Özlenen Rehber Dergisi

71.Sayı

Ekonomik Açıdan Filistin Meselesi...

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 71. Sayı
Ekonomik açıdanFİLİSTİN MESELESİ Filistin-İsrail meselesinin en önemli boyutlarından biri de hiç şüphesiz ekonomik yönüdür. İnsan hayat sahibi bir varlıktır. Hayatın devamlılığı için ise bireylerin ekonomik açıdan kuvvetli olmaları, en azından kendi ayakları üzerinde durabilmeleri gereklidir. Ekonomi, artık bireylerin olduğu kadar devletlerin de devamlılık esası, bağımsızlık simgesi ve dışarıya karşı en belirgin güçlülük işaretidir.
Filistin’in Gazze bölgesi dünyada nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu bölgedir. Bu bölgede km2 başına 2617 kişi düşmektedir. Km2 başına düşen insan sayısının Almanya’da 227, Fransa’da 106, Türkiye’de 77 olduğunu düşünürsek Gazze’deki nüfus yoğunluğunun ne kadar yüksek olduğunu daha net bir şekilde anlamamız mümkün olur.
Gazze’deki bu nüfus yoğunluğu 1948 yılında İsrail ile yapılan savaş sonrasındaki mülteci akımlarından ve bölgedeki işgalci İsrail yönetiminin kasıtlı uygulamalarından kaynaklanmaktadır. O zaman yaşanan olayları şöyle hatırlayacak olursak 1948 savaşında işgalci İsrail’in Filistin topraklarının önemli bir kısmını ele geçirmesi ve BM Genel Kurulu’nun 181 sayılı kararıyla işgal edilen bu topraklar üzerinde Bağımsız İsrail Devleti’nin kurulmasına fırsat verilmesi üzerine çok sayıda Filistinli o zaman henüz Mısır yönetiminde olan Gazze’ye iltica etti. Mısır’ın 1967 Haziran savaşından yenilgiyle çıkması üzerine Gazze bölgesi de İsrail’in eline geçti. Gazze’deki bu nüfus yoğunluğunun birinci sebebi 1948’de işgal edilmiş topraklardan bu bölgeye yönelik mülteci akımı olduğundan bölgedeki nüfusun üçte ikisini de mülteciler oluşturmaktadır. Yani bu bölgede yaklaşık olarak 700 bin mülteci yaşamaktadır. Bu mültecilerin yarıdan çoğu da (yaklaşık 395 bin kişi) mülteci kamplarında yaşıyor. Bütün bu mülteciler ve özellikle mülteci kamplarında yaşayanlar ekonomik yönden oldukça zor şartlarda hayatlarını sürdürmektedirler. Çünkü bunların hepsi işgalciler tarafından ele geçirilen gayrimenkullerini ve mal varlıklarının çoğunu terk ederek sadece başlarını alıp o bölgeye sığınmak zorunda kalmış kimselerdir.
Dönemin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Yaser Arafat’a özerk yönetimin kurdurulması Gazze’deki o yüz binlerce mültecinin durumunu değiştirmedi aksine daha da kötüleştirdi. Çünkü İsrail ile 1967 ve sonrasında yapılan antlaşmalarla onların asıl vatanları ve toprakları üzerindeki İsrail hâkimiyeti resmileştirerek onların yeniden kendi öz yurtları olan Filistin topraklarına ve evlerine dönme ümitlerinin önüne set çekmiş oldu. Bununla birlikte kendilerine herhangi bir iş imkânı ve geçim kaynağı da sağlanmadı. Mülteci kamplarında yaşayan yüz binlerce Filistinli adeta kendi kaderlerine terk edilerek bir nevi ölüme mahkûm edildi. Gazze nüfusunun üçte ikisini oluşturan mültecilerin durumu böyleyken, geçmişte onları bağrına basmış olan yerlilerin durumları da çok iyi sayılmaz. Her şeyden önce bu insanlar kendilerine sığınan kardeşlerinin dertlerini ve sıkıntılarını paylaşmak zorunda kaldıklarından kendileri de çeşitli ekonomik zorluklarla karşı karşıya kalmışlardır. Öte yandan 1967’de Gazze’nin de işgal edilmesiyle başlayan kasıtlı uygulamalar bölgedeki ekonomik durumun daha da kötüleşmesine, işsizlik oranının günden güne artmasına yol açtı. Özerk yönetimin işbaşına gelmesinden sonra ise bölgedeki işsizlik oranı daha da arttı. Çünkü daha önce çok sayıda Gazzeli 1948’de işgal edilmiş topraklara girerek çalışma imkânı bulabiliyordu. Özerklik anlaşmasından sonra araya sınır konduğundan bu geçişler vizeye bağlandı. Öte yandan İsrail yönetimi de anlaşma şartlarını gerekçe göstererek geçişleri iyice kısıtladı. Bunun yanı sıra izinsiz geçişleri engellemek amacıyla geçiş kapıları dışındaki kısımları tel örgüyle kapattığı gibi belli aralıklarla gözetleme noktaları kurdu. Bu durum dolayısıyla Gazze’de işsizlik oranı % 60’ı geçti. Özerk yönetim de zaten Oslo ve Kahire anlaşmalarında önüne sürülen şartları kabullenirken böyle bir sonucu kendi eliyle hazırlamıştı. Bütün bu sebeplerden dolayı bugün Gazze’de yaşayan halkın % 98’i uluslararası standartlara göre fakirlik sınırının altında bir gelirle geçinmek zorundadır. Bunların içinde hiçbir yerden geliri olmayan on binden fazla aile mevcuttur. Bunları ise genellikle işgalciler tarafından şehid edilenlerin veya hapse atılanların aileleri oluşturmaktadır. Özerk yönetim bu durumdaki ailelerin dertlerine çare aramak yerine İsrail yönetiminin istek ve zorlamaları doğrultusunda yeni tutuklamalar yaparak herhangi bir yerden gelir sağlama imkânına sahip olmayan ailelerin sayılarını daha da artırdı. En son rakamlara göre özerk yönetim polisleri tarafından tutuklu bulundurulanların sayıları 400’ü geçti. Özerk yönetim bununla da kalmayarak İsrail’i memnun edebilmek için Filistin Devlet Güvenlik Mahkemesi adında bir mahkeme kurmak suretiyle tutuklananların uzun süre zindanda tutulabilmeleri için sözde yargı mekanizması oluşturma yoluna gitti.
Gazze, Filistin’in batı kesimine düşer. Bu bölge 1967 savaşına kadar Mısır yönetiminin elindeydi. Mısır’ın o zamanki devlet başkanı sosyalist diktatör Cemal Abdünnasır 1967 Haziran savaşında bu bölgeyi siyonist yahudilere teslim etti. Dolayısıyla bu bölge o tarihten buyana siyonistlerin işgal altındadır. İşgalciler Gazze’nin Müslüman halkına her türlü zulmü ve baskıyı reva görmektedirler ve uyguladıkları baskılardan biri de ekonomik baskıdır. Gazze’de yaşayan ailelerin % 97’si en zorunlu ihtiyaç maddelerini karşılamaya yetecek miktarda bile aylık gelire sahip değildi. Yani Gazze’de yaşayan insanların % 97’si fakirlik sınırının altında bir gelir düzeyine sahipti. İntifadanın başlamasından sonra siyonist yönetim Gazze’yi ablukaya almak istedi. Bu amaçla çeşitli uygulamalara başvurdu. Bütün bu uygulamalarla Gazzelilerin gelir düzeylerini daha da aşağı çekmeyi amaçlıyordu. Yani bütün Gazzeliler iyice sefaletin içine düşsün de kendine avuç açsın istiyordu. Siyonist rejimin uygulamaları ister istemez Gazzelilerin ekonomik durumlarının daha da kötüleşmesine yol açtı. Fakirlik oranı intifada öncesine nispetle bir hayli arttı. Siyonist rejimin Gazze’ye uzun süreli ekonomik ambargolar uygulaması, aynı şekilde belli dönemlerde sokağa çıkma yasağı koyması çok sayıda Gazzeli işçinin işini kaybetmesi sonucu doğurdu. Bu insanlar hiçbir gelirleri olmayan işsizler ordusuna katıldılar. Gazzelilerin bir kısmı önceleri geçimlerini balıkçılıkla sağlıyorlardı. Siyonist rejim onları da sefalete itmek için Gazzeli Müslümanların birçoğuna balık avlama yasağı koydu. Balık avlamalarına izin verilenlere de sınırlama getirdi. Öte yandan ticaretle uğraşanlara konulan ağır vergiler birçoklarını dükkânlarını kapatmaya zorladı. Ticareti devam ettirenlerin gelirlerinde ise önemli miktarda düşüş oldu. Aynı uygulamalar serbest meslek sahiplerini de vurdu. Tarımla uğraşanların ürünlerini Gazze dışına ihraç etmelerine engel olunuyor, öte yandan tohum, gübre, yakıt vs. gibi tarımla uğraşanların ihtiyaç duydukları maddelerin fiyatlarındaki artış birçoklarının zarar etmesine ve tarımla iştigalden vazgeçmesine yol açtı. Bütün bu uygulamaların asıl amacı Filistin halkını sürekli bir ekonomik abluka altında tutmak, bu konuda sürekli dışa ve özellikle Filistin topraklarının hâlâ % 95’ten fazlasını doğrudan işgal altında tutan siyonist rejime bağımlılığının devam etmesini, Gazze halkının büyük bir kesiminin mültecilik statüsünün devam etmesini sağlamaktır. Bu durum siyonist rejime, oluşturulan sözde özerk yönetimi sürekli siyasi baskı altında tutma imkânı da verecektir.
Yaşanan olayların tarihi süreci bu olmakla birlikte bugün için bundan daha güzel ve manalı sözler söyleyebilmek maalesef hiç mümkün gözükmemektedir. Dün açlıkla ekonomik ambargolarla mücadele eden Filistinli Müslüman halk bugünde aynı dertle muzdariptir. Hatta İsrail işgalinin bittiği günlerde gerek Filistinli gerekse de Birleşmiş Milletler yetkililerinin Gazze ile ilgili yaptıkları açıklamalar durumun vehamiyetini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. İşte o zaman yapılan açıklamalardan göze çarpıcı birkaç ayrıntı:
İsrail saldırıları sonrası Gazze bilânçosu; 400 ü çocuk 100 ü kadın toplam 1300 ü aşkın Filistinli öldü. Yaklaşık 2000 i çocuk 5 bin 500 kişi yaralandı. 22 bin ev ya tamamen yıkıldı ya da büyük çapta hasar aldı. 48 Devlet binası (Bakanlıklar, okullar, hastaneler, sığınma evleri vb.) 30 karakol ve 20 cami yerle bir edildi. En az 100 bin Filistinli, saldırılar sonrası evsiz kaldı.İsrail işgal sonrası Filistin topraklarından çekildikçe olayın ne derece ciddi ve vahim olduğu medyaya da yansıyarak tüm dünyaya gösterildi. Gazze, Refah, Cebaliye ve Han Yunus bölgelerindeki manzara bölgede sanki doğal bir felaketin yaşandığı izlenimleri verirken İsrail’in bölgedeki her şeye karşı bir tavır aldığı gözler önüne serildi. Sonuç olarak;
Yıllardır süren ve milyonlarca Filistinli Müslüman’ı çok yakından ilgilendiren olaylar şuan için durmuş durumda. Peki, şimdi ne olacak diye sorduğumuzda cevap olarak karşımıza şunlar çıkmaktadır: Öncelikle saldırılar devam ederken kılları kıpırdamayan birçok devlet ve şahıs, saldırıların bitmesiyle ortaya çıkacak ve dünyaya iyilik meleği rolünü tekrar oylayacak. Başta Arap ülkeleri ve Avrupalılar olmak üzere göreceksiniz herkes elini kesesine atacak milyon-milyar dolar ayni ya da nakdi yardımlar yapacak. İşte bu yazının yazıldığı sıralarda Suudi hükümetinin Kuveyt’te toplanan Arap Liderler Zirvesi sonrası Filistin’in imarı için 1 milyar dolar nakdi yardım yapacağını açıklaması bu söylediklerimizin gerçekleşeceği hissini veriyor bize. Başka neler olabilir derseniz; olayın siyasi olduğu kadar ekonomik sorumlusunun da Hamas olduğu yine bu malum çevreler tarafından söylenecek. Yine Birleşmiş Milletler savaş suçları beyannamesinde yer alan işgalci güçlerin haksız yere işgal ettiği topraklardaki yıkım ve hasarlara ortak olması fikri hiç dile getirilmeyecek. Yine hiç kimse; yapılan bu yardımların Filistin’i imar edip etmeyeceğini, imar edilse bile tekrar siyonist güçlerce ne zaman yıkılacağını hiç düşünmeyecekler. Daha öz bir ifade ile cebine para koyduğunuz ya da yıkılan evini onardığınız insanlara kendi yurtlarında özgür ve serbestçe yaşama hakkını vermediğiniz zaman, gerçek o ki yapılanlar hep göstermelik olarak kalacak. Bir de bunun yanında Türkiye de dâhil hemen hemen hiçbir ülke İsrail ile yapılacak ticari ve ekonomik anlaşmaları yapmadan önce bir kez daha düşünmeyecek. Bırakın devletleri, beş vakit namazını kılan ve kendince hassasiyet sahibi olduğunu düşünen birçok Müslüman dahi sırf kalite ve sırf marka uğruna katil ve Müslüman düşmanı İsrail’in ürünlerini almaktan vazgeçmeyecek. İşte durum bunlardan ibaret iken Filistin’e üzülmek, onlar için ağlamak bilmiyorum ne kadar gerçekçi olur.
“Sen ne kadar bilirsen bil ve ne kadar anlatırsan anlat, senin bilgin karşındakinin anlayışı kadardır. Öteye geçemezsin” Hz. Mevlânâ (k.s.)
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.