Özlenen Rehber Dergisi

118.Sayı

Tv; Tehlike Var

Ayşe YİĞİT Özlenen Rehber Dergisi 118. Sayı
Ömrün göz açıp kapayıncaya kadar tükendiği şu dünya hayatında vaktimizin kıymetini bilmeliyiz. Geçen her dakikanın hayatımızdan geçtiğinin farkında olarak yaşamalıyız. Bunun bilincinde olarak yaşam sürmeyi gaye edinirsek vaktimizin de ne kadar değerli olduğunu görebiliriz. Bu şekilde farkındalık bilincine sahip olursak vaktimizi israf etmeme konusunda da ciddi gayret gösterebiliriz. Aslında bu konu için hem olumlu hem de olumsuz yönde alternatifler bir hayli fazla. Olumsuz örneklerden en büyüğüne mercek tutarak başlayabiliriz. Tabii ki vakti israf etmenin en büyük sebebi olan Televizyondan bahsediyorum.
Televizyonun tarihi serüveni
Televizyon, 1920 yılında John Logie Baird tarafından İngiltere’nin Hasting kasabasında icat edilmiştir. Yine ilk tv gösterimi de Baird tarafından 1926’da yayınlanmıştır. 1940’larda renkli televizyon çalışmaları hızlanmış, 1950’lerde de ABD’de ilk televizyon satışa sunulmuştur.
Görüldüğü gibi, televizyon icadı batı kaynaklı olarak yıllar öncesine dayanmaktadır. Ancak üretilip satışa sunulduğu tarihten itibaren tutulan ve rağbet gören bir alet olarak günümüze kadar daha çok gelişerek ününü korumaktadır. Hatta gün geçtikçe ününe ün katıyor da diyebiliriz.
TV; Tehlike Var
Televizyona her geçen gün talebin artmasında üretici firmaların göz alıcı ürünler sunmasından çok; reklam, dizi ve çeşitli program yapımcılarının katkısı daha fazladır. Televizyonlarda gösterilen diziler; insanları etkileyen, hayatlarına müdahale eden hatta hayatlarına yön veren en büyük etkendir. Ekranlarda gösterilen yalan yanlış hayatlar genç, yaşlı, çocuk tüm kesimden insanların ilgi odağı. Sözde dram, komedi ya da günlük hayattan bir kesit teması ile yayına sunulan programların çoğu, amacı dışında hareket ediyor. Mesela, ana teması dram olarak çekilen bir diziye bakıyorsun, çarpık aile ilişkileri sonrasında anne babaya olan itaatsizliğin sonucunda ya da nikâhsız birlikteliklerin sonucunda sefalet çeken bir kişinin durumu üzerinden dramatik bir portre çizerek izleyiciye sunuluyor. Bu ve buna benzer daha birçok dizi konusu var. Hatta bazı diziler ise lise çağındaki gençleri konu edinmiş. Eğitime teşvik eden, örnek bir dizi bekleniyor haliyle. Fakat gösterilen ile düşünüleni yan yana getirmenin imkânı bile yok. Gençleri daha çok kız-erkek ilişkilerinin normalliğine, yalnız yaşamaya, vücudu örtmeyen dikkat çekici kıyafetlere ve kötü alışkanlıklara teşvik eden dizi adındaki sahte hayatlar, gençleri ve hatta çocukları bile hata yapmaya sürüklüyor. Daha ilkokul çağındaki çocukları konu edinen, o yaştaki çocukları dahi hedef kitlesine alan yapımcılar ve çeşitli kuruluşlar her geçen gün farklı projeler ile ekranlarda görülüyor. Aileleri tehdit boyutunu aşarak teşvik edici ve özendirici konuma gelen bu dizi ve filmler insanların vazgeçilmez tutkusu haline gelmiştir. İnsanların bu tutkusunu dikkate alan yapımcılar da boş durmayarak her gün daha gereksiz ve oyun içerikli bir proje ile reyting peşindeler.
Toplum tarafından benimsenen, kabullenilen ve olağan olarak görülen dizi ve benzeri programların, haftanın her günü farklı bir tanesi farklı bir kanalda gösteriliyor. İnsanların da zamanı çok olduğu için bütün hepsini izlemeye vakit bulabiliyorlar! Hatta çoğu insanda şahit oldum ki dizinin olduğu gün başka hiçbir iş ile meşgul olmuyorlar. Dizinin başladığı saatten itibaren dikkatle takip ediyorlar. Bu alışkanlık dizinin son bölümünün çekileceği güne kadar devam ediyor. Kişinin dizi izlemesini ne hasta olması etkiliyor ne de başka bir durum. Evlerine misafir gelse dahi dizisinden ödün vermeyen aileler var.
Geçmişte akrabaların, eşin, dostun birbirini ziyaret etmesi, sıcak bir çay eşliğinde edilen muhabbetin güzelliği, tadı başka hiçbir yerde bulunamazdı. Ne yazık ki artık o da değişti! Artık misafirlikler karşılıklı iki kelâm edilip, dertleşilip, dostun yakınlığı ile huzur bulunan bir şey olmaktan çıktı, toplu izlenen televizyon saatleri olarak değişti. Programın, dizinin ya da filmin gösterilmeye başladığı anda ortamda hiç ses çıkarılmayan, reklam aralarında da çay tazelenen ya da ihtiyaç giderilen bir alışkanlık oldu.
Tv; Olmazsa olmaz (mı)?
Bireyler televizyona o kadar bağımlı yaşıyor ki yokluğu düşünülemiyor bile. Hayatlarının içerisinde o kadar çok benimsemişler ki son bulacak olması kabullenilmiyor. Yakın zamanlarda bir arkadaşım benden bir şey rica etti. Söylediği şeye başta çok şaşırdım, üzülsem mi gülsem mi bilemedim. Bir dizinin final bölümü çekiliyormuş, anket düzenlemişler. İnternet üzerinden dizinin bitmemesi için oy kullanıyorlarmış, benden de oy kullanmamı istedi. Görüldüğü gibi toplum televizyonda gösterilen hayatlara bağımlı yaşıyor. Dizilerinin son bulacak olması onları derinden sarsıyor. Bu aslında vahimiyetimizin de bir göstergesi. Vaktimizi boş şeylerle harcamamız bir yana, hayali karakterleri, gerçekle alakasız anlatılan kopuklukların son bulmaması için de çaba harcıyoruz. Televizyon, insanları bu kadar acizleştirirken hala talep görmesi ve bir ihtiyaçmış gibi vazgeçilmez olması, evlerimizin ana elemanı olması hakikaten çok acı. İçerisinde bilgi içerikli programların sayılı olduğu nam-ı diğer ’kapalı kutu’yu izleme konusunda ciddi boyutta gayret gösterdiğimiz de kanıtlanmış bir gerçek.
Yine en büyük zararlarından bir tanesi de mafya dizilerinin varlığı. İnsanları şiddete yönelten büyük bir etken. Gösterilen yaşantılar o kadar albenili gösteriliyor ki gençlerin gelişim dönemlerinde kendilerine örnek seçmelerine ve onlar gibi olmalarına sebep oluyor. Son olarak bir de sözde çizgi film olarak gösterilen çocuk programlarına değinmek istiyorum. Bazı kurum ve kuruluşların hatta bazı örgütlerin çocukları etkileyerek beyinlerini yıkamak amaçlı yayınladıkları renkli, sevimli gösterilen ilgi çekici programlar aslında tamamen tezgâh üzerine kurulmuştur. Kendi inanç ve anlayışlarını alıştırmaya, küçük çocukları hedef alarak başlıyorlar. Anlayışlarını temsil eden çeşitli objelerle dolu olan bu çizgi filmler; çocukları kız-erkek arkadaşlığına, rengârenk saçlara, farklı kıyafetlere ve makyaj yapmaya yöneltiyor. Hedef kitlesini düşüren bu kuruluşlar, ’Ağaç yaş iken eğilir ’ ilkesini uygulamayı iyi de beceriyorlar. Aslında barbie, sindy bebek diye piyasaya sunulan oyuncak diye satılan olgun bebeklerin durumu oynanan oyunu özetliyor.
Ülkemizde TV seyredilme oranları
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yapılan araştırmaya göre dünyada televizyon izleme oranının en fazla olduğu ikinci ülke biziz. Amerika’nın 5 saatlik tv izleme oranının hemen ardından ülkemiz 4.5 saatlik izleme oranı ile gümüş madalyaya sahip! Vaktimizi israf etme konusunda oldukça başarılı olduğumuzu söyleyebiliriz. Ancak okuma konusunda aynı başarıdan söz edemiyoruz. Toplumumuzda kitap, dergi ve gazeteye verilen değer ve talep oldukça düşük. Vakti değerli kılma konusunda yapılabilecek en güzel şeylerden biri olan okuma alışkanlığı ne yazık ki çoğu bireye kazandırılamamış. Yine bu durum da istatistikler ile belirlenmiş. TÜİK verilerine göre, Dergi okuma % 4, kitap okuma % 4,5, gazete okuma % 22, radyo dinleme % 25 ve televizyon izleme % 94 olarak belirlenmiştir. (Anket ve haberin orijinali için; http://www.rtuk.org.tr/sayfalar/IcerikGoster.aspx?icerik_id=88e435c1-2a20-4956-92e0-6c3d295ca079)
Sonuç:
Zamanımızın ne kadar değerli olduğunu göz ardı ederek yaşamaya çalıştığımız şu hayatta, ilerleyen her salisenin bize daha fazla sorumluluk yüklediğini çoğu zaman fark edemiyoruz. Dünya’ya getirilmemizdeki amaç, boş yaşayarak vaktimizi istediğimiz gibi harcayıp, zamanı geldiğinde fani hayattan göçmek değil elbette. Bunun farkında olarak yaşamaya çalışmalıyız. Vaktimizi televizyon karşısında dizi, film, magazin vs. izleyip, saatleri gereksiz kullanarak değil ölümün bir hakikat olduğunu hatırlayarak, zamanı iyi kullanarak geçirmeliyiz. Şayet o zaman vakti doğru kullanma adına bir şeyler yapabiliriz. Görüldüğü gibi toplumumuzun okumaya verdiği önem oldukça alt seviyelere tekabül ediyor. Vaktimizi değerli kılarak, daha çok bilinçlenme, daha çok anlamak ve anlaşılmak için müptelası olduğumuz televizyon sevdamızdan biraz ödün vermeliyiz.
Televizyonun insanları pasif olmaya, beyinlerini kullanmamaya teşvik ettiğinin farkında olmalıyız. Vaktimizi, başkalarının belirlediği saatlerde, yapımcıların belirlediği senaryolara, hepsinin hayatı birbirinden yanlış olan oyunculara bağlayarak bir ekran karşısında konuşmadan sadece gösterilene adapte olup, yapılan hatalara göz yumarak geçirmek yerine, hür irademizle, inancımıza, anlayışımıza, yaşam tarzımıza uygun olan kitap, gazete veya dergilerden herhangi birini tercih ederek, başkalarının saatlerine uyarak değil kendi saat ve isteğimize uyarak geçirebiliriz. Böylece hem zamanımızı güzel değerlendirebiliriz hem de daha çok bilinç sahibi olabiliriz.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.