Özlenen Rehber Dergisi

32.Sayı

Mübelliğin Özellikleri - İı

Döndü ERDAL Özlenen Rehber Dergisi 32. Sayı
Önceki sayılarımızda mü’minin özelliklerini ele almış, tebliğin de inanan insanda bulunması gereken özelliklerden biri olduğu üzerinde durmuştuk. İnanılırlık ve menfaat beklememe, söz ve davranış birliği, muhatabı tanıma gibi mübelliğde bulunması gereken vasıflardan bazılarını incelemiş, geri kalanları da ilerleyen sayılara bırakmıştık.(1) Bu yazımızda da mübelliğin diğer vasıflarını inceleyeceğiz.
? Söz ve İfade Güzelliği: İnsanları etkilemeyi amaçlayan tebliğ ve hitabet, diğer özelliklerde olduğu gibi, söz ve konuşma konusunda da özen göstermeyi ve birtakım incelikleri gerektirmektedir. Güzel yazma ve konuşma yeteneğine sahip olanlar, toplumları daha kolay etkiler ve harekete geçirir.
Kur’an’da tebliğ açısından bu konunun önemine işaret edilerek, Hz. Musa’nın bir sıkıntısı olduğunu, bunun da dilinde konuşmasını zorlaştıran bir özürden kaynaklandığı bildirilmektedir. Söz konusu âyetler şöyledir: ’(Musa) dedi ki: Rabbim, göğsüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Dilimden (şu) bağı çöz ki sözümü anlasınlar.?(2)
Bu âyetlerden anlaşılmaktadır ki, Hz. Musa’nın sıkıntısı, konuşmasını ve ifade güzelliğini engelleyen özrünün tebliğinde olumsuz bir etki yapacağı endişesinden kaynaklanmaktadır. Nitekim başka bir âyette Hz. Musa bunu açıkça ifade ederek, daha güzel konuşma yeteneğine sahip olan kardeşi Harun’un kendisine yardımcı kılınmasını istemekte ve şöyle ifade etmektedir: ’(Rabbim), Kardeşim Harun, dil bakımından benden daha güzel konuşur. Onu da benimle beraber, beni doğrulayan bir yardımcı olarak gönder. Zira ben, beni yalanlayacaklarından korkuyorum.?(3)
Hz. Âişe (r.anhâ), Peygamber (s.a.v.) Efendimizin işitenler anlasınlar diye sözü tane tane söylediğini nakletmiştir.(4)
Dolayısıyla tebliğciler, ya güzel konuşanlar arasından seçilmeli ya da güzel konuşma ve hitap etme eğitiminden geçirilmelidirler. Her mü’min bir tebliğci adayı olduğuna göre, mümkün olduğunca bu özelliği kazanma gayreti içerisinde olmaları gerekir.
? Tebliğ Yapılacak Kişilerce Sevilmek: Tebliğciye duyulan sevgi, insanları tebliğciyi taklide, ona güvenmeye ve onunla özdeşleşemeye götürür. Böylece onun tutumlarını, zevklerini, davranış ve giyinme biçimlerini benimseme eğilimleri nedeniyle insanlarda görüş ve tutum değişikliğine yol açabilir. Dinin gereklerini hayatına aktarabilmiş ve muhatap tarafından da sevilen bir tebliğci, aradaki sevgi bağından dolayı muhatap tarafından taklit edileceğinden, muhatabın da dinin gereklerini hayatına yansıtmasına vesile olur.
? Tevazu: Kendisiyle övünen, kendisinden çok bahseden ve sık sık kendisini ön plana çıkarmaya çalışan, başkalarını küçümseyen ve onlara tepeden bakan insanlar, toplumda sevilmez ve saygı görmezler. Toplum böyle insanlara soğuk bakar ve böyle kişilerden uzak durur. Dolayısıyla kibirli insanların kişilikleri, hem kendilerinin, hem de davalarının dışlanmasına ve zarar görmesine neden olur. Bu ise tebliğcinin amacına ters düşen bir durumdur. Zira tebliğci, mesajını ulaştırmak, insanlığa hizmet etmek ve görevini yapabilmek için toplumun dışında değil, içerisinde yer almak, insanlarla yakın ve sıcak münasebetler kurmak durumundadır. Unutulmamalıdır ki, halka hizmet etme ve onu etkilemede önemli bir unsur, muhatabın toplumsal ve kültürel seviyesine inebilme beceri ve tevazuunu göstermektir. Ancak tevazu, hafifliğe vardırılmamalı, dengeli olmalıdır. Çünkü tevazu, bir tarafında kibir, diğer tarafında zillet ve hafiflik olan orta yoldur ve her iki tarafa da kayması mümkündür. Bu dengeyi korumak için de tebliğci, aynı zamanda vakarlı, ağırbaşlı olmalıdır.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, ’Allah, bana, mütevazı olmanızı ve hiç kimsenin diğerine karşı kibirlenmemesini emretti.?(5) buyurmuştur. Efendimizin hayatı da, toplumun her kesimiyle girdiği münasebetlerde tevazu örnekleriyle doludur. O, hastaları ziyaret eder, cenazelere katılır, kölelerin davetlerine icabet ederdi. Mescid inşasında kerpiç taşır, yemek hazırlığı için odun toplar, hasır üzerinde uyur, kısaca yüzündeki nübüvvet nuru, hareketlerinde ve sözlerindeki peygamber seçkinliği olmasa, dışarıdan gelen biri O’nu sahabelerinden ayırt edemezdi. Bu durum O’nun (s.a.v.) tebliğdeki başarısında önemli bir yer tutmaktadır.
? Sabır ve Azim: Çok yönlü ve kompleks bir özelliğe sahip olan insanın eğitim-öğretimiyle uğraşmak, gerçekten zor ve yorucu bir iştir. Tebliğ de bu kapsamda yer alan, dolayısıyla büyük bir sabır ve kararlılığı gerektiren bir görevdir.
Hz. Âdem’den beri tebliğ görevini yerine getiren bütün peygamberler, karşılaştıkları sıkıntı ve zorluklara sabır ve azimleriyle katlanmak zorunda kalmışlardır. ’(Ey Habibim!) Sen’den önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, bizim yardımımız kendilerine ulaşıncaya kadar gördükleri eziyetlere ve yalanlanmalarına karşı sabretmişlerdi.?(6) ’O halde Sen de peygamberlerden azim sahibi olanlar gibi sabret.?(7) âyetleri hemen hemen bütün peygamber ve tebliğcilerin aynı durumla karşı karşıya kaldıklarını ifade etmektedir.
İlahî mesajın insanlara duyurulması göreviyle mükellef olan tebliğcilerin karşılaşacakları her türlü ihtimale karşı sabır ve azimle kuşatılmış olmaları, görevin ifası ve sonuca ulaşma bakımından son derece önemlidir. Bu önemden dolayı Kur’an’da sabırdan bahseden yüzden fazla âyet vardır ve yetmiş kadar âyette sabır övülmüştür. Hatta Asr suresinde hüsrandan kurtulmanın şartı olarak îman etmek, salih amelde bulunmak, hakkı tavsiye ve tebliğ etmenin yanında sabretmek zikredilmiştir. Birçok hadiste de sabır tavsiye edilmiştir.
Bu konuda en güzel örnek Kur’ân-ı Kerim’de de belirtildiği gibi peygamberlerin hayatlarıdır. Mesela Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin tebliğ amacıyla gittiği Taif’te karşılaştığı dayanılmaz hakaret ve eziyetlere karşı gösterdiği sabır, tahammül ve daha sonra da devam eden azmi buna en güzel örnektir. Hicrete kadar yıllarca süren çirkin muhalefet ve Müslümanlara yapılan çeşitli eziyetler, bir tebliğciyi ruhen çökertmeye fazlasıyla yetecek derecededir. Peygamber Efendimiz, bunlara sabrettiği, sahabesine de sabrı sürekli tavsiye ettiği gibi, şahsına yönelik suikast girişimleri de dâhil her türlü tehdide karşı da azminden hiçbir şey kaybetmemiştir.
? Şefkat ve Merhamet: Şefkat ve merhamet, kalplerdeki katılığı yumuşatan, insanlar arasında yakınlaşmayı, sevgi ve kardeşliği sağlayan bir duygudur. Bu ise, tebliğin insanlar arasında gerçekleştirmeye çalıştığı bir hedeftir.
Rahmet, merhamet ve Allah’ın merhamet sahibi olduğu hususları Kur’an’da pek çok âyette işlenerek, bu konunun mü’min, tebliğci ve insanlık açısından önemine işaret edilmektedir. Peygamber Efendimiz hakkındaki ’Biz, Sen’i ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.?(8) âyeti de rahmet olarak zikredilen ve aynı kökten gelen merhametin Efendimizin belirgin özellikleri arasında yer aldığını belirtmektedir. Şefkat ve merhametin toplumsal hayattaki yansıması ise, sosyal ilişkilerde yumuşak davranmaktır. Kur’ân-ı Kerim’de Efendimizin bu yönü şu şekilde ifade edilmektedir: ’Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, Sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, etrafından dağılır giderlerdi??(9) Bu âyet insanî ilişkilerde ve tebliğde yumuşak davranmanın önemini açıkça belirtmektedir. Tebliğde yumuşak davranmak çoğunlukla katı kalplilerin hidayete ermelerine vesile olur, nefret besleyen gönülleri yumuşatır, baskı ve korkutma ile elde edilemeyen hayırların kazanılmasına sebep olur.
? İmaj: Tebliğcinin muhataba tesiri ya da muhatabın tebliğciye bakışını etkileyen faktörlerden birisi de, mübelliğin muhataba karşı sergilediği imajdır. İlk defa karşılaşılan bir kimsenin görünümü ve insanlar üzerinde bıraktığı izlenim ya da geçmiş yaşantılarında izlediği çizgi, onun insanlar tarafından algılanmasında ve değerlendirilmesinde önemli rol oynamaktadır.
İnsanın kazanacağı imajda etkili olan ve Kur’ân-ı Kerim’de de belirtilen bir faktör, kılık-kıyafet ve elbiselerin temizliğidir. ’Elbiseni temiz tut.?(10) âyeti bunu vurgulamaktadır. Temiz olmanın yanında, kılık-kıyafetin düzenli ve hoş olması da muhataba etki ve saygı temin etmede rol oynayan bir unsurdur. Dağınık ve düzensiz bir kıyafetteki tebliğcinin ya da hatibin istenen etkiyi yapması mümkün değildir.
? Kararlılık ve Kendine Güven: Mübelliğin ortaya koyduğu kararlılık, takip ettiği yol konusunda kendinden emin tavır ve tutumlarındaki tutarlılık, muhatabın durumu ciddiye almasına, yeniden düşünmesine ve tebliğden etkilenmesine yol açacağından, tebliğcide bulunması gereken özelliklerdendir.
Cenâb-ı Allah, Efendimiz’e (s.a.v.), tebliğinden yüz çevrilmesi halinde ’Allah bana yeter, O’ndan başka ilâh yoktur. Ben, sadece O’na güvenip dayanırım. O, yüce arşın sahibidir?(11) diyerek kararlığını göstermesini istemektedir. Efendimiz de kararlı olmanın ne demek olduğunu tüm insanlığa öğretircesine, hayatı boyunca bu düsturu uygulamış, hatta Müslümanların en güçsüz oldukları ve tek güçlü destekçisi olan amcası Ebu Talib’in bile desteğini devam ettirip ettirmeme konusunda kararsızlık yaşadığı bir anda, Kureyş’in tebliğinden vazgeçmesi için yaptığı maddî tekliflere ve vazgeçmezse başına gelecekler hakkındaki tehditlerine karşı ’Bir elime güneşi, diğerine ayı verseler, ben davamdan vazgeçmem? diyerek bu işin nasıl yapılması gerektiğini yolunu takip eden, etmeyen herkese göstermiştir.
Günümüz mübelliğlerinin de tebliğlerinin maksada ulaşmasında son derece önemli olan bu özellikleri kendilerinde bulundurmaya özen göstermeleri, Rasûlullah Efendimizin yolunu takip etme açısından da fevkalade önemlidir.(12)

Kaynaklar:
1. Bkz. Rehber Dergisi, sayı 30.
2. et-Tâhâ, 20/25-28.
3. el-Kasas, 28/34.
4. Buharî, Menakıb 23; Ebu Davud, İlim 7.
5. Müslim, Cennet 64.
6. el-En’am, 6/34.
7. el-Ahkaf, 46/35.
8. el-Enbiyâ, 21/107.
9. Âl-i İmran, 3/159.
10. el-Müddesir, 74/4.
11. et-Tevbe, 9/129.
12. Mehmet Şanver, ’Kur’an’da Tebliğ ve Eğitim Psikolojisi?, Pınar Yay., İstanbul-2001.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.