Özlenen Rehber Dergisi

3.Sayı

Sevmek Ama, Kimi?

Döndü ERDAL Özlenen Rehber Dergisi 3. Sayı
Sevmenin adını “Muhabbet” koymuş Allahu Tealâ ..... Ve bunu şöyle dile getirmiş Allah’ın sevgili Rasulü (A.S): “Benim rızam için birbirini sevenlere, benim için bir araya gelenlere, benim için birbirlerini ziyaret edenlere ve benim için birbirlerini (para, vakit) harcayanlara, muhabbetim vacib olmuştur.” (Muvatta)

Sevmek ... kimle?.... Neyi ?..... Nasıl?... İşte sevdiğimizi söylediğimiz sevgili Rasül’ün bize söylediği esas: “Kişi Müslüman kardeşini severse, onu sevdiğini kendisine söylesin.” (Ebu Davud, Tirmizi) ve... Alemi yaratan Yüce Sevgili yarattığı kullarından sevmeyi ve sevilmeyi istiyor. İnsanların arasına gönderdiği Peygamberine: “Benim nezaretimde yetiştirilmen için, sana sevgimi lutfettim.” (Taha/39) buyuruyor.

Peygamberler... insanların arasından seçilmiş, kendilerine vahyolumuş, terbiye edilmişi, Allah’ın sevgili kulları... Ve Allah Tealâ, sevginin yani muhabbetin, Peygamberin şahsında ve onun sıfatlarında, gören gözle ve anlayan gönülle teneffüs edilmesini istiyor. Bunu en çok kimlerden istiyor? Elbetteki sevmenin ne demek olduğunu bilen ve “ben seviyorum” sözünün ne anlama geldiğini bilen kullarından. Yani Mü’minlerden... ve mü’minlerden istenen şu: Ey sevgiyle gönderdiğim ve nurumdan var ettiğim Rasül!.... “De ki; Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir.” (A.İmran:31)

Sevmenin yolu Allah’tan, Allah’ı sevmenin yoluda Rasul-ü Ekrem’den geçiyor. Kim Allah’ı sevdiğini iddia ediyorsa, önce O’nun sevdiğini sevecek demektir bu. Hem böylece insan sevilecek. Sevilince de kusurları görülmeyecek, görülse bile affedilecek demek.... İşte Hz. Ömer (R.A) inanmıştı ve sevmişti bir kere Rasulallah’ı (A.S)’ı. Zira cahiliyye döneminde kalma ızdırapları vardı. Kusurlarını göstermişti ona en sevdiği... Zira dost acı söylerdi. Ve böylesi bir dosta canlar kurbandı.... Sevdiği dostu, Rasülü Ekrem (A.S), kendisine (Hz. Ömer’in) içindeki gerçek dostu göstermişti. İçindeki, dostu sandığı şeytanı bile, terk etmişti o’nu. Görmek istemiyordu şeytan Hz. Ömer’i.

Mescid-i Nebi’ye vardığında beyninden vurulmuşa döndü Hz Ömer (R.A). Muğire b. Şu’be: “Rasulallah (A.S) vefat etti” diyordu. Hz Ömer: “Hayır! Yalan söylüyorsun!.... o vefat etmedi.” Münafıklar yok olmadıkça o vefat etmez.” (İbn-i Sa’d) diyordu. Kaybetmek istemiyordu O’nu. Daha soracakları vardı. O sevgili, kendisine sevmenin ne demek olduğunu öğretiyordu. Hayır! O yok olmamalı, ölmemeliydi!... Böyle diyordu, Hz. Ömer (R.A): “Kim öldü derse, boynunu vururum! “Hz. Ömer bu.... Dediğini yapar mı yapardı......

İbn-i Ümmi Mektum âmâydı. Mescidin son cemaat mahallinde “Muhammed ancak peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o, ölür ya da öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim böyle geriye dönerse, Allah’a zarar vermiş olmayacaktır. “(A.İmran:144) ayetlerini okuyordu. O esnada Hz. Ebu Bekir mescide girdi. Hz. Ömer ayakta, hiç oturacak halde değil!... Ebu Bekr (R.A).” otur artık, ey Ömer!” dedi. Cemaati de susturdu ve “Ey insanlar! Sizden kim Muhammed’e itaat ediyorsa iyi bilsin, Muhammed ölmüştür! Sizden kim de Allah’a ibadet ediyorsa hiç şüphesiz o diridir ve ölmez!...” (Buhari) Halk ve Hz. Ömer gözyaşları içinde “Anam-Babam Sana feda olsun Ya RASULALLAH!.... diyordu. (İbn-i Sa’d)

Evet, gerçek sevgili, en yüce sevgili Allah-u Tealâydı. O’na ulaşmak önemliydi. O’na giden yolda olmak ve severek ölmek önemliydi.

Ve ... Şimdi O’nun gibi yaşamanın tam zamanıydı. Zaten yaşıyorlardı. En sevdiklerinin yolunu her an takip ediyorlardı. Ama şimdi sorumluluk duygusu içerisinde O’nu anlatmalıydılar. O sevgili Rasulü görmeyenler vardı. Sevgi onlara taşınmalıydı. Rasülü Ekrem (A.S):görememiş olanlara, aynen O’nu görüyorlarmışcasına anlatılmalıydı. İnsanlar heran O’nu (A.S) görebilmeliydi. Böylece o sevgili Rasül hep gönüllerde yaşamalıydı. Zira, o yaşarsa Allah sevilece, insanlar Allah’ı sevdikçe itaat edecekler, isyan etmeyeceklerdi. Ve ... “Ben seviyorum” diyen; her an ve her zaman ilahi nuru seyredip duracak; mahvolmak, yok olmak ve geri durmak onun tanımadığı kavramlar olacaktı.

İşte.... Bilâl-i Habeşi (R.A)... Sevdim dediği, Rasulü Ekrem (A.S)’i toprağa verdikten sonra, bütün Medine ona dar gelmişti. Bağrına taş basmış, sevgilinin hasretini çekiyordu. Halife Hz. Ebubekir’in (R.A) huzuruna geldi. Müsaade istedi Medine’den ayrılmak için. Acılarını her gün katmerleştirmek istemiyordu belki de. Hz. Ebubekr (R.A) müsaade etmedi. Zira Bilal-i Habeşi, en çok sevdiği insan, Rasül’ü Ekrem (A.s)’in yadigarıydı. Onun okuduğu ezanlar hep devam etmeliydi. Ama Bilal-i Habeşi (R.A) mahzundu... sevgi, muhabbet ve ayrılık nedir bunu o anlardı. Mekke fethedilince Kabe-i Muazzama’da, En yüce Sevgili Allah’ın huzurunda, en Sevgili Rasul Muhammed (A.S)’ın önünde Ezan-ı Muhammediyi okumanın hazzını o bilirdi.

Bu anlatılmaz, ancak yaşanırdı. Ama şimdi o muhabbete, sevgiliyi görmeden, o anı yaşamadan nasıl seslenip çağırmalıydı insanları... ve o... “Ben Rasulullahsız Medine’yi istemem, ben buna tahammül edemem” diyordu. Hz. Ebu Bekr: Ey Bilal! Benim sevgim yok mu? Benim için Medine’de kal...” diyordu. Kıramadı Sıdık-ı Ekber (R.A)’i, Medine’de kaldı. Sonra bir fırsatını bulup Hz. Ömer (R.A)’ın hilafeti zamanında izin isteyerek, cihad için Şam’a gitti ve oraya yerleşti.

Gün geçmiyordu ki Şam’da Rasulallah (A.S)’ı hatırlamasın!.... Bir gece rüyasında, Efendimiz (A.s)’i gördü. Evet ... İşte... En sevdiği karşısındaydı ve ondan bir tek isteği vardı: “Ey Bilâl! Beni ziyarete gelmeyecek misin?” Artık sevgiliden muştuyu almıştı bir kere... Duramazdı. Gözyaşları içinde Medine-i Münevvere’ye atını sürdü. Hiç kimseyi görmüyordu, gözü, doğruca Mescid-i Nebi’ye vardır. Saadetli yılları düşündü. Nebi (A.s)’nın namaza duruşunu, saf tutuşunu, tekbir alışını... hep hatırladı. Sonra Ravza-i Mutahhara’ya yüzünü sürdü.

Buralar, hep sevgiliyi hatırlatan ve Hüseyin (R.A) efendilerimiz O’na bakıyorlardı. Bilâl-i Habeşi (R.A) Nuru Muhammediyi bütün ruhuna teneffüs edercesine, onların ellerine sarıldı. Öpüp kokladı Asr-ı Saadet güllerini... Ve şöyle dediler Bilal’e (R.A): “Bizim hatırımıza, sabah ezanını okurmusun?!... Adeta bu istek, O sevgili Rasül’den (A.S) gelmişti. Kıramazdı ve kıramadı da... Mahzun Bilal (R.A) “olur!.... dedi. Bambaşkaydı o sabah, Medine... Mescid-i Nebi hareketlendi. Bilal-i Habeşi Mescidin üzerine ezan okumak için çıkınca....

“Allahu Ekber...... Allahu Ekber!....” midaları, Medine’de seher vakti duyulunca, istisnasız bütün mü’minler İsrafil (A.s) suru üflüyormuşcasına korkarak yataklarından fırladılar. “Eşhedü enlâ ilahe illallah! ......” derken Bilal-i Habeşi, Medine insanları adeta Peygamber (A.S) yeniden dünyaya teşrif etmişcesine sokaklara döküldüler. “Eşhedü enne Muhammed’er- Rasulullah!....” sözlerini halk işitince, kadınıyla erkeğiyle Mescid-i Nebi’yi doldurdular. Herkes birbirine bakıyor, gözyaşlarını dökmedik kimseye rastlanmıyordu.... (İbnü’l- Esir).

O gün.... Yeniden canlanmıştı ümmet. Sevgi ve Muhabbet bir kez daha kendini göstermişti. Bir olmuştu sevenler, sevgiliyle buluşunca.... İnsanların gözlerinin içi gülüyordu. Seven ağlardı, bu üzülmek değildi. Bu onların ilk hali değildi. Onlar her an seven, sevdiklerini söyleyen kimi sevdiğini bilen, nasıl sevilmesi gerektiğini yaşayarak anlatanlardı.

Evet Sahabe-i Kiram yaşayarak anlatıyordu. Onların bu hali insanlara tesir ediyordu. Kendilerinden sonra gelen nesil, ashabı hep yaşar halde buldu. Sahabe-i Kiram sevgilerini satırlara değil, sadrlara (gönüllere) yazmışlardı. Onların sevgilerini görenler hiç kendilerinden ayrılır mıydı? Hangi zaman ve zeminde olursa olsun bvylesi sevgiyi anlatanlardan ayrılır mıydı hiç insan?!... İşte, ayrılmadı.... Hz. İmam-ı Rabbani, Şah-ı Geylani, Habib-i Acemi, Ahmed-i Bedevi, Hasan-i Başri, Veysel Karani, Beyazıd-ı Bistami, Mevlana Halid Bağdadi, Hz. Şah Abdullah Faru’kiler.... Yaşadılar, yaşattılar... sevgiyi, sevdiklerini gösterdiler, örnek oldular... (R.Anhüm)

Muhtaçtır bu ümmet ! Asr-ı Saadetin nefesine, gülüne... Hem duruşuna, sevgisine, bakışına, tebessümüne.....


Sen ki Alemlere Rahmet Bir Gül,

Aşkınla yananları edersin Kül,

Rabbimi hatırlatan Cemalini göremedi bu Kul

Yüzüm yok, Günahkarım ama yine de Sen Şefaat Kıl

YA RASULALLAH ..... !
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.