Özlenen Rehber Dergisi

164.Sayı

DİNİN ŞAHİTLERİ ’ASHÂB-I KİRAM’

Ömer Faruk EJDER Özlenen Rehber Dergisi 164. Sayı
Din Rasûlullah (s.a.v.)’dir. Sahâbîler ise bu dinin şahitleridir…
İslâm’ı günümüze taşıyan Ashâb-ı Kirâm’dır. Kıyamete değin bu din onlar sayesinde yaşanıp anlaşılacaktır. Onlar gökteki yıldızlar misali, kendilerine tutunanı hidayete erdiren müstesna şahsiyetlerdir. Onların faziletlerini anlatmak için ciltler dolusu kitap yazılsa yine kâfi gelmez. O müstesna şahsiyetlerin faziletleri hiçbir ümmete nasip olmamıştır. Faziletleri hakkında telif edilmiş eserlerin sayısını dahi bilmiyoruz. Onların İslâm dinini taşımadaki fedakarlıkları, Rasûlullah (s.a.v.) ile cihada iştirakleri, mallarını-canlarını Allah yolunda gözlerini kırpmadan harcamaları, aile-evlatlarını bu din uğruna feda etmeleri, varını-yoğunu din-i mübîn-i İslâm uğruna harcamaları birer numune-i imtisaldir.
Ne var ki günümüzde Sahâbîleri ta’n edenlerin (eleştirenlerin) ’hoca!’ kisvesi altında bunu yapmaları, dinimizi kimden öğreneceğimiz noktasında bizi bir kere daha tefekküre sevk etmektedir. Tâbiîn’den Muhammed b. Sîrîn (rh.a.) şöyle demiştir: ’Muhakkak ki bu ilim (isnat) dindir. Öyle ise dininizi kimden aldığınıza dikkat edin!’1 Buradan da anlaşılıyor ki Müslüman’ın, dinini güvendiği Ehlisünnet kaynaklarından öğrenmesi farzdır. Bu kaynakların dışına çıkması onu ehl-i bidat kimselerden batıl ilim öğrenmeye kadar götürebilir. Günümüzde kitap okumayı az-çok bilen insan, hoca-talebe usûlü olmadan İslâm’ı öğrenmeye kalkıyor. ’Okuduğumu anlıyorum’ sözüyle hiçbir hocaya ihtiyaç duymaksızın dinde söz sahibi olmaya çalışıyor. Eğer biraz da hitabet yeteneği varsa karşımıza âlim olarak çıkabiliyor. Nice insanlar duyduk, kendilerince ilim öğrenmeye çalışıp, sonra namazı dahi kılamayacak seviyelere geldiklerini. Veyahut tasavvuf kitaplarını yirmi sene okuyup okuduklarını kaldıramamış ve akabinde bidatçilere kaymış kimseleri.
Her ilmin kendisine has bir usûlü vardır. Nasıl ki bir insan tıp kitaplarını okuyarak doktor olamıyorsa; dini eserleri okuyan da âlim olamaz. Üstelik âlim olmanın en mühim şartı da Arapça dilinin kaidelerine, belagatına, edebine, sarfına vakıf olmaktır. Bu şartlara haiz olmayan nice insanlar, Arapça eserleri okumayı bilmediği halde tercüme edilmiş kitapları okuyarak âlim olmaya kalkıyor. Bu durumun İslâm adına ne kadar vahim olduğunu söylemek zorundayız. Böyle kimselerin toplumda sayılarının her geçen gün arttığını üzülerek müşahede etmekteyiz. Özellikle sosyal medyada boy gösteren nice kimseler bu platformları vaaz kürsüsü gibi kullanmaktadırlar. Devlet bu tür yayınlara müdahale ed(e)miyor maalesef. Anlaşılıyor ki bununla ilgili bir kanuni düzenleme yapılması gerek. Ayrıca sosyal medya kullanıcısı sayısı yüksek olan bir toplumuz. Bâtıl (muharref-proje adamı-ajan-provakatör-modernist-reformist) din anlayışına sahip olanlar bu platformları sansürsüz kullanabiliyorlar! Hatta Ehlisünnet dışı yayınlar bu tür platformlarda daha fazla kişiye erişiyor. Sosyal medya yöneticileri bu tür yayınların önünü sonuna kadar açmaktadır. Aksine, sahih İslâm anlayışında yayın yapanların erişimi kısıtlanıyor. Toplum mühendisleri sosyal medyayı bu konuda bir silah olarak kullanıyor. Algılarımızı istedikleri yönlere çekebiliyorlar. Tabi ki bu toplum mühendislerinin yerli işbirlikçileri olan tetikçileri de göz ardı edemeyiz. Uluslararası bir proje olan bu mühendislik faaliyetleri neredeyse dünyanın bütün ülkelerinde mevcut. Son dönemlerde ülkemizde bazı Ehlisünnet çizgisinde olan hocaların sözlerinin bağlamından kopartılarak İslam aleyhine bir algı oluşturulduğuna şahit olmaktayız. Sosyal medyayı bir silah olarak kullanarak bu algı operasyonunu gündem yapıp ülke meselesi haline getirmeyi başardılar. Hatta Cumhurbaşkanı, -kendisinin ifadesiyle- âlim olmadığı halde, algı operasyonlarına karşı savunma yapmak durumunda kaldı. Âlimlerin susmasından şikâyetçi olduğunu dile getirdi. Neticede uluslararası toplum mühendisleri ve onların yerli tetikçileri, Ehlisünnet hocalara karşı düzenlediği operasyonda hedeflerine ulaştı ve ulaşmaya devam ediyor. –Ancak biz uyanırsak bu hedeflerine ulaşamazlar.-
Bu toplum mühendisleri, toplumun fay hatlarına dokunarak, halkın nabzını ve reaksiyonunu ölçmektedirler. Bundaki gaye, toplumda infial meydana getirebilecek konuları tespit ve tahlil etmek. Elde ettikleri verilere dayanarak yeni stratejiler geliştirerek toplum üzerinde uygulamak. Post modern dünyada geleneksel darbe girişimleri cari olmakla beraber, sosyal medyanın gücü gün geçtikçe artmaktadır. Hatta bu algı ile Müslümanları sosyal medya platformlarına hapsedip, gerçek hayata karşı pasif kılmanın gayesini güdüyorlar. Örneğin bir Müslüman, Filistin, Arakan, Ortadoğu ve sair İslâm coğrafyasında zulüm gören kardeşlerine destek olmak için ilgili ülkelerin elçilikleri önünde protesto eylemi düzenlemekte. Ancak bu eylemin sonucunda zalimin zulmünden vazgeçmediğini hatta artırdığına şahit olmaktayız. Bu algı ile Müslümanları sosyal medya üzerinden örgütleyerek pasifize etmeye çalışıyorlar. Güdülen maksat şudur: Müslüman sosyal medya ve sanal âlemde aktif olacak ancak ülkeyi yönetenler üzerinde söz hakkı olmayan pasif kişiliği olan
birer fert haline gelecekler.
Son yıllarda özellikle Sıffîn-Cemel vakıasından ötürü, görsel-işitsel medyada Muaviye (r.a.) hakkında ağır eleştiriler yapıldığına üzülerek şahit olmaktayız. Sahabe efendilerimiz arasında içtihat farklılığından ötürü çıkan savaşın ve dökülen kanın neticesinde onlara ta’n eden kimseler sosyal medyada boy göstermekteler. Yaklaşık çeyrek asırdır, ülkemizde kripto Şîa’nın, Sahabe efendilerimiz aleyhinde konuştuklarına ve yoğun bir yayın faaliyeti yaptıklarını görmekteyiz. Başta Ehlisünnet çizgisinde gözüken bazı ’hocalar!’ -adeta mutasyona uğrayarak- mezhep değiştirerek karşımıza Şîa olarak çıkmaktalar. Günümüzde bazı siyasetçiler de bu tip zevata sahip çıkmaktadır. Onlara belediyelerin imkânlarını sunmakta, kamuda çeşitli pozisyonlarda görev vermekteler.
Şî’î Yayılmacılığı…
Uluslararası düzeyde, Irak, Yemen, Suriye başta olmak üzere, Afrika kıtasındaki birçok ülkede mezhep yayılmacılığı güden İran’ın Savefî ideolojisi, ülkemizde de bu faaliyetlerini durmaksızın sürdürmektedir. Şîa mezhebinin temel itikatlarından birisi de, hiç kuşkusuz Sahabe düşmanlığıdır. Ülkemizde bu bâtıl anlayışa çanak tutan sözde reformist-modernist ilahiyatçılar, mealciler, tarihselciler, Fazlurrahmancılar bu düşmanlığı sünnî müminler arasında da yaymaya çalışmaktadır. Makalemizde siyasî boyutuna bu kadar değinmenin, meselenin ne kadar mühim olduğunu göstermesi açısından kâfi olduğu kanaatindeyiz. Siyasî yönü, ayrı değerlendirilmesi ve ele alınması gereken müstakil bir konu. Burada Ehlisünnet’in sahih Sahabe anlayışına değinecek ve buna delil olarak başta Kur’ân’ı Kerîm ve Sünnet olmak üzere âlimlerimizin görüşlerini serdedeceğiz.
Sahabenin faziletlerini bildiren ayetler
Allah (c.c.) Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır:
’Sâbikun’un, (İslâm’a olan hizmetleriyle öne geçenlerin) birincileri olan Muhâcirler ve Ensâr ile onlara güzelce tâbi olanlar var ya, Allah onlardan razı olmuştur ve (onlar da) O’ndan razı olmuşlardır ve (Allah) onlar için, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır; orada ebedi olarak devamlı kalıcıdırlar. İşte büyük kurtuluş budur!’2
’And olsun ki, (Hudeybiye’de) o ağacın altında sana biat ederlerken Allah o mü’minlerden razı olmuştur; onların kalplerinde olan (sadâkat)i bilip, üzerlerine (kalplere huzur veren bir) sükunet indirmiş ve onları (Mekke’nin fethinden önce) yakın bir fetih (Hudeybiye anlaşması ve Hayber’in fethi) ile mükâfâtlandırmıştır.’3
’Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. Ve onun beraberinde bulunanlar; kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler; onları çokça rüku eden kimseler ve çokça secde eden kimseler olarak görürsün; (onlar) Allah’tan bir lütuf ve bir rıdvan (sadece O’nun rızasını) isterler. Secde eserinden olan alâmetleri, yüzlerindedir. Bu, onların Tevrât’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları ise, bir ekin gibidir ki filizini çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirmiş, sonra kalınlaşmış da gövdesi üzerine dikilmiştir; (bu hâl) ekincilerin hoşuna gider; (onlar hakkındaki bu benzetme) kâfirleri onlarla öfkelendirmek içindir. Allah, onlardan iman edip salih ameller işleyenlere bir mağfiret ve (pek) büyük bir mükafat vaat etmiştir.’4
’(O ganimetler bir de) hicret etmiş olan fakirleredir ki onlar yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır. Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk arar, Allah’a ve Peygamber’ine yardım ederler. İşte onlar sadıklardır. Onlardan önce o yurda yerleşen ve imana sarılanlar kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı gönüllerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile (onları) kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.’5
Sahebeler hakkında varit olan hadis-i şerifler
Başta Ahmed Hanbel, İbn-i Hibbân ve Tirmizî olmak üzere onlarca hadis kitabında aktarıldığına göre, Efendimiz (s.a.v.) bir gün şöyle buyurmuştur:
’Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Benden sonra onları hedef edinmeyin. Her kim onları severse, bana olan sevgisi (veya benim onlara olan sevgim) sebebiyle onları sever. Her kim de onlara buğz ederse, bana olan buğzu sebebiyle onlara buğz eder. Her kim onlara eza verirse muhakkak bana eza vermiş olur. Her kim bana eza verirse muhakkak Allah’a eza vermiş olur. Her kim de Allah’a eza verirse, (Allah’ın dünya ve âhirette azabıyla) onu yakalaması yakındır.’6
Nüseyr b. Zu’lûk’tan rivayet edildiğine göre (Abdullah) İbn-i Ömer şöyle söylerdi: ’Muhammed (s.a.v.)’in ashabına sövmeyin! Zira onlardan birinin (cihat ve Rasûlullah’a itaatte) bir vakitlik kıyamı (duruşu), sizden birinin ömür boyunca (işlediği) amelden daha hayırlıdır.’7
Bu ifade, mefhum olarak bundan önceki hadisi desteklemektedir. Sahabeler içinde bulunduğu tehlikeli şartların, meşakkatlerin, tefekkürle süsledikleri ibadetlerinin tesiri ile az bir zamanda pek büyük makamlara çıkmaktaydılar. Bizzat kendisi sahabe olmuş, sahabeliği tatmış ve İslâm’la yoğrulmuş birisi olarak Abdullah b. Ömer (r.anhümâ) böyle söylüyor. Evet, Ashab’ın, özellikle Sabıkîn-ı Evvelîn’in az bir zamanda yetiştiği
mertebelere onlardan sonra gelen, Fetih’ten sonraki Sahabeler yetişemedikleri gibi, sahabe olmayanların yetişmesi hiç mümkün değildir. Bir ömürde birçok amel yapılsa da, onların çetin şartlarda, nübüvvet atmosferinde, yaptıkları az bir amelin pek değerli keyfiyetine yetişmek mümkün değildir.
Babası Hz. Ömer (r.a) Müslüman olduğunda beş yaşlarında olan Abdullah, Mekke’ye hicret eden, yaşının küçüklüğünden dolayı Bedir’e katılmasına müsaade edilmeyen, İslâm’ı öğrenmek için Suffalılara dâhil olan, hicretin 73. yılında 86 yaşında vefat eden bir âlim idi.8 O, bu ihtarını Sahabelerden sonra en faziletli olan Tabiîn’e veya sonraki Sahabelere yapmıştı. Rasûlullah’ı çok seven ve Rasûlullah’ın da kendisini çok sevdiği 2.630 hadis rivayeti ile Ebû Hureyre’den sonra ikinci sırayı alan titiz Sahabi budur.
Rasûlullah (s.a.v.) Buhârî, Müslim, İbn-i Hibbân, Beyhakî ve daha birçok kaynakta geçen bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: ’Ashabıma sövmeyin (hakaret etmeyin). Zira muhakkak ki sizden biri, şayet Uhud (Dağı) kadar altın infak etse onlardan (yani ashabımdan) birinin ne bir müddüne (yani iki avuç sadakasına) ne de bunun yarısına ulaşamaz.’9
’Ashabımın İyiliklerini Anınız!’
Sahabeleri sevmek için onların hatalarını değil, iyiliklerini nazara vermekle ilgili hadis-i şerifler de bulunmaktadır. Bunlardan biri şöyledir:
İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Ashabımın kötülüklerini anmayın ki kalpleriniz onlar üzerinde (onlara sevgi hususunda) değişmesin. Ashabımın iyiliklerini anın, ta ki gönülleriniz onlar üzerinde (onlara sevgi hususunda) ülfet etsin.’10
’Ashabıma sövenleri (hakaret edenleri) gördüğünüz zaman: ’Allah’ın laneti, en şerliniz üzerine olsun’ deyin.’11
İbn-i Mesud’dan Dârekutni’nin Sünen’inde geçen bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulmaktadır: ’Muhakkak ki Allah beni seçti ve benim için arkadaşlar seçti de onları ashabım, hısımlarım ve ensarım (yardımcılarım) kıldı. Sizden sonra onları onlara söven (hakaret eden) –veya (şöyle) dedi: ’noksan gören’ bir topluluk gelecek. (Onlara ulaşırsanız); onlarla oturmayın, onlarla yemeyin, onlarla içmeyin, onlarla kız alıp vermeyin, onlarla namaz kılmayın, (öldüklerinde) onların namazını kılmayın.’12
’Ashabım, sonra onların peşinden gelen (tabiî)ler, sonra onların peşinden gelen (tebeu’t-tâbiî)ler(e hürmet ve saygı göstererek) beni(m üzerinizdeki hakkımı) koruyun. (Benim hatırım için onlara saygılı olun).’13
’Ashabım(a hürmet ve saygı göstererek) beni(m üzerinizdeki hakkımı) koruyun. (Benim hatırım için onlara saygılı olun). Zira onlar ümmetimin en hayırlılarıdır.’14
’Ashabım ve hısımlarım(a hürmet ve saygı göstererek) beni(m üzerinizdeki hakkımı) koruyun. (Benim hatırım için onlara saygılı olun). Artık her kim onlar hususunda beni(m hakkımı) korursa Allah da onu dünya ve ahirette korur (veya korusun). Her kim de onlar hususunda beni(m hakkımı) korumazsa Allah ondan iraz (onu kendi haline terk) eder (veya etsin). Her kim de Allah ondan iraz (onu kendi haline terk) ederse onu (azabıyla) yakalaması yakındır.’15
’Muhakkak ki Allah beni seçti ve benim için arkadaşlar (ashab) seçti de onlar arasında benim için vezirler, yardımcılar (ensar) ve hısımlar kıldı. Artık her kim onlara söverse (hakaret ederse) işte onun üzerine Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların laneti olur (veya olsun). Kıyamet günü ondan farz veya nafile hiç bir ibadet kabul edilmez.’16
Muâz b. Cebel (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Bidatler ortaya çıkıp ashabıma sövüldüğü (hakaret edildiği) zaman âlimin ilmini izhar etmesi (açığa çıkarması) gerekir. Şayet (böyle) yapmazsa Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onun üzerine olur (veya olsun).’ (Ravi şöyle) dedi: ’Velîd’e: ’İlmini izhar etmesi nedir?’ dedim. ’Sünnet(i izhar etmektir)!’ dedi. Ebû Bekr b. Ayyâş ve Abbâd b. el-Avvâm’a da soruldu: ’Sünnet(i izhar etmektir)!’ dedi(ler).’17
Ulemânın Sahabe hakkındaki sözleri
İmâm-ı Kurtubi: ’Ashâb-ı Kiram’dan herhangi birini, herhangi bir sebeple sevmeyen kimse, âsî olur; tövbe etmesi gerekir’ demiştir.
İmâm Malik Hazretleri: ’Her kim Resûlullah’ın ashâbından birine buğz eder veya onlara karşı kalbinde kin beslerse onun, Müslümanlara ait olan ganimette hakkı yoktur.’ demiştir.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyuruyor ki: ’Ashab-ı kiram arasında olan savaşların, Allah (c.c.)’ın rızasını kazanmak amacıyla yapıldığını, dünyalık için, menfaat için yapılmadığını bilmek gerekir; çünkü onların ayrılığı, içtihat ve tevil ayrılığıydı. Hevâ ve hevesten doğan ayrılık değildi. Ehlisünnet âlimleri hep böyle söylüyor. Şu kadar var ki, Hazret-i Ali (r.a.) ile savaşanlar, hata etti. Hak, Hazret-i
Ali (r.a.) tarafındaydı; fakat hataları içtihat hatası olduğundan, bir şey denemez ve dil uzatılamaz.’
İmâm-ı Nevevî Hazretleri de, Müslim hadislerini açıklarken buyuruyor ki: ’O savaşlarda, Ashab-ı kiramın her biri, kendi içtihadına uygun iş yaptı. Bunun için hiçbirini ayıplamak doğru değildir. Ashâbın ihtilâfı, Hakk’ın ortaya çıkmasına hizmetin neticesi idi; bir şer’î emrin bir an evvel yerine getirilmesi gayesine dayanıyordu. Bu ise onların aralarındaki şahsî sevgi ve saygıya aykırı değildir.’
İbn-i Mes’ûd (r.a.) dedi ki: ’Sahabeleri sevmek sünnettir, onlara dua etmek yakınlıktır (kurbiyettir), onlara ittibâ etmek vesiledir, onların sözlerine ittibâ fazilettir.’
İbn-i Abbâs (r.anhümâ) efendimiz Neml Suresinin: ’(Ey Resûlüm!) De ki: ’Allah’a hamd olsun; seçtiği kullarına da selâm olsun! Allah mı hayırlıdır, yoksa (O’na) ortak koşmakta oldukları şeyler mi?’18 ayetinde geçen ’seçtiği kulları’ ifadesini ’Sahabe’ diye tefsir etmiştir.
Süfyân (rh.a.), Ra’d Suresinin: ’(Onlar), iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikri ile mutmain olan kimselerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur.’19 ayetinde zikredilen ’onlar’ zamirini ’Sahabe’ diye tefsir etmiştir.
Katâde (rh.a.), Bakara Suresinin: ’Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler(den bazısı) onu, tilâvetinin (okunmasının) hakkını vererek okurlar. İşte bunlar, ona (Kitâb’a) iman ederler. Her kim de onu inkâr ederse, işte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.’20 ayetinde zikredilen ’hakkını vererek okurlar’ ifadesi hakkında, ’Onlar Sahabe efendilerimizdir, çünkü onlar, Allah’ın kitabına iman edip onunla amel etmişlerdir.’ demiştir.
Sahabe toplumunun seçkin bir topluluk olduğu ve dinin tesis ve tebliğinde Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yardımcıları olduklarını, Sahabe’nin fukahâsından olan İbn-i Mes’ûd (r.a.) şöyle ifade etmiştir: ’Muhakkak ki Allah, kulların kalplerine nazar etti ve Muhammed (s.a.v.)’in kalbini kulların kalplerinin en hayırlısı buldu. Binaenaleyh onu kendisi için seçti ve onu elçiliğiyle görevlendirdi. Muhammed’in kalbinden sonra kulların kalplerine (tekrar) nazar etti ve onun ashabının kalplerini kulların kalplerinin en hayırlısı buldu. Binaenaleyh onları, dini için savaşan, Nebi’sinin vezirleri kıldı…’21
Ebû Erâke’den rivayet edildiğine göre (o) şöyle diyor: Ali (r.a.) ile beraber sabah namazını kıldım. Sağ (taraf)ına dönünce sanki üzerinde bir sıkıntı varmış gibi (bir müddet) bekledi. Nihayet güneş, mescidin duvarı üzerinde bir mızrak boyu kadar olunca iki rekât namaz kıldı. Sonra elini çevirdi ve: ’Allah’a yemin olsun ki, Muhammed (s.a.v.)’in ashabını gördüm. Bugün, onlara benzeyen hiçbir şey görmüyorum. Andolsun ki (onlar, benizleri sap)sarı, saçları dağılmış, toza toprağa bulanmış, (uzun secdelerinden dolayı) gözlerinin arasında keçi dizleri gibi (bir iz) olduğu halde sabahlıyorlardı. Muhakkak ki geceyi; Allah için secde edenler ve kıyamda duranlar olarak, Allah’ın kitabını okuyarak, ayaklarıyla alınları (yani secdeyle kıyam) arasında gidip gelerek geçiriyorlardı. Sabahladıkları zaman ise Allah’ı zikrediyor, rüzgâr(lı bir) günde ağaçların sallandıkları gibi sallanıyorlardı. Elbiselerini ıslatacak kadar gözlerinden yaş boşanıyordu. Allah’a yemin olsun ki sanki (bugün Müslüman) topluluk, geceyi (Allah’ın zikir ve ibadetinden) gafil oldukları halde geçirdiler.’ dedi. Sonra kalktı. Bundan sonra Allah’ın düşmanı, fasık İbnü’l-Mülcem onu öldürünceye kadar rahat, güler bir vaziyette görülmedi.’22
Abdullah b. Mübârek ’Ömer b. Abdülazîz mi yoksa Muâviye mi daha faziletlidir?’ şeklinde bir soruya muhatap oldu. Ve şöyle dedi: ’Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberken Muâviye (rh.)’ın burnuna giren bir toprak Ömer b. Abdilazîz’den daha hayırlı veya daha faziletlidir.’23
İbnü’l-Mübârek, Muâviye hakkında sual edildi ve ona: ’Onun hakkında ne dersin?’ dendi. (İbnü’l-Mübârek): ’Rasûlullah (s.a.v.): ’Semi’allâhu limen hamideh (Allah kendisine hamd edeni(n hamdini) kabul eder (işitir).’ dediğinde Muâviye ardından: ’Rabbenâ ve leke’l-hamd (Rabbimiz! Hamd ancak sanadır’ demişti. (Böyle) bir kimse hakkında ben ne diyebilirim?’ dedi.24
İbrâhîm b. Meysere’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’Ömer b. Abdülazîz’i, Muâviye’ye sövenden başka hiçbir kimseye vururken asla görmedim. Nitekim muhakkak ki o, o (kimse)yi çokça kırbaçladı.’25
İbnu’l-Mübârek dedi ki: ’Muâviye, bizim katımızda bir imtihandır. Buna göre her kimi, Muâviye’ye yan bakarken görsek onu, topluluğa yani Muhammed (s.a.v.)’in ashabının aleyhinde olmakla itham ederiz.’26
Rabâh b. el-Cerrâh el-Mevsılî’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: el-Mu’âfâ b. İmrân’a soran bir adam işittim: ’Ey Ebû Mes’ûd! (Fazilet yönünden) Ömer b. Abdülazîz nerde Muâviye b. Ebî Süfyân nerde!’ dedi. Bunun üzerine (el-Mu’âfâ) çok öfkelendi ve: ’Hiç kimse Rasûlullah (s.a.v.)’in ashâbıyla mukayese edilemez. Muâviye O’nun sahâbîsi, hısımı, kâtibi ve Allah Azze ve Celle’nin vahyi üzere güvendiğidir. Muhakkak ki Rasûlullah (s.a.v.): ’Ashâbımı ve hısımlarımı bana bırakın.
Her kim onlara söverse (hakaret ederse) Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olur (veya olsun).’ buyurmuştur.’ dedi.27
Ebû Zur’a’yı şöyle derken işittim: ’(Herhangi bir) kişiyi, Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabından birini eksik görür (kusurlandırır) gördüğün zaman bil ki şüphesiz o zındıktır. Bu böyledir zira şüphesiz ki Rasûlullah (s.a.v.) bizim yanımızda haktır, Kur’an da haktır. Bu Kur’ân’ı ve Sünnetleri bize ancak Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabı nakletmiştir. (Sahâbe’yi taan edenler) ancak, Kitap ve Sünnet’i batıl kılmak için şahitlerimizi cerh etmek istiyorlar. Halbuki onları (Sahâbe’yi taan edenleri) cerh etmek daha evladır, zira onlar zındıklardır.’28
İmam Serahsî (rh.a.) dedi ki: ’Şeriat, bize ancak onların nakliyle ulaştı. Artık her kim onları tan ederse işte o kafirdir, İslâm’a muhaliftir. Onun ilacı tevbe etmezse kılıç(la boynunu vurmak)tır.’29
Makalede Sahabe’nin fazileti hakkında varit olan ayet, hadis ve ulemanın sözlerine yer verildi. Yukarıda nakledilen ulemanın sözleri, Ehlisünnet’in Sahabe hakkındaki görüşlerini yansıtmaktadır. Selef-i Sâlihin’in bu anlayışı aynı zamanda Ehlisünnet’in i’tikadî meselelerindendir. Bu yüzden selef ulemâsı, Sahabe’nin içtihadî meselelerine girilmemesini öğütlemişlerdir. Asırlar sonra gelen birinin, Sahabe hakkında yorum yapması hiçbir ilmî yaklaşımla bağdaşmamaktadır. Rasûlullah (s.a.v.)’in ümmetini, ashabı hakkında uyarması, gaipten verdiği haber O’nun mucizelerinden birisidir. Bu uyarıyı hafife alan doğrudan Rasûlullah’ı da hafife almıştır. Bu hafife alış da müminin itikadını zedelemektedir. Allah bizi ve sizi sözün en güzelini işitip ona uyanlardan kılsın. Âmin.!
Son notlar
1 Müslim, Mukaddime, 5.
2 et-Tevbe, 9/100.
3 el-Feth, 48/18.
4 el-Feth, 48/29.
5 el-Haşr, 59/8-9.
6 Tirmizî, Menâkıb, 58.
7 İbn-i Mâce, Mukaddime, 11.
İyiliklere vesile olma yönünden Sahabiler, binlerce, milyonlarca kişinin -ahiret açısından- kendisi hesabına yatırım yaptığı kimselere benzerler. Çünkü onlar kendilerinden sonra gelen her Müslüman’ın hayatı boyunca yaptığı iyiliklerin kendileri hesabına yazıldığı kimselerdir. Bu açıdan da onların öldükten sonra da, bir vakitte kazandıkları büyük yekûn tutacaktır. Ve bu devam edecektir.
8 Bkz., Sahih Müslim, Fezail, 140; Üsdü’l-Ğâbe III, 227; Şerhu’l-’Akîdeti’t-Tahâvîye, s. 488.
9 Buhârî, Fedâilu’s-Sahâbe, 5.
10 Deylemî, el-Firdevs Bime’sûri’l-Hitâb, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1986, h.no:7362, c. V, s. 31.
11 Tirmizî, Menâkıb, 60.
12 Hallâl, es-Sünne, Dâru’r-Râye, Riyad 1989, h.no:769, c. II, s. 483.
13 İbn-i Mâce, Ahkâm, 27.
14 Şihâb el-Kudâî, Müsned, Müessesetu’r-Risâle- Beyrut 1989, Bâb:473, h.no:720, c. I, s. 418.
15 Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, Mektebetu’bni Teymiyye, Kahire ts., h.no:1012, c. XVII, s. 369.
16 Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, h.no:349, c. XVII, s. 140.
17 Hallâl, es-Sünne, h.no787, c. III, s. 494.
18 en-Neml, 27/59.
19 er-Ra’d, 13/28.
20 el-Bakara, 2/121.
21 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut 1997, h.no:3600, c. VI, s. 84.
22 İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Maktelu Emîri’l-Mü’minîne Aliy’y-İbni Ebî Tâlib, Dâru’ş-Şâm Li’t-Tıbâa, Dimeşk 2001, h.no:6, s. 27; Ebû Nuaym el-Esbahânî, Hilyetu’l-Evliyâ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1988, c. I, s. 76; İbn-i Kesîr, el-Bidâyetu Ve’n-Nihâye, Dâru Hicr 1998, c. XI, s. 111.
23 Ebû Bekr el-Âcurrî, eş-Şerîa, Dâru’l-Vatan, Riyad 1997, h.no:1955, c. V, s. 2466.
24 İbn-i Asâkir, Târîhu Medineti Dımeşk, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1997, h.no:7510, c. LIX, s. 207.
25 İbn-i Asâkir, Târîhu Medineti Dımeşk, h.no:7510, c. LIX, s. 211.
26 İbn-i Asâkir, Târîhu Medineti Dımeşk, h.no:7510, c. LIX, s. 209.
27 İbn-i Asâkir, Târîhu Medineti Dımeşk, h.no:7510, c. LIX, s. 208.
28 el-Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye Fî İlmi’r-Rivâye, Dâiratu’l-Meârifi’l-Osmâniyye, Haydarabad h.1357, s. 49.
29 Serahsî, Usûlu’s-Serahsî, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1993, c. II, s. 134.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.