Özlenen Rehber Dergisi

5.Sayı

Kelamî Bir Problem Olarak Kelâmullah

Recep ERDİL Özlenen Rehber Dergisi 5. Sayı
-Ehl-i Sünnet Perspektifinden Tarihî Bir Bakış-


İslam dü?ünce tarihinde, kültür mirasımıza etki yapan en önemli olaylardan birisi, mihne* sürecinin temelini te?kil eden Halk’ul-Kur’an meselesidir. Kur’an’ın mahluk olup olmadığı görü?ü etrafında ?ekillenen bu anlayı? çerçevesinde itikadî ekoller, farklı bir dü?ünce yapısına sahip olduklarını, mesele kar?ısındaki takındıkları tavırla ortaya koymaya çalı?mı?lardır.

Emevî Devletinin alimler özelinde ve halk kitlesi genelinde baskıcı bir unsur olarak dayattı?ı ve sloganla?tırdı?ı “Kur’an mahluktur” anlayı?ı, siyasi içerikli dini bir söylem olmaktan öte ba?ka bir anlam ifade etmiyordu.

Emevîlerin amacı, ilk defa Ca’d b. Dirhem ve daha sonra Cehm b. Safvan tarafından ortaya atılan bu fitne sebebiyle halkın ve onların ba?ını çeken alimler üzerinde, rejimi ayakta tutma adına, hür iradeye ve dü?ünce serbestisine imkan tanımamak suretiyle, psikolojik ve fiili bir baskı yapmaktı. Bu konuda taviz vermeden göstermi? oldukları kararlılık Abbasî devletinin kurulu?una kadar devam etti.

Abbasîler de, ideolojik olarak hareketlerini “Kuran mahluk de?ildir” prensibini düstur edinerek tıpkı Emevîlerin yaptı?ı gibi devletin resmi alt yapısını olu?turmaya çalı?tı; fakat böyle bir sürecin insanların akıllarında meydana getirdi?i soru i?aretlerine tam anlamıyla cevap vermede yetersiz kaldı?ı, Me’mun’un Abbasî Halifesi olması ve Mu’tezile’nin etkisine kapılmasıyla, tartı?maları bir kez daha alevlendirmesi bu endi?enin yersiz olmadı?ını gösteriyordu.

İnsanlar iradelerinin hilafına, istemeseler de, içine sindiremeseler de kabul etmek zorunda bırakılıyor, inkar edenlerse hapisten ölüme varıncaya kadar çe?itli cezalarla kar?ı kar?ıya kalıyorlardı. Bu fitnenin bir parçası olmak istemeyen ilmiyye sınıfı ise, Tevhidin özünü zedelememe hassasiyetiyle vakarlı bir duru? sergilemi?lerdir. İmam-ı A’zam Ebu Hanîfe zamanında da kendisini hissettiren bu mesele hakkında o ?unları söylemi?tir:

“Allah’a ait sıfatlar mahluk de?ildir. Yarattıklarına ait olanlar mahluktur.” İmam-ı Azam demek istemi?tir ki; “Kelam”/Kelâmullah, Allah’a ait olu?u itibari ile ezelîdir ve yalnızca ona mahsus bir sıfattır. Ancak Kur’an-ı Kerim’i okuyanların dillerindeki ses, ezberleyenlerin zihinlerindeki zihnî tasavvur, Mushaflardaki yazı... hepsi mahluktur. Onu ezberleyenlerin mahluk olu?u gibi ... Daha sonra Ehl-i Sünnet alimlerinin görü?ü bu noktada birle?mi?tir.”(1)

Bu mevzuda naklen gelen birçok rivayeti burada sıralamak yerine Ehl-i Sünnetin ana gövdesini olu?turan ilkeler toplamını iyi bir de?erlendirme süzgecinden geçirmek, konunun ana tema’sını anlamak için yeterli olacaktır.

İlahî sıfatları anlama hususunda, naklin getirdi?i ölçülere tâbî kalınmak sureti ile tevhidin bizlere sunmu? oldu?u mesajı iyi anlamak, bu temanın, temel yapı ta?ını olu?turmu?tur. Mutezile, tenzihin hakikatini ortaya koymak maksadıyla, Allah’ın ilahî sıfatlarını ya sınırlandırmı? ya da bazı fırkaların, ilahî varlıkta insanî özellikleri vasfetme yanlı?lı?ına dü?memek için nefyetme yoluna gitmi?tir. Dini anlayı? noktasında farklı bir yapıya sahip olan bu mezhebin hareket alanı ve beslenme kayna?ı elbette Kelâmullah’tı. Fakat Ehl-i Sünnet’çe bir bakı?a sahip olmadıkları için Allah’ı ve onun kelamını gere?i gibi takdir edemediler.

Mutezilenin zannetti?i gibi “Allah yarattı?ı varlıklar hakkında, onların maslahatlarını kar?ılamak için konu?ur. Kendi kendine ezelde konu?maz” ?eklindeki itikadî bir yanılgıya dü?meleri, Allah’a nispet edilen zatî sıfatların haricindeki selbî sıfatların muhdes (sonradan yaratılmı?) oldu?u savını savunmalarından dolayı idi. Dolayısıyla bu anlayı?a göre Cenab-ı Hakkın kelam sıfatının bir tecellisi olan Kur’an’ın, mahluk oldu?u görü?ü gibi bir cüretkarlı?ı ileri sürmek onlar için zor olmayacaktı. Çünkü anlayı?ları onlara neyi müsaade ediyorsa onun gere?ini yapıyorlardı. Ayrıca, Mücessime’nin Kur’an’da geçen antropomorfik** ifadeleri akidele?tirmesi a?ırılı?ına kar?ın, insanda mevcut olan sıfatlardan, muhalefetü’l lil-havâdis olması hasebiyle Allah’ı tenzih ederken onu hareketsiz ve fiilsiz bırakmak gibi ba?ka bir a?ırılılıkla cevap vermesi ilmi platformda seslerin yükselmesine ve Ali b. el-Medinî gibi Muhaddislerin;

“Allah’ın çocu?u vardır.” diyenler, Allah konu?maz diyenlerden daha kafirdirler.(2) ?eklindeki tepkilerine hedef olmu?lardır.

Genel anlayı?a aykırı olarak, dini ve onun kaynaklarını farklı bir boyutta de?erlendirip, Mihne sürecinin teorik yapısını olu?turan Mutezile’ye duyulan bu ilgi, te?rii bir zemine oturttukları akla, ayrı bir önem atfetmelerinden dolayı idi. Ehl-i Sünnet’te vahyi anlama hususunda aklın faalle?mesinden yana tavır sergiliyordu; fakat onlar, aklın dinî saha içerisinde ba?ımsız hareket etmesinden ziyade, nassların, sınırlı olan hükümleri ihtiva etmesine kar?ın sınırsız olan insanî ihtiyaçların kar?ılanmasına yönelik bo?lu?unu, aklın esnek-ba?ımlı alanı ile tamamlıyordu.

Özet olarak akıl merkezli Mutezilî anlayı?ının, Kur’an etrafında olu?turdukları menfi havanın, sahabenin Allah ve Peygamber telakkisinden farklı bir çizgide oldu?u a?ikardır. Hala toplumun elit tabakasını olu?turan bazı yazar ve ilahiyatçıların bir kısmının bu itizal fikrini benimsediklerini görmek mümkündür.

* Mihne: Devletin, Allah’ın kelamı’nın mahluk olu?u dayatmasının insanlar üzerindeki resmi politikası.

** Antropomorfik: Allah’ı kula has olan sıfatlarla nitelendirmek.

Kaynaklar:
(1) Halk-ı Kur’an Meselesi, Raviler, Muhaddisler, Cerh ve Ta’dil kitaplarına tesiri, Abdulfettah Ebu Gudde, Çeviren: Mücteba U?ur.
(2) Halku ef’âli’l ibad, İmam Buharî, İz yay.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.