Özlenen Rehber Dergisi

15.Sayı

Uyurken Ağzına Yılan Giren Birini, Bir Bey'in İncitmesi

Müzeyyen KANBUR Özlenen Rehber Dergisi 15. Sayı
Akıllı bir zât ata binmişti. Uyumuş bir adamın ağzına bir yılan giriyordu. O akıllı süvari onu gördü ve onu ürkütüp kaçırmak için atını sürdüyse de yetişip emeline muvaffak olamadı. Akıllının imdadı çok olduğu, yani çok şeye aklı erdiği, için uyuyana birkaç topuz vurdu. Kuvvetli topuz darbesi uyuyan adamı uyandırıp süvariden, bir ağaç altına kadar kaçırdı. Ağacın altına bir çok çürük elma dökülmüştü. Süvari: ’Ey dertli Bunlardan ye!’ dedi. Adamcağıza o çürük elmalardan o kadar çok yedirdi ki yedikleri geri gelmeye başladı. Elma yiyen bağırdı ki: ’Ey emir! Ben sana ne yaptım ki bana kastettin? Şu zulmün sebebi nedir? Eğer benim hayatımla senin aslî bir adavetin/düşmanlığın varsa, bir kılıç vur da kanımı dök. Sana göründüğüm saat ne uğursuz bir zamanmış. Senin yüzünü görmeyenler için ne mutlu! Cinayetsiz, günahsız, az çok bir şey yapmış olmaksızın bu zulmü dinsizler bile caiz görmezler.’ Lakırdı ile beraber ağzından kan fırlıyor, ’İlahî, şu zulmün cezasını sen ver?.’ Her zaman yeni lanetler ediyor, süvari ise: ’Bu kırda, koş!’ diye vuruyordu.

Rüzgar gibi süratle hareket eden süvarinin topuzu adamın beresinden ha bire iniyor ve adam topuz darbelerinin önünden kaçmaya çalışıyor, koşuyor ve yüzü üstüne düşüyordu. Midesi dolmuş, uykusu zail olmamış, vücudu gevşemiş, ayakları ve yüzü binlerce yara almıştı. Gece vaktine kadar o süvarinin topuz darbeleri ve adamın bitkin haldeki kaçışı sürdü. Ta ki ağzına yılan giren adamın safrası galebe etti ve kay etmeye (kusmaya) başladı. Onun yediği yemekler çıktı; o yemeklerle yılan da dışarıya fırladı. Kendinden o yılanın çıktığını görünce, o Salih süvarinin önünde yerlere kapandı. O kara, çirkin ve iri yılanı görünce onun korkusu ile dertleri kendisinden gitti. Dedi ki: ’Sen hakikaten rahmet-i Cebrâil yahut rahmet-i Hüdâ’sın ki velî nimetimsin. Beni gördüğün saat ne mübarek zamanmış. Ben ölmüş gitmiştim, bana yeni bir hayat bağışladın. Eşek, eşekliğinden dolayı sahibinden kaçar, sahibi de hayırhahlığından dolayı onu takip eder. O takip menfaat ve ziyan şevkiyle değildir; eşeği kurt, yahut canavar yaralamasın diyedir. Senin yüzünü görene, yahut ansızın mahallene gelene ne mutlu! Ey temiz ve senâya layık olan ruh; sana ne kadar saçma sapan sözler söyledim. Ey efendi, ey şehinşah, ey beğ, onları ben söylemedim, cehaletim söyledi, onlardan dolayı beni affet. Eğer bu hali azıcık bilmiş olsaydım, münasebetsiz sözler söylemezdim. Eğer bana bu halden remz ve işaret yoluyla bir şey anlatmış olsaydın, ey güzel tabiatlı emir, sana medh-u senâda bulunurdum. Lakin sükut ettiğim için hiddetlenmiş, sessiz, sedasız başıma vurmuştun Başım sersem olmuş, aklım başımdan gitmişti. Hususiyetle bu baş ki azıcık bir beyni vardır. Ey güzel yüzlü ve güzel işli emir; söylediklerim cünün eseridir. Onları affet.’

Emir dedi ki: ’Eğer ben o vakit sana bir parça söylemiş olsaydım senin ödün kopardı. Eger ben sana yılanın nasıl olduğunu söyleseydim korku seni helak ederdi.’

Orada uyumuş olan insan, insan-ı gafildir, ağzına giren yılan nefs-i emmâredir. Emir süvari mürşid-i kâmildir. Onu uykuda iken döve döve uyandırıp kırda bayırda koşturması riyâzet ve mücâhededir. Yılanın çıkışı da sâlik’in nefs-i emmâreden kurtulmasıdır. ’(Yedullahi fevka eydîhim ) Yani: ’Allah’ın eli onların eli üstündedir.’ âyetinde eller, filvâki Rasûl-i Ekrem ile Ashâb-ı Kirâm’ın elleri idi ki, ona biat etmişlerdi. Ehlullah’ın hatta en aciz bir dervişin de, elden ele Rasûlullah ve o vasıta ile Allah’a biati vardır. Binaenaleyh, o ellerin üstünde olan da Cenâb-ı Hakk’ın yed-i kudretidir. O halde Allah’ın yed-i kudretine ve Peygamberin yed-i biatine vasıl olan kâmil eller de fevkalade işler görebilirler.’ (Tahiru’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, c.7, s.607.)

Bir müride düşen; mürşidinin nasihatlerini can kulağıyla dinlemektir. Mürşidin bazı söz ve fiillerine itiraz etmek, akılların zayıf olduğundan kaynaklanmaktadır. Nefsinin kötü ahlaklarından ve şeytanın bütün tuzaklarından kurtuluşunun, mürşidine sâdıkâne bir teslimiyette olduğunun idraki ve şuuru içerisinde olunmalıdır. Bizlere verdikleri vazifeler nefsimize ne kadar ağır gelirse gelsin, hayrın, verilen bu vazifeleri cân-ı gönülden yerine getirmekte elde edilebileceğini hatırdan hiç çıkartmamalıyız.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.