Özlenen Rehber Dergisi

79.Sayı

Sizin İçin Seçtiklerimiz

Dr. Celal Emanet Özlenen Rehber Dergisi 79. Sayı
Kitle iletişim araçları ve özellikle internetle hemen her türlü bilgiye ulaşılabildiği yüzyılımızda İslâm’da payına düşeni almaktadır. Bilinçli olarak dini istismar etmek isteyen bazı çevreler zehirlerini daha hızlı bir şekilde yayabilmenin imkânına bu sayede kavuşmuşturlar. İbrahimî dinler, hanif dini, ’yalnız Kur’an bize yeter veya mezheplere ne lüzum var, ayet ve hadisleri okuruz biz de ona göre amel ederiz’ diyenlerin sayıları hiç de azımsanacak kadar değildir.
Modern dünyanın getirdiklerini kendilerine sütre edinen bazı müslümanlar Kur’ân’ı yeniden keşfetmişçesine geçmişinden kopuk bir şekilde Kur’ân merkezli bir Müslümanlık vurgusuna yönelmesi aslında tesadüf değildir. Zira dini tahrip etmek isteyenler öncelikle müslümanlara ’geri kalma-ileri gitme!’ masalı ezberleterek; "Batı ilerledi, İslâm dünyası geri kaldı" fikrini Müslümanlara hiçbir sorgulamaya tabi tutmadan, bir ’nass’ gibi kabul ettirdiler. Sonrasında ise; ’İslâm dünyasının geri kalmasına sebep, Müslümanların yanlış din anlayışıdır’ felsefesi vitrine konularak; ’dini anlayıp yorumlama da eskilerin ıskaladığı, gözden kaçırdığı önemli noktalar olmalı. Yoksa biz bu durumda olmazdık!’ kanısı uyandırılarak itikat ve amellerimizde herşey sorgulanmaya başlandı.
Tüm bu vahim gelişmelerin sonucunda ise; ’değiştirilebilecek ne varsa değiştirilmesi gerektiği’ telkin edildi. Bu din, eskilerin ’eskimiş’ anlayışıyla telakki edildiği sürece hiçbir problemimizi çözemeyiz, yeni okumalar yapılmalı ve tasavvurlar geliştirilmeli denilerek, mezhep imamlarının ictihadları, icma ve arkasından Efendimiz (s.a.v.)’in hadisleri ’çağı yakalama!’ adına devre dışı bırakılması çabalarına girişildi. Kur’ân tek başına, yalıtılmış bir metin olarak tek başına kalınca herkes ona kendi fikriyatını, kendi ideolojisini, kendi tercihlerini söyletme imkânına kavuşmuş olmalarına da şaşmamak gerekir.
Maalesef bugün müslümanların önemli bir kesiminin, duyguların ve İslâm dışı unsurların, propagandaların yozlaştırdığı bir anlayış ve yaşayışa gönül verdikleri inkâr edilmez acı bir gerçektir. Hemen herkes kendi his ve heveslerine göre müslüman olmaya özeniyor. İslâm’ın emir ve yasaklarını, Rasûlullah (s.a.v.)’in sünnetlerini fertler ’bana göre böyle olmalı’, topluluklar ise ’bize göre böyle olmalı’ şeklinde yorumlama hastalığına dûçar olmuşlardır.
Hidayete tabi olanlara rehberlik yapan Kur’ân-ı Kerîm insanoğluna; yaratıcısını, kendisini ve içinde yaşadığı dünyayı tanıtırken fıtratına uygun insan modelini göstererek neyi nasıl yapacağını ve nelerden sakınması gerektiğini bildirdiği gibi, bütün bu hususlarda; ’Andolsun ki Rasûlullah’da sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok zikreden kimseler için, en güzel bir örnek vardır’ (Ahzab sûresi, 21) buyurarak ona yol gösterir. Bu ve benzeri ayetlerle Allah’a kullukta Rasûlullah (s.a.v.) örnek gösterilirken, O’na ümmet olabilme hususunda da Sahabe-i Güzîn’in örnek insanlar olduklarına işaret edilmektedir. Yani bizlerden Efendimiz (s.a.v.) gibi bir kul; Ashab-ı Kiram gibi ümmet olmamız tavsiye edilir. Onlar, Rasûlullah (s.a.v.)’a nasıl ittiba etmiş, saygı ve sevgi göstermişlerse, bizim de onların izinde giderek ilmi, irfanı, ahlâkı, samimiyeti ile Peygamber varisi olan büyüklerimize ve âlimlerimize de onlar gibi saygılı olmamız istenir.
Unutulmamalıdır ki; itaat ve teslimiyet ile yapılan az bir ibâdet, itaatsiz ve teslîmiyetsiz yapılan dağlar kadar ibâdetten Hakk katında daha hayırlıdır. Zîrâ kulluk, itaat ve teslîmiyetle başlar. Nitekim şeytan yüce dergâhtan ibâdet eksikliği dolayısıyla değil, itaat ve teslîmiyet noksanlığından ötürü kovulmuştu. Sehl b. Abdullah Hazretleri’ne; ’İslâm’ın şeriatı nedir?’ diye sorulduğu zaman, ’Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi size yasak ettiyse ondan sakının’ âyetiyle karşılık verirdi. (Haşr sûresi, 7)
Kayıtsız ve şartsız bir şekilde Rasûlullah (s.a.v.)’a teslimiyetle mesul olan müslümanlar, O’nun getirdikleri dışında başka dinlere ait bilgilerle ilgilenmesi bile uygun değildir. Kurtuluş yoluna talip olunuyorsa bu ancak Kur’an ve Sünnet’e sarılmakla, ehl-i sünnet âlimlerinin yolunu takip etmekle olacaktır. "Yemin olsun ki ben size kusursuz bir din getirdim, Ehl-i Kitab’a bir şey sormayın; kendileri sapmışken sizi hidayete erdiremezler, onlara sorarsanız ya bir bâtılı tasdîk eder ya da bir hakkı yalanlarsınız. Musa hayatta olsaydı, bana tâbi olmaktan başkası ona helâl olmazdı. Musa aranızda olsa, beni bırakıp ona tâbi olsanız dalâlete düşersiniz. Siz ümmetlerden benim payıma düşensiniz, ben de Nebî’lerden sizin payınızım" buyuran Efendimiz (s.a.v.)’in payına düşen ümmetinden olmak için gayret gösteren bahtiyar kullardan olmayı Rabbim tüm müslümanlara nasip etsin.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.