Özlenen Rehber Dergisi

96.Sayı

Yozlaşmanın Ekrana Yansıyan Hali- Kadın Programları

Ayşe YİĞİT Özlenen Rehber Dergisi 96. Sayı
Küreselleşmenin zaman tüneli içerisinde başarabildiği en önemli haslet; hiç şüphesiz toplumu kendi oluşturduğu sunî değerler çerçevesinde yeniden şekillendirmektir. İnsan sosyal bir varlıktır. Sosyalite devamında gelişmeyi ve yenilenmeyi gerektirir. Gelişme ve yenilenme ise dinin emrettiği ve sınırlarını çizdiği alan içerisinde güzellikler edinme, insanî, ruhî, ahlakî tekâmmüle erme halidir.

Genel durum; korkunç manzara...
Son birkaç yıldır, hemen hemen bütün televizyon kanallarında her gün saatler süren kadın programları yapılmakta. İzlenme oranları hayli fazla olan bu programlar, ihtiyaç sahiplerinin birçok platformda dillendirdikleri isteklerini bir de ekranda dile getirmenin, üç-beş kuruş maddi yardım sağlamanın, eş arayanlara aracılık yapmanın haricinde sahici bir netice vermiyor. Bu programlar hele hele aile içi sorunlara çözüm getirmekten, bu konuda işe yarar şeyler sunmaktan ise fersah fersah uzak. Çünkü televizyon programlarının esas gayesi çözüm üretmek değil. Ne yapıp edip kendini izlettirmektir. Yani birilerinin ağlayarak ve de bütün içtenliğiyle anlattığı hayat hikâyeleri diğerleri için ’reyting’ aracı olmaktan öte çok birşey değil maalesef.
Bu tür programların genel manada işleniş zemini bu olmakla birlikte, birçok insanın gözden kaçırdığı ama en az bu söylenilenler kadar mühim olan bir diğer mesele ise, ’delinin aklına taş getirir’ cinsten örnekler ve yaklaşımlarla izleyenleri vesveseye, karamsarlığa hatta bunalıma sürükleyici bir etki yapmalarıdır.
Peki bütün bunlara rağmen özellikle hanımların bu tür programlara büyük ilgi duymalarının, devamlı surette takip edip seyretmelerinin sebebi ne olabilir? Benzer sorunlara sahip olmak mı? Paylaşmak istemek mi? Kendi acılarını kaygılarını başkalarının şahsında yaşamak mı? Ekran karşısında yalnızlığını gidermek mi? Yardımcı olmak mı? Beterin beteri olduğunu görerek haline şükretmek mi? Yoksa dedikodu ihtiyacını karşılamak mı?.. Hepsi veya hiçbiri...
Hastaneye gidenin oradaki hasta çokluğuna bakarak dışarıda sağlam insan kalmamış hissine kapıldığı gibi, insan bu programları seyrederken şu toplumda sanki doğru dürüst bir hane kalmamış, mutlu birliktelikler, aileler sanki tamamen zayi olmuş gibi bir zanna kapılıyor.
Aslında dürüst davranıp, bu programlara başka isimler verilmeli. Mesela, ’Kadınlar Kadınlara Karşı’, ’Kadın Savaşları’, ’Kocayı Öldür Kadını Güldür’ gibi... Çünkü burada kadının, kadınların kendi çelişkilerinin, hemcinslerinin yaptıklarının birer iç hesaplaşması yer almakta. Ya sunucuların ve canlı yayın konuklarının yorumlarına, akıldaneliklerine, vatan kurtaran aslan edasıyla yaptıkları önerilere ne demeli? ’Ay inanamıyorum, sen böyle bir erkeğe nasıl tahammül ediyorsun?’ derken, o aşağılayıcı ses tonu!.. ’nikâhtan önce hiçbir yerlere gidip başbaşa kalarak birbirinizi tanımadınız mı? Flört etmediniz mi?’ gibi sorulardaki gizli mana!.. ’ben olsam, bir saniye bile durmam kapıyı çeker giderim’ tarzı sözlerle akıl verirken kendini övenler, ’sana koca mı yok güzelim! Eve hapsolma git gez hayatını yaşa, gençsin güzelsin elini sallasan ellisi!’ gibi klaşeleşmiş feminist söylemler ve daha neler neler.
Haramın, fuhşun masum bir ekmek kapısı olarak örneklendirildiği, aile içi mahremiyetin edepsizce ifşa edildiği, insanların birbirine çamur atmakta yarıştığı programlar büyük bir sosyal hizmetmiş gibi lanse ediliyor. Böyle bir programa kapağı atabilmek, artık bazı kadınlar için en kestirme kurtuluş yolu! Televizyona çıkıp, kocasını ve yedi sülalesini milyonlarca insana gammazlamak yeni bir tehdit yolu, yeni bir yaptırım gücü. Belki ifadeler biraz kabaca oldu ama üzülerek ifade etmeliyiz ki, mevcut durumun vahameti ancak bu şekilde resmedilebiliyor.

Programların etkileri;
Bir gözlemci olarak toplumun genelini kuşbakışı gördüğünüzde genç ihtiyar, kadın erkek, küçük büyük her yaştan insanların bu programların tiryakisi olduğunu görmeniz işten bile değil. Peki bu kadar insanın seyrettiği ve genel manada olumsuz özellikler oluşturabilecek bu tarz programların etkileri nelerdir?
Konu dâhilinde görüş serdeden uzmanlar aile ve kadın eksenli programlarda genel manada toplumun yoksulluk durumunun ve bireylerin duygularının kötüye kullanıldığı, aile içi olumsuz ilişkilerin teşhir edilerek çocukların ve gençlerin ruh sağlığının olumsuz etkilenmesine neden olunduğu belirtiliyor.
Bu tür programlarda kadının küçük düşürüldüğü, toplumda cinsiyet/kadın erkek eşitsizliğinin körüklendiğinden, bu yayınlar nedeniyle kız çocuklarında karşı cinse ilişkin olumsuz bir tutumun gelişebileceği, bu tutumun da gençlerin gelecekte kuracakları aile ilişkilerini olumsuz manada etkileyebileceği, durumun vahametini çok bariz bir şekilde ortaya koymaktadır.
Sözü edilen programlarda aile içi olumsuzlukların açıkça ortaya konulması sonucunda, çocuk ve gençlerin özellikle kendi öz anne-babalarına olan temel güven duygularının sarsılabileceği de yine mevzunun önemli yönlerinden bir diğeridir.
Konu dâhilinde yapılan ve kamuoyuyla paylaşılması için medya, dernek, vakıf gibi yerlere gönderilen raporlarda yayınlanan aile eksenli programların bazı bölümlerinin çocuk ve gençleri cinsel, sosyal, psikolojik, duygusal, ahlaki ve aile içi ilişkiler yönünden olumsuz etkileyebileceği değerlendirmesinin yapılması yine konunun ne denli öneme haiz bir durum olduğunu açıkça göstermektedir.
Şiddet eksenli programlarda çocuk ve gençlere olumsuz rol modelleri sunulduğu, bunun toplumda ve özellikle okullarda şiddet olaylarının artmasında etkili olabileceği yine konu hakkında çalışma yapan uzmanların ortak kanısı olarak bildirilmektedir.
Ayrıca uzmanlarca çocuk ve gençlerin, kendilerini kolayca özdeşleştirebilecekleri, ’şiddet ve gücün, bu tür programlarda birlikte ve hatta olumlu sunulduğu programlar aracılığıyla kişisel gücün, hukukun yerine ikame edildiği ve böylece ailede ve toplumda şiddet kullanımının adeta teşvik edildiği’ belirtilirken, şiddet eksenli programların, çocuk ve gençlerin bütün yönleriyle ve özellikle de kimlik gelişimlerini olumsuz etkileyebileceği değerlendirilmesi yapılıyor.

Bir özeleştiri;

Yaklaşık son bir buçuk asırdır zihni istilaların da etkisi ile hep övünüp durduğumuz o meşhur ’Türk aile yapısı’ ciddi bir sarsıntı yaşamakta. Boşanma oranı her yıl katlanarak artıyor mesela. Bu gidişle, yakın zamanda bu memleket bir dullar ülkesi, bir yetimler yurdu haline gelecek. Tıpkı Avrupa’da, Amerika’da olduğu gibi. Bir manada böyle olması için çalışmadık mı yıllardır. Hani nasıl deniliyor, batılılaşmak… E batılılaşıyoruz ne de olsa!..
Mevzu dâhilinde yapılan eleştiriler, tenkitler bir yana, toplum olarak üç önemli gerçekle yüz yüzeyiz:
Birincisi, sorunların kaynakları farklılaşmakla birlikte, toplumun her kesimi kendi bünyesinde barındırdığı ailenin yıkılma tehdidi veya toplumsal manada bir kırılma noktasında bulunuyor. Yani başta ailenin barındığı yer olan ev olmak üzere sokak, okul, iş hayatı gibi toplumun hemen her alanı bilinçli ya da bilinçsiz olarak ailenin yıkımı için canla başla çalışmakta bir bakıma kendi eliyle kendi sonunu hazırlamakla ’intihar’ etmektedir.
İkincisi, kapitalist zihniyetin insanların en temel değerlere dahi sirayet ederek ciddi ahlâkî sapmalara yol açmasıdır. Kişilerin ifadeleri ile davranışları arasındaki tutarsızlık her geçen gün daha da artıyor. Mesela dindarlığı herkesçe görülen bir hanımın çocuklarına veya kocasına tahammülsüzlüğü, merhamet kelimesini dilinden düşürmeyen erkeğin evinde ailesine ve çocuklarına karşı zulümkârlığı veya evine bağlı gözükmekle birlikte arada sırada zinayı çapkınlık ya da kaçamak sayarak harama meyletmeyi ’normal’ bulması gibi...
Üçüncüsü ise, aile çatısının genç ve çocukları barındıracak sıcaklıktan süratle uzaklaşıyor olmasıdır. Buna birçok dindar aile de dâhildir. Neredeyse hemen her programda evden kaçan evladını aramakta olan gözü yaşlı ana-babalara yer verilmektedir. Kısaca resmi veya gayrı resmi olarak aileler dağılmaktadır. Gençler evlerini terk etmektedirler. Bunun dış cazibeleri olsa da, asıl sebep içerideki itici koşullardır. Adına ’kuşak çatışması’ dediğimiz husustur. Çocuklarımızı İslamî ahlâk ile yetiştirememiş olmamızdır.

Netice;
Yine televizyona, oradan toplumun zihnine boca edilen ve oradan hareketle toplumsal yozlaşmaya kapı aralayan gizli ya da açık mesajlara dönersek, sadık televizyon izleyicisi hanımların farkında olarak ya da olmayarak maruz kaldığı propaganda şöyle özetlenebilir:
- Erkekler güvenilmezdir, fırsatını bulur bulmaz ihanet eder.
- Kendiniz en önemli, en kıymetlisiniz. Bunu fark edin ve ona göre davranın. Yani çoluk-çocuk diyerek kendinizi fazla üzmeyin, nasıl olsa onlara bakan birileri bulunur, en azından devlet bakar, siz kendi hayatınıza bakın.
- Eşlerinizin ana-babası, sülalesi önemli değildir, evlenince geçinebilmek için onlarla irtibatı en aza indirin.
- Güzel beraberlikler, birliktelikler nikâhsız da sürdürülebilir.
- Her evlilik nihayetinde yıkılmaya mahkûmdur.
- Mal-mülk işlerini baştan sıkı tutun, kendinizi garantiye alın.
- Siz çok akıllısınız. İsterseniz kendi başınızın çaresine bakabilir, her sorununuzu kendiniz çözebilirsiniz. Aptallık etmeyin!
Evet; belki kabul etmek istemiyoruz ama sunulan örneklerden, ekranlarda yapılan tartışmalardan, yayınlanan kadın programlarından maalesef bu sonuçlar çıkıyor.
Mevcut durum bu iken artık kadın sorunlarına eğildiğini söyleyen programların, kadınlara ne kadar yararlı olduğuna, kadın sorunlarını çözmek gibi iddialı bir amaç için yola çıkanların çözüm olarak nice yeni yeni sorunlar ürettiğine bir bakın ve gerçekten de neyin yararlı neyin ise zararlı olduğuna varın siz karar verin.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.