14 asır önceydi. Hayatın gayesi, yaratılışın mânâsı silinmiş, yok olmuştu. Herşey mânâsız başıboşluk ve hüzün örtülerine bürünmüştü. Hayatın gayesini anlamaya çalışan gönüller birşey bekliyor, bir nurun zulmet perdesini yırtmasını içten içe hissediyorlardı.
O vahşet devrinde kâinat ufkundan alemlere bir güneş doğdu. Bu güneş âhirzaman Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.) Efendimizdi. Tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi. İnsanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen "Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın Sahibini ilân ve ispat edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh ve kalbinde değil, diğer varlıklarda, hattâ cansız eşyada bile yansımasını bulacaktı.
Rabiü’l-evvel ayının 12. Pazartesi gecesi, Miladi takvime göre 20 Nisan’a denk gelen gece dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverinin üzerini Mekke’lilerin bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar. Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki, Efendimizin (s.a.s.) üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Fahri Kainat Efendimiz (s.a.s.) gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu. Evet, bu hadise işaret ediyordu ki, O (s.a.v.); her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü bâtıl inanç ve âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidâyetin kâinatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi.
Aynı gece Kabe’de tapılmakta olan cansız putların çoğunun başaşağı devrildiği görüldü.
Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi.
Sava’da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü.
Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede edildi.
Bütün bunlar işaret ve alâmettir ki, dünyaya yeni gelen bu zat ateşe tapmayı, puta tapmayı kaldırıp Fars saltanatını parçalayarak, Allah’ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktı.
Dünyaya gelişiyle müminlerin sevindiği bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve ümmeti olarak onu bütün kalbimizle ve ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla birlikte bu geceyi karşılayarak Efendimizin (s.a.s.) âleme teşrifine kıyam ediyoruz. Getirdiği ebedi nura, açtığı saadet caddesine, Sünnet-i Seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden biatimizi, bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir. Sonsuz rahmet ve merhamet sahibi Cenab-ı Hakk’tan niyazımız o dur ki; bizleri sevgili Habibi, Rasûlullah (s.a.s.) Efendimizin şefaatine mazhar kılsın. Her daim Peygamber aşkıyla yanıp tutuşan ecdadımızın kaleme aldığı bir naatı sizlerle paylaşarak dergimizin özel Nisan sayısıyla başbaşa bırakıyorum.
Sultan II. Mahmud’un Şiiri
Şamdan ihdâya eyledim cüret yâ Rasûlallah!
Murâdımdır Ulyâya hizmet, yâ Rasûlallah!
Değildir ravzaya şâyeste destâvri-i nâçizim,
Kabulünde kıl ihsân ve inâyet, yâ Rasûlallah!
Kimim var hazretinden gayrı, hâlim eyleyem i’lâm,
Cenâbındandır ihsân ve mürüvvet, yâ Rasûlallah!
Dahîlek, el-emân, sad-el-emân, dergahına düşdüm
Terahhüm kıl, bana eyle şefaat yâ Rasûlallah!
Dü-âlemde kıl istishâb hân-ı Mahmûd-i adlîyi,
Senindir evvel ve âhirde devlet yâ Rasûlallah!
Sizin İçin Seçtiklerimiz...editörden...
Özlenen Rehber Dergisi 97. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.