Özlenen Rehber Dergisi

164.Sayı

EMRİN EDA EDİLME VAKTİ

Ahmet Taşdoğan Özlenen Rehber Dergisi 164. Sayı
Emirler vakitli olarak ifa edilmesi cihetinden iki türlüdür:
الأمر المطلق( - 1 ( Vakte bağlı ’Mutlak Emir’: Herhangi bir vakte bağlı olmadan gelen emirdir. Bu
emirlerin yerine getirilmesinde terâhî ve genişlik esastır. Zekat ve fıtır sadakası gibi. Zekat veya fıtır sadakası vermekle mükellef bir Müslüman bir yıl içinde zekat ve fitresini vermelidir. Zekat veya fitreyi sene dolar dolmaz vermek şart değildir. Bu hususta Cenâb-ı Hak kullarına genişlik tanımıştır. Sene içinde müsait bir vakitte mükellef, zekat ve fitresini vermelidir. Zekat ve fitre vermenin en güzel zamanı da Ramazan-ı Şerif ayıdır. Çünkü bu ayda ibadet ve taatlara fazlasıyla sevap verilmektedir. Bu sevap ve faziletlerden hisseyab olmak ve zekat-fitre vermek için bu ayı değerlendirmek en makul olan davranıştır. Ancak hiçbir fıkıh alimi illa bu ayda fitre ve zekat verilecek dememiştir. Zekat veren bu hususta serbesttir. İster Ramazan ayında ister başka bir ayda zekatını verebilir. Önemli olan zekat üzerine farz olduğu sene içinde bu ibadeti ifa etmesidir.
Konuyla ilgili olarak farklı bir görüş İmam Kerhî’nin görüşüdür. Ona göre vakitli mutlak emirler fevr ifade eder, terâhî değil. Yani bu tip ibadetleri hemen ertelemeden yapmak icap eder. Bu görüşe göre bir Müslüman zekatını hangi ay senesi doldu ise hemen verir. Ramazan’ı veya başka bir ayı beklemez. Takvaya uygun olan görüş İmam Kerhî’nin görüşü olmakla birlikte daha önce zikrettiğimiz terâhî görüşü kolaylık ve diğer bir takım faydalarından dolayı Hanefî uleması tarafından racih olan görüştür.
الأمر المقيد( - 2 ( Vakte bağlı ’Mukayyed Emir’: Bu emirler belli bir vakte bağlı olup belli bir vakitte yapılması
Şâri’ Teâlâ tarafından talep edilen emirlerdir. Bu emirler kendi aralarında çeşitli gruplara ayrılır:
- Vakit, yapılan ibadetin hem zarfı, hem şartı, hem de vücubunun sebebidir. Vakit bazı ibadetler için zarf olur. Bir zarfın içine nasıl ki bir mektup, para veya herhangi başka bir şey konulacağı gibi namaz kılınan o vakit içerisine de farklı niyetlerle farz, vacip, sünnet, müstehap, nafile gibi birçok namaz türü girebilir. Bundan dolayı vakit o ibadetin zarfıdır denmiştir. Zarf tabiri usul kitaplarında genel olarak namaz için kullanılır.
Namazın vucubiyeti vaktin girmesiyle başlayıp mükellefin bu vakit içinde herhangi bir vakitte eda etmesine, eğer eda etmemiş ise de tekbir alacak bir vakit kalıncaya kadar devam eder. Eğer vakit içinde namazı eda etmeyip kazaya bırakırsa vaktin tamamı o ibadet için zarf olmuş olur. Bunu şu misalle daha net hale getirebiliriz. Bir kişi bir arkadaşından borç alsa ve ona bir ay sonra ödemeyi taahhüt etse bir ay geçmesine rağmen ödeyemese daha sonra nasıl bu borcu ödemekle mükellefse aynı şekilde namaz borcu da böyledir. Zamanında eda edilmese bile kaza edilmesi icap eder.
Vaktin, eda edilen ibadete zarf olması açısından hükmü:
Kılınacak namazın türü niyet ile tayin edilmedir. Çünkü aynı vaktin içine bir çok namaz türü sığabilmektedir. Namaz kılacak kişi öğle namazı mı kılacak yatsı namazı mı kılacak? Sünnet mi kılacak, nafile namaz mı kılacak? Bunu niyet ile belirlemeli ve hangi tür bir namaz kılacağına kesin bir şekilde karar verip niyet etmelidir. Sadece ’Allah rızası için namaz kılmaya niyet ettim’ demesi yeterli olmaz. Bu niyet sadece nafile ibadetler için geçerli olur. Ancak farzları niyet ile tayin şarttır. Tıpkı yeminini bozan kişide olduğu gibi; yemin kefaretini ancak ya köle azat etmekle ya fakir fukarayı doyurmakla veyahut üç gün oruç tutma seçeneklerinden birini yapmakla yerine getirmiş olur.
Vaktin daralması ile birlikte namazın farziyeti mükelleften sakıt olmaz. Bunu bir örnekle açıklarsak konuyu daha iyi kavramamız için yerinde olacaktır. Bir gayrimüslim bir vaktin sonunda Müslüman olsa vakit darlığından dolayı namaz kılmaya yetecek zaman da olmasa bu kişinin üzerinden o namaz sakıt olur mu? Olmaz çünkü namazın tamamını kılmaya yetecek kadar bir genişlik bulamasa da tekbir alacak kadar bir vakit, namazın üzerine farz olması için yeterlidir. Hanefi uleması vaktin sonunda tekbir alacak kadar bir vakit kalsa bile kişinin üzerine farz olması için yeterli olduğunu dile getirmişlerdir. Kişi tabi ki bu kadar dar bir vakitte namazı kılamayacaktır. Ama üzerine ibadetin farz olması için Hanefilere göre bu kadar kısa bir vakit bile yeterlidir. Vaktin sonunda hayızdan temizlenen kadın ve buluğa eren çocuk için de bu hüküm geçerlidir.
- Vakte bağlı ibadetlerde vakit o ibadet için miyar ve vucubu için sebeptir.
Miyar ölçek demektir. Miyar ile bütün vakitleri kapsayan ibadet türleri kastedilmektedir. Miyar bu manada zarfın zıt anlamlısıdır.
Ramazan-ı Şerif ayı bunun en bariz örneğidir. Ramazan-ı Şerif ayı mi’yar olduğu için nafile kabilinden başka bir tür oruç tutabilmek mümkün değildir. Aynı zamanda sadece ’oruç tutmaya niyet ettim’ demek
de yeterlidir. Ramazan diye belirtmese bile niyeti sahih olur. Hatta Hanefi fukahası Ramazan-ı Şerif’te bir kişi ’nafile oruç tutmaya niyet ettim’ dese bu kişinin niyeti farza yani Ramazan-ı Şerif orucuna hamlolunur. Çünkü kişi bunu sehven yapmıştır. Bundan dolayı orucuna herhangi bir zarar vermez.
Ancak yukarıda bahsedilen mevzunun bir istisnası vardır ki o da; yolcudur. Yolcu olan kişiye orucunu açması ve iftar etmesi hususunda dinen ruhsat vardır. Bu ruhsattan dolayı İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe hazretleri yolcunun başka bir vacip ibadete niyet etmesinin cevazı yönünde fetva vermiştir. Hasta olan kişi Ramazan ayında nafile oruç tutacak olursa ona müsaade yoktur. Tutmuş olduğu bu nafile oruç farz yerine geçmektedir. Ancak İmam-ı A’zam’dan caiz olduğunu bildiren bir fetva da rivayet edilmiştir. Mezhebin genel görüşü nafile oruç tutan hastanın orucunun farz oruca hamlolunması yönündedir.
Vaktin tamamı miyar olabilir. Bu da Ramazan orucu kazaya kaldığı zaman olur. Kaza Ramazan dışı tutulacağından dolayı Ramazan orucunun kazası diye niyet edilmelidir. Sadece ’oruç tutmaya niyet ettim’ demek yeterli olmaz.
Bazı vakitler ise bir açıdan miyara diğer açıdan ise zarfa benzemektedir. Buna ’müşkil vakit’ denilmektedir. Örneği ise hac vaktidir. İmam Ebû Yûsuf’a göre bir Müslüman hac yapmaya ilk fırsat bulduğu yıl hemen gitmelidir. Ve ilk gitme vakti haccın üzerine farz olduğu yıldır. İmam Muhammed’e göre ise bir Müslüman üzerine hac ibadeti farz olduğunda hemen gitmekle yükümlü değildir. Daha sonra da hac yapabilir. Ancak hac ibadetini ihmalden dolayı yapmadan ölürse günahkar olur. Bundan dolayı hacca niyet eden bir kişi sadece nafile hacca niyet etse farz olan hac ibadetini yerine getirmiş sayılmaz.
(Kaynak olarak ’Menâr’ kitabı esas alınmıştır.)


Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.