alır. Parayı verir kadına ve takip etmelerini emreder hizmetkârlarına. Lahor’daki miting meydanına kadar takip ederler kadını. Çocuğunu satarak elde ettiği parayı kuruşuna kadar meydandaki sergiye bırakır kadın. Hizmetkârlar efendiye anlatırlar olayı. Şaşkınlık içerisinde kalan efendi, bulup getirin o kadını der. Bulur, huzuruna getirirler kadını. Efendi; Sen söylemedin ama ben seni takip ettirdim ve paranı Çanakkale’ye gönderilmek üzere bağışladığını öğrendim. Bunu niçin yaptığını bana anlatmak zorundasın der. Kadın, efendiye dönerek, işte İslam Kadını bu dedirtecek ve oradakileri yüreğinden vuracak sözleri söyler;
Şimdi sen diyorsun ki; Çanakkale’ye gönderilecek bir silah için koklamaya doyamadığın yavrunu niye sattın öyle mi? Osmanlı zayıf düştüğünden beridir, yanı başımıza kadar gelen İngilizlerin yaptığı zulümler ortada. Bu gün Muhammed İkbal dedi ki; Eğer Osmanlının son kalesi olan Çanakkale de geçilirse, Hilafet kalmaz ve iyi bilin ki sıra sizdedir. Eğer İngiliz buraya da gelir, namusumuza el uzanır, bayrak iner, vatan toprağı düşmanın pis çizmeleri altında çiğnenirse, çocuğum olsa ne olur, olmasa ne olur. İşte bu yüzden hiç tereddüt etmeden sattım yavrumu. İngilizlere köle olacağına size hizmetkâr olsun.
Anadolu kadınından farklı düşünmeyen bu Pakistanlı kadın da böylece bize ve zengin efendiye güzel bir ders vermiş oldu. İsterseniz hikâyeyi güzel bir şekilde bağlayalım. Bu sözler üzerine duygulanan efendi, hizmetkârlarına derhal çocuğu kadına geri vermelerini emreder. Ardından yüklü bir miktar daha parayı miting meydanına gönderir.
Elbette ki toplanan paraların Türkiye’ye gönderilmesinin nedeni hilafetin kurtarılmasıdır. Camilerden, kadınlardan ve okullardan büyük bir seferberlik düzenlenerek toplanan para, doğrudan İtalyan bankaları kanalıyla gönderilmiştir. Paranın büyük bir kısmı ile ordunun ihtiyacı karşılanırken, İstiklal Savaşı sonrası kalan para geri iade edilmeyerek Türkiye İş Bankası’nın ana sermayesini oluşturmuştur.
Başkomutanın emriyle toplam 1,5 milyon lira bankadan çekilir ve Büyük taarruzun mali kaynağı oluşturulur. Ordunun ihtiyaçları karşılanır ve Büyük taarruz kazanılır. (30 Ağustos 1922’de gerçekleşen Başkomutanlık Meydan Muharebesi için toplam 5 milyon lira harcanmış, bu finansın yaklaşık üçte biri bu yardım paralarından karşılanmıştır.) Milli Savunma Bakanı Kazım Özalp ve Başkomutanlık Genel Sekreteri Hasan Soyak, Osmanlı Bankası’ndan çekilen paraların Hindistanlı Müslümanların gönderdiği paralar olduğunu doğrulayarak ordunun ihtiyaçlarının bu paralardan karşılandığını itiraf etmişlerdir. (Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları’ Alptekin Müderrisoğlu, Kastaş yayınları)

Ve bir asır Sonra…
Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda biz düşmanla mücadele ederken yanımızda yer alan Pakistan, haftalarca süren şiddetli muson yağmurlarının ardından sele teslim olmuş ve şu an orada yüzyılın insanlık dramı yaşanmaktadır. Bin 600 kişinin öldüğü felaketten yaklaşık 20 milyon insan etkilenmiştir. Yaklaşık 5000 köy sular altındadır. 5500’den fazla okul yıkılmış ve yaklaşık 5000 tanesine de mağdur halk yerleştirilmiş, 1300 sağlık merkezi de yine sular altında kalmıştır.
Yine Birleşmiş Milletler (BM) raporuna göre, topraklarının beşte biri sular altında kalan ülkede 8 milyon insan açlık ile yüz yüze kalmıştır. Evsizlerin sayısı ise 4 milyonu aşmıştır.
Kıtalar da aysberglere ve buz kütlelerine sıkışan birkaç balinayı kurtarmak için seferber olan BM ve Dünyaca ünlü bir kaç örgüt, Filistin’i, Eritre’yi ve Mora’yı seyretmekle yetindikleri gibi, Pakistan’da da aynı tutumu sergilemişlerdir.
Bizler Ramazan ayında iftar sofralarımızı çeşit çesit yemeklerle donatırken, Pakistanlı kardeşlerimiz, on bir ayın sultanı Ramazan ayını aç ve susuz olarak, hastalık, yokluk ve sefalet içerisinde geçirmişlerdir. Yine de onurlu bir davranış sergilemişlerdir.
Pakistan’a yardım amacı ile giden gönüllü kardeşlerimiz, ’biz Türkiye’den geliyoruz’ dediklerinde, Osmanlılıların torunları diye ayakta karşılamışlardır. Yapılan yardımlardan dolayı Türk milletine minnet ve şükranlarını bildirmişlerdir. Yiyecek, içecek ve barınacak yerleri olmasa da, Ramazan ayında oruçlarını tutacaklarını söylemişler ve Allah’a şükrederek kıt-kanaat da olsa her şeye rağmen, yardımla gelen bir lokmayı da diğer afetzedeler ile paylaşmışlar, iftar ve sahur etmişlerdir.
Türkiye başta olmak üzere İslam ülkeleri ve insanı yardım kuruluşları, bu acil durum karşısında teyakkuza geçmiş, ilk günden itibaren yardımlar gönderilmeye, yaralar sarılmaya başlanılmıştır. Dinimizin mucibi ve sosyal sorumluluğumuzun gereği olarak, İslami ve insani yardım kuruluşları olan, İHH, Cansuyu, Kimse Yok Mu, Deniz Feneri ve Yardım Eli gibi dernekler Pakistan’ın imdadına koşmuşlardır. Yine, Farukiye Vakfı gönüllüleri de yardım derneklerimiz ile birlikte bir kampanya başlatmıştır. Gıda, giyecek tıbbı malzeme ve zaruri ihtiyaçlardan oluşan 7 kamyon yardım, Pakistanlı kardeşlerimize ulaştırılmıştır.
Başlatılan kampanya Pakistan’da, kimsesizlerin kimsesi, yaraların cansuyu, karanlık gecelerin feneri, sıkıntıların yardım eli olmuştur ve bu yardımlar devam edecektir. Gönüllü kuruluşlar ve Vakfımız aracılığı ile yardımlarını gönderen halkımıza da buradan bu vesile ile teşekkür ederiz. Allah (c.c)’dan yardımlarınızı kabul etmesini niyaz ediyoruz.
Bizler Farukiye Vakfı olarak, Pakistanlı kardeşlerimizin acil ihtiyaçları olan kuru gıda başta olmak üzere yağ, un, şeker, çocuk bezi süt tozu, bisküvi, sıvı gıdalar, çadır, nevresim, battaniye, temizlik malzemeleri, tıbbı malzemeler göndermeye devam edeceğiz inşallah. Çanakkale ve Kurtuluş savaşındaki yardımlarını unutmadık, unutmayacağız ve ahde vefa göstereceğiz inşallah. Sizlerin desteği ve yardımları ile kardeşlerimizin acılarını paylaşmaya, yaralarını sarmaya devam edeceğiz inşallah.

Yardımlar ulaştırılamaz veya kesilirse vay hallerine ki, kolera gibi bir dizi salgın hastalıklar başladı bile. 3,5 milyon çocuk maalesef sudan meydana gelecek hastalıklara maruz kalacak. Gelin şimdi hep beraber empati yapalım ve beş dakikalığına Pakistanlı kardeşlerimizin yerine kendimizi koyalım…
Kardeş ülke Pakistan yardım bekliyor.
Yardımlarınız ile Peygamber (s.a.v) Efendimize ittiba ve O’nu sevindirme zamanı…
Şimdi; Ahde Vefa zamanı….
Allah’a emanet olun.

Kaynaklar: ’Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları’ Alptekin Müderrisoğlu, Kastaş yayınları, Kazım Özalp ’Anılar’,’Nutuk’ Mustafa Kemal Atatürk, ’Türkiye İktisat Kongresi’ Ali Özgüven Tarık Yalçın / Tarih Servisi.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

3 kişi yorum yazdı.