Özlenen Rehber Dergisi

71.Sayı

Sizin İçin Seçtiklerimiz...

Dr. Celal Emanet Özlenen Rehber Dergisi 71. Sayı
İnsanoğlunun dünya serüveni başlayalı beri hak-batıl mücadelesi; zaman ve mekana bağlı olarak farklı şekillere bürünmüş olsa bile hiçbir zaman kesintiye uğramadan devam etmiştir. Îman edenler ümmet olmanın kıymetini anlayıp, onun gerekleri ne ise onları yerine getirdikleri zamanlarda yükselmişler ve insanlığın kurtuluş önderleri-öncüleri olmuşlardır. Ümmet olma ve buna bağlı olarak din kardeşlerinin sıkıntılarını ve dertlerini paylaşarak çözümler üretebilme yani onların dertleriyle dertlenme hassasiyeti kaybedildiğinde ise birlik-dirlik bozulmuş ve daha dünyadayken bile zelil duruma düşmüşlerdir.
Müslümanlar, Kur’ân ve Sünnet merkezli bir dayanışmayla her türlü ihtilafları çözerek yeryüzünde adaleti tesis etmişler ve dağılıp parçalanmaktan kurtulmuşlardır. Kalpleri onun sayesinde birbirlerine ısınmış, aradaki soğukluk sıcak bir sevgiye dönüşmüş, böylelikle ateşe düşmekten ve helak olmaktan kurtulmuşlardır. Efendimiz (s.a.s.) her fırsatta kardeşlik kavramına vurgu yaparak mü’minler arasında kardeşlik duygusunu yerleştirmeye büyük özen göstermiştir. Zira böyle bir kardeşliğin ve dostluğun oluşmadığı toplumlar arasındaki tüm ilişkiler, yemin ve anlaşmalar bir çıkar ilişkisinden öteye geçmediği aşikardır. Bu ahlâka sahip insanlar her fırsatta ahitlerini bozabilmekte ve karşı tarafta saydıkları kimselere zulüm ve kötülük yapmaktan hiç sakınmamaktadırlar. Ayrıca bu kimseler Müslümanlara karşı kalplerinde kin olan, nefret ve düşmanlığa rağmen dilleri ile Müslümanları hoşnut kılarak onları uyutmaya da çalışan kimselerdir.
Günümüzde bunun örnekleri pek çoktur. Hatırlanacağı gibi; özellikle Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Batı, Müslüman ülkelerle daha önce yapmış olduğu anlaşmaların neredeyse tümüne muhalif bir tavır almıştır. İşte Büyük Ortadoğu Projesi adıyla yapılmış olan yemin ve sözleşme tanımamazlığın en son ve canlı kanıtıdır. Afganistan ve Irak işgalinin Müslümanların lehine olduğuna tüm dünyayı ikna edebilmek için Amerika’nın takındığı demokrat, özgürlükçü, şirin tavırların ne kadar sahte olduğu gün ışığı gibi kendini göstermektedir. Avrupa Birliği konusunda Türkiye’ye uygulananlar ve Kuzey Kıbrıs’a uygulanan çifte standart, buralar için verilen sözlerin hiçbirinin yerine getirilmemiş olması, Müslümanların Batı’ya karşı uyanıp kendisine gelmesi için yeter de artar bile... İçinde bulunduğumuz yüzyılda dünyanın siyasi, ekonomik ve kültürel dengelerine bakıldığında, maalesef dünya nüfusunun yaklaşık beşte birini oluşturan Müslümanlar ne bu dengelere yön veren, ne de güç bloğunu oluşturan ülkeler arasında yer almaktadırlar.
Ne yazık ki; Müslümanların inançlarını, dünya görüşlerini, menfaatlerini, taleplerini uluslararası platformlarda savunan bir merkez yoktur. İslâm Konferansı Örgütü vardır; ama onun da fonksiyonları ve etkisi çok zayıftır. Bu konferans, sadece Arap ülkelerini bir araya getirdiği için İslâm Dünyası’nı temsil edememekte ve arkasında İslâm Dünyası bulunmadığı için de yeterince etkili olamamaktadır. Bu nedenledir ki, Müslümanlar şu anda dünyanın şekillenmesinde olayları yönlendiren bir konumda değildirler. Müslümanlar için, diğer güçlerin aldıkları kararlar, ürettikleri stratejiler belirleyici olmaktadır. İslâm dünyasının bölgesel, etnik veya tarihsel kimliklere değil, sadece Müslüman kimliğine dayalı olan ve dolayısıyla yeryüzündeki tüm Müslüman topluluklara hitap eden bir birliğe ihtiyacı vardır. Fakat bunun aksine, Müslümanca bir şahsiyet ve izzetle temsil edilemeyen İslâm’a; başka şekiller verilerek, insanların heva ve heveslerine uydurularak, konjonktürün belirlediği her ton ve desene göre renk verilerek bukalemunca tavırlarla kirletilmeye çalışanlar her var olmuştur. Kendince başkalarına sempatik görünmek, onlar tarafından hoş görülmek, beğenilmek ve takdir edilmek adına, İslâm’dan olmadık tavizler verir konumlara düşülmüştür. Bazıları da bunun tam tersi konumda kendilerine farklı bir yol çizerek insanları İslâm’a karşı nefret ettirir hale getirmişlerdir. Bunun en acı örneklerinden birisi, 11 Eylül’de Dünya Ticaret Merkezine düzenlenen ve daha sonra da başka ülkelerde sivilleri yok etmeye yönelik hunharca saldırılar olmuştur ki bu vb. hadiseler sebebiyle bu işlerle alakası bile olmayan ve her platformda bu olayları kınayan masum Müslümanlara kesilmiştir faturalar. O bakımdan özellikle son zamanlarda ‘Müslüman’ım diyen bazıları’nın İslâm’a verdikleri zararı hiçbir güç vermemiştir. İslâm, bu felsefelere sahip ’Müslümanlarca!’ öylesine kirletilmek istenmektedir ki; kurtuluşun yolu olarak gösterilememekte, insanlar bu gibi kimselerin ahlâkına, hayatına ve düşünsel yapılarındaki tutarsızlıklara bakarak, saadet ve huzurun kaynağı olan dinimizden merkebin aslandan kaçtıkları gibi kaçmaktadırlar. Bu duruma gelinmesinde tabi ki İslâm Dünyası’nın bir kısmındaki fakirlik, bilim ve teknik bakımdan geri kalmışlık ve hepsinden önemlisi Kur’ân’ı ve Sünnet’i maksadına uygun anlayamamış olmanın cehaleti de söz konusudur. Toplumsal içerikli tüm bu sıkıntıları aşmanın yolu ise, ‘Allah’ın emrettiği şekilde kardeşler’ olmaktır; ancak ‘Müslümanların kardeş olması’ demek, aralarında ihtilaflar, husumetler meydana gelmeyecek anlamına da gelmemektedir. Dünyanın dört bir yanında şeytanın ve nefsin insanlar üzerindeki menfi tesiri dikkate alındığında onların oyunlarına alet olabilme ihtimali her zaman var olmuştur. İşte bu noktada Kur’ân’ın ve Rasûlullah (s.a.s)’in tavsiyelerinin önemi bir kez daha anlaşılacaktır. Çünkü bugün ümmet olarak bizler her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliği muhtacız. Ayrıntılarda boğulup bütünü gözden kaçırmamalıyız. Sahip olmamız gereken birlik ve beraberlik için geçmişte olup bitenlerin sebep olduğu kin ve nefreti bir tarafa bırakıp Allah’ın emrettiği şekilde kardeşler olmalıyız.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.