Özlenen Rehber Dergisi

161.Sayı

Tasavvuf Üzerine Bir Malumat

Murat GELEGEN Özlenen Rehber Dergisi 161. Sayı
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah’a hamd, habibi, âlemlere rahmet olan Efendimiz (s.a.v.)’e salât u selam olsun.
Tasavvuf, İslam’da ruhî ve manevi boyutu öne çıkaran dinî hayat ve düşünce biçimine verilen addır. Bu hayat ve düşünce biçimini benimseyen kişiye mutasavvıf ve sûfi adları verilir. Temel ilkelerini Kur’an’dan alan, Efendimiz (s.a.v.) ile ashabının hayatında somut örneklerini bulan tasavvuf, tarihi boyunca çeşitli evrelerden geçerek, değişerek ve gelişerek varlığını günümüze kadar sürdüren nefis terbiyesi ekolüdür.1
Efendimiz (s.a.v.)’den sonra zamanla doğru ve yanlış olarak belirli bölünmeler oluşmuş ve bu bölünmelerden meydana gelen gruplar tebaalarını iyiliğe veya yanlışa sürüklemişlerdir. İslam âlimleri ise hangi ilim dalında olursa olsun doğru olan ve tutulması gereken yolun, ’Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ diye tabir ettikleri Allah’ın Kitabı, Rasûlü’nün sünneti ve aynı zamanda ashabının tuttuğu yol2 olduğunu belirtmişlerdir.
Bu ilimlerden bir dal olan tasavvufta da bu yolu dosdoğru tutanlar olduğu gibi nefislerine uyarak bu yolun dışında gidenler de olmuştur. Aslında yukarıda âlimlerimizin belirttiği ’Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ yolu asıldır, usuldür. Hangi iş olursa olsun eğer o işte asıl ve usul karışırsa vusul de sapar ve hataya götürür. Bundan dolayıdır ki büyüklerimizin çoğunluğu önemli olanın ’vusul’ hayaliyle yaşamak değil ’usul’ yoluna sımsıkı sarılmak olduğunu belirtirler.
Bu bağlamda büyük mutasavvıf Seyyid Abdulkadir Geylânî (k.s.) bir eserinde, tasavvuf ehlinin 12 grup olduğunu belirtir. Bunlardan sadece birinin Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat yolunu tutanlar olduğunu, gerisinin ise kendilerini tasavvufta zannettiklerini, hâlbuki delalette olduklarını anlatır. Öyle ki o kurtulan bir grubun da kendi içerisinde ikiye ayrıldığını, bir yarının direk olarak cennete gireceğini diğer yarının ise hesaplarına göre önce günahlarını çekip sonra cennete gireceğini söyler. Abdulkadir Geylânî (k.s.)’nin, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat dışında saydığı gruplar şunlardır: Hulûliyye, Hâliyye, Evliyâiyye, Semerâhiyye, Hubbiyye, Hûriyye, İbâhiyye, Mutekâsile, Haddiyye, Vâkıfiyye, Hâmiyye’ dir.
Bu grupların belki şu anda daha fazlası veya daha azı olabilir. Fakat Abdulkadir Geylânî (k.s.); kısaca ve en belirgin özelliklerini anlatacağı bu grupların özelliklerinden bahsederken de, buradaki maksadının; Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olan bazı sûfilerin de bu ahlaklara sahip olabileceğini ve son derece dikkat ederek tutacakları kalbi yönün bunlardan temizlenmiş olması gerektiği yönde olduğunu belirtir.3 Yani kişinin manevi hayatında tuttuğu ve takip ettiği usul ne ise onun vusulü de o şekilde olacaktır.
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat dışındaki bu gruplar ve özellikleri şunlardır:
1- Hulûliyye: Bu sapık grup, güzelliklerini Allah’ın sıfatlarından aldıklarına inandıkları kadınların ve oğlanların yüzlerine özellikle bakmanın sevap olduğunu savunur. Bunlara bakıldığı gibi kendilerine bu kişilere mutlaka dokunmak gibi bir adet edinmişlerdir. Bu şekil tamamen küfürden ibarettir.
2- Hâliyye: Bu grup da raks ederken hep birlikte el çırpma özelliğine sahiptirler. Aynı zamanda başlarındaki şeyhlerinin halini öyle âli görürler ki onu tanımlamaya şeriatın bile yetmeyeceğini savunurlar. Bu da son derece tehlikeli ve aykırı bir görüştür.
3- Evliyâiyye: Bu grubun takındıkları yanlış görüş de son derece tehlikeli ve şeriat dışıdır. Bunlara göre kul evliyalık mertebesine yükselince ondan şer’î emirler düşer. Aynı zamanda ’velî bir kul peygamberden üstündür’ derler. Buna dayanak olarak da, ’Peygamber, ilmini Cebrail (a.s.) vasıtasıyla öğrenirken, velî ise direk Allah’tan alır’ gibi küfür içeren düşünceleri vardır.
4- Semerâhiyye: Bu sapkın grupta olan insanlar da sohbetlere gittikleri zaman farzların ve vecibelerin kendilerinden sakıt olduğunu iddia ederler ve bu rehavetle itaatte aşırı gevşeklik gösterirler. Bu gevşeklik dipnottaki hadisimizde de belirtildiği gibi kendilerini akıl almaz bir harama sürüklemiş ve kendi kız çocuklarını kendilerine helal görmüşlerdir. Abdulkadir Geylânî (k.s.) bunların öldürülmelerinin mubah olduğunu söylemiştir.
5- Hubbiyye: Bu grup da itaatten uzak yaşamakla beraber kendilerini sadece sevgiyle Allah’a yakın hissederler ve bu yakınlık dolayısı ile de artık kendilerine haram ve helal sınırlarının olmadığını kabul ederler.
6- Hûriyye: Bunlar da kendilerinin vecd hallerinde hurilerle beraber olduklarını varsayarak o halleri geçince boy abdesti alırlar. Bu sapkın hallerinden de bellidir ki cinniler kendileriyle oynamakta ve kendilerini değişik makamlarda görmektedir. Bu yalanları ve sapkınlıkları kendilerini helak etmiştir.
7- İbâhiyye: Bu fırka aynı şekilde haramları kendilerine helal sayarlar. Açıklamak gerekirse; kendilerini haramın içinde duranlar gibi görüp insanları da kendilerinin üzerlerine basarak felaha erdiklerini yani kendilerini insanlık uğruna feda ettikleri gibi tuhaf bir anlayışa sahiptirler.
8- Mutekâsile: Bu grubun adetleri de günümüzde hala bazı insanlarda olan bir yanlış anlayıştan ibarettir. Şöyle ki bu insanlar, Allah’a yakınlık uğruna çalışmayı ve maişet kazanımını terk ederler. Çalışmayı Allah’tan uzaklık saymaya öyle inanırlar ki onlara göre dilencilik bile yapılır ama çalışma yanlıştır. Bu şekilde Allah’a yakınlık iddia ederek helak olurlar. Çünkü bu inanış aslında batıl olan Hinduizm dinine ait bir yaşam tarzıdır.
9- Haddiyye: Bunlara Mütecâhile de denir. Bu fırka da gerek yaşam tarzı olsun gerekse ibadet ve itaatleri terk etmede olsun haramları çok rahat işleyerek fasık oldukları halde kalplerinin temiz olduğunu iddia ederler. Yaşanan bir örnek verecek olursak, kişinin bile bile namaz kılmayana: ’Namaz kılmıyorum ama kalbim temiz…’ veya ’falancanın tesettürü yok ama kalbi çok temiz.’ demesi gibidir. Hâlbuki Allah’a zıtlıkla kalp temizliği tamamen zıttır ve bu söz kişiyi imanî tehlikeye sokar.
10- Vâkıfiyye: Bu fırka da güya Allah Teâlâ’yı korumak adına O’nu ve sıfatlarını kimsenin bilmeyeceğini iddia ederler.
11- Hâmiyye: Bu son grup da ilmi bırakıp akıllarına yatan şekilde hareket ederler. İlmi kendilerine engel görüp zengin ve güçlü gördükleri insanlara yanaşırlar. Musikiden hoşlanır, kendilerini Kur’an ve Sünnet’ten soyutlayarak maddî ve gönle hoş gelen dünyevî şeylerle tatmin etme yolunu tutmuşlardır. Abdulkadir Geylânî (k.s.)’ye göre zaten sağlam bir ilmî temel olmadan, haram ve helal sınırlarını bilmeden kalbî işlere yönelmek elbette ki günün birinde kişiyi delâlete saplayacaktır, bu kaçınılmazdır.4
Dikkat edildiği zaman bu fırkaların hepsi, kendilerindeki bir vehme takılmışlar ve aslı unutmuşlardır. Ve bunu da Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inancı olarak görürler. Haddi zatında hiçbiri kendisini helak olmuş bir fırka görmeyeceğinden bu hal normaldir.
Kıstas yani mihenk taşı mesabesindeki asıl, Allah Rasûlü Efendimiz (s.a.v.)’dir. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inancında olan kişiler, Efendimiz (s.a.v.) ve Sahabe’yi tanıdıkça, onlara muhabbet duydukça kendilerinden geçerler, tarifsiz lezzetlere erişirler. Yani vecd kaynakları Allah ve Rasûlü’dür. Öyle ki o lezzet ve cezbe hali Allah Rasûlü’nden ashabına, oradan hakiki tarikat reisleri olan evliyaullah’a yayılmıştır. Bahsedilen grupların lezzet ve vecd kaynakları ise Allah ve Rasûlü’nün hudutlarının haricinde, kendi akıllarına göre yorumladıkları bir anlayıştır. Böyle olunca da bunlardaki tasavvuf ve tarikat anlayışı formaliteden öteye geçmez. Dilde kalır. Dilde kaldığı ve kendilerini doğruya sevk edecek sağlam bir ’el’ tutmadıkları için de zamanla aralarında bidatler ve haramlar ortaya çıkar. İşte bu şekilde batıl fırkalar çoğalır.
Bize düşen, Rabbimizin bize nasip ettiği dostuna sımsıkı sarılırken, bu fırkalardan olup olmadığımızdan daha ziyade, bu fırkaların ahlaklarının kalplerimizde olup olmadığına dikkat etmek, kendimizi yoklayıp varsa da hemen kendimize çeki düzen vermektir. Burada tek bir yol vardır. Bunun dışında her yol bizleri bu bidatlere sürükleyecektir. Muhterem üstadımızın da sohbetlerinde birçok defa bahsettiği bu yola tutunulmadığı sürece kalpte bu tür havatırlar mutlaka olur. Muhterem Efendi Hazretlerinin bizlere belirttiği tutunmamız gereken hayati düstur şudur: ’Kişi Allah Rasûlü’ne bağlanırken tutunması gereken yol (usul), Allah Rasûlü’nü, O’nun (s.a.v) sünnetlerini okuyarak anladıklarıyla oluşturduğu hayatına uydurmak değildir. Bu büyük bir hatadır ve insanı hataya sürükler. Olması gereken, kendi hayatını, ahlâkını, yaşantısı ve adetlerinin hepsini ortadan kaldırıp, kendisini Allah Rasûlü’nün ahlâk-ı hamidesine tabi kılması gerekir. İşte bu şekilde matlup olunan sevgiye (vusul) erişilmiş olur. Yani asıl Allah Rasûlü ise, kişiden istenilen; kişinin kendi heva hevesine göre sünnetleri yaşaması değil, her şeyiyle onun denizine dalmasıdır. Vusul de ancak böyle olur.’
Allah cümlemizi, usule tutunup vusule erenlerden eylesin… Usul, dost ise bizleri dostundan ayırmasın. Âmîn.

(Endnotes)
1 Şamil İslam Ansiklopedisi.
2 Burada ki ’Ashab’ tabirini Efendimiz (s.a.v.)’in hadisinden anlıyoruz. Nitekim Abdullah b. Amr (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Muhakkak İsrail oğullarının başına gelen her şey ayakkabının ayakkabıya eşitliği gibi ümmetimin başına da gelecektir. Hatta onlardan aleni bir şekilde annesine yaklaşan (yani annesiyle zina eden) olduysa ümmetimden de bunu yapan mutlaka olacaktır. Muhakkak ki İsrail oğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bir fırka hariç hepsi cehennemdedir.’ (Sahabeler): ’O (kurtulacak fırka) kimdir yâ Rasûlallah?’ dediler. (Rasûlullah): ’Ben ve ashabımın üzerinde olduğu (yol üzere olan fırka)dır.’ buyurdu. (Tirmizî, Îmân, 18)
3 Geylânî, Seyyid Abdulkadir Geylânî, Sırru’l-Esrâr, Gelenek Yayınları, İstanbul, s. 92.
4 Seyyid Abdulkadir Geylânî, Sırru’l-Esrâr, s. 93-95.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.