Bir peygamber ve ümmet arasında ünsiyet çerçevesi vahiyle belirlenmiştir. Bir ümmetin peygamberiyle olan ünsiyetinin ilki imandır. Ve bu iman Hz. Allah’ın kullarından murat ettiği ve mutlak bir surette hükümleştirdiği bir vecibedir.
Bu öyle bir imandır ki, itaat ve sevgi hususunda tam ve kâmil bir teslimiyeti gerekli kılmaktadır. Hz. Allah tarafından kullara vaz’ edilen ve muhtevasında itaat ve sevgiyi cem eden yükümlülük, bu vasıftaki bir imân emridir. Her mümin bundan mutlak surette mesuldür.
Hz. Peygamber’e iman, (kulu) muhayyer bırakmadan O’na (s.a.v.) kesin bir itaati gerekli kılar. Çünkü Hz. Allah, Hz. Peygamber’e itaati zatına itaat olarak bildirmiş, kullarından razı olduğu imanı da, ancak Rasûlullah Efendimize itaatle bağlanmış bir hayat olarak Kur’ân-ı mübînde açıklamıştır.
Cenâb-ı Hakk’ın inananlara yüklediği kulluk vazifesinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’e itaat hususu üstte de söylediğimiz veçhile, vahiyle sınırları belirlenmiş, vasıfları ortaya konmuş ve bu konudaki hükümler Hz. Allah’ın uhdesinde bütün kullara vazettiği değişmez bir hakikat olarak sabit olmuştur. İlk insan ve ilk peygamber Âdem (a.s.)’dan itibaren farklı zaman aralıklarıyla gönderdiği nebi ve rasullerle, yani gelen elçileriyle her dönemdeki insanları bu hakikatten haberdar etmiştir. İlk yarattığı, şekil verdiği insan olan Hz. Âdem (a.s.)’ın peygamber olarak gönderilmesi de manidardır. Çünkü ’Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.’ hakikatinin idrakine de bir vesiledir.
Ümmetin bu zamandaki en büyük sıkıntısı ise itaat mefhumunun gitgide kaybolması, yukarıda zikrettiğimiz ünsiyetin zedelenmesi ve zayıflaması sebebiyle Peygamber Efendimizle ümmet arasında meydana gelen işte bu maddî ve manevî (zâhiri ve Batınî) kopukluktur.
Bu ayda tertip edilen Kutlu Doğum Haftası programları ve gerekse bunun dışındaki bütün etkinlikler, Peygamber Efendimizle kopan bağlarımızın yeniden kuvvet bulmasına bir vesile olsun inşallah. Kudretine boyun eğip, inayetine sığındığımız Yüce Mevlâ’mızdan niyazımız budur.
Peygamber Efendimizle aramızda olması elzem olan bağ tesis edilmez ise, o zaman, itaatin gereği olan ve bizleri ebedi necata taşıyan ahlâklar yerine; bizi hüsrana uğratan ve Hz. Allah’a karşı masivaya sürükleyen kötü ahlâk ve amellerin merkezi (hâmisi) olmuş oluruz.
Kur’ân ve Sünnet’ten neşet eden toplumsal bir birliktelik, içinde yaşadığımız toplumu ifsat eden sorunlara kesin bir çözüm olacaktır. Çünkü insanları birbirine düşman eden ahlâkî çöküntülere maruz bırakan, tefrikaya düşüren ve günah bataklığına sürükleyen temel neden, Rasûlullah’a (s.a.v.) tam manasıyla itaat kuvvetinin varlığının kaybedilmesinden kaynaklanmaktadır.
Dünya ve ahirette beşeri helak eden unsurlar, Hz. Allah’a ve Rasûlü’ne iman, itaat ve sevgi nimetinden mahrumiyet olurken; Hz. Allah, insanlığı eşref-i mahlûk zirvesine taşıyan kuvvetin merkezine, Zâtına ve Habîbine kâmil bir iman, eksiksiz bir itaat ve derin (candan) bir sevgiyi yerleştirmiştir.
Şu halde, Peygamberler Serdârı, Dûcihân Sultânı, Efendimize (a.s.) itaatle şekillenen bir kulluk bilinci için, gelin bu gün yeniden niyet edelim. Rabbimize ellerimizi açalım. Af ve yardım dileyelim. Bizi hayra davet eden; Rasûlullah’ın, Güzide Ashâbının, Ehl-i Beyt’inin ve yolundan giden sâlih insanların arkadaşlar edinelim. Ve inşallah bu vesileler ile gönlümüz, O’nun hasretiyle yanabilme, ecsâmımız da hakki bir ümmet olmamın saadetine kavuşur inşallah.
Yartılışımızla beraber bize verilen akıl, nefis, kalb, ruh gibi olgular insan kişiliğinin oluşmasında büyük etki sahibidir. İçinde yaşadığımız dünya ve insanın dünyaya meyli de, bu olguların dinimizce matlup olunmayan bir zafiyete ve ahlâki marazlara duçar olmasına neden olmaktadır. İnsanın dünyaya, dünyevîleşmeye meyli ne denli ziyade olursa kalbî, aklî ve nefsî buhranları, sapmaları da o denli çok olur. Kalb, akıl ve nefiste meydana gelen fesâtların (hastalıkların) en büyüğü ise şirk ve küfürdür.
Bütün hataların başı olan dünya sevgisi ile günah işlemeyi ahlâk edinen ve bunda ısrar eden mü’minlere gelince, onların durumları ise derece derece farklılık arz eder ki; Hz. Allah’a, Rasûlullah (s.a.v.)’e ve diğer iman esaslarına inanmakla beraber kötülüğe meyyal, nefsinin, şeytanın iğvalarına kulak verenler müminler hep olmuştur. Bunların, durumlarını matlup ve maksut olunan bir iman ve ahlâk yönünde düzeltmeleri mecburdur. Zira mü’min de yaptıklarından hesaba çekilecektir.
İmanında samimi, salih amel ve güzel ahlâka gayret eden, ancak işlediği hataların kaynaklarına dair vukufiyeti olan ya da olmayan müminlere gelince, bilmelidirler ki her insan, ancak kendisine itaat edilsin diye gönderilen Seyyidü’l-Beşer Efendimize, ahlâki, amelî ve diğer tüm fazîlerler hususunda tabiiyet, teslimiyette gayret üzere olmalıdır. Nefsini ıslah edip kötülüklere kalbinin ve aklının kapılarını tamamen kapatmanın yollarını aramalıdır. Ömrünü, en güzel örnek olan Peygamber Efendimize tam bir iktida (zâhir va bâtında) için harcamalıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): ’Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.’ (Müslim, Zühd 64) buyuruyorlar. Bizden istenen böyle bir kulluktur. Rabbim bu nimete bizleri kavuştursun inşallah. Bunun aksini de bildiriyor, Mefhâr-ı Kâinât Efendimiz (s.a.v):
’Benim ve sizin durumunuz, ateş yakıp da, ateşine cırcır böcekleri ve pervaneler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz.’ (Müslim, Fezâil 19. Ayrıca bk. Buhârî, Rikâk 26; Tirmizî, Edeb 82)
Yüce Rabbimiz (c.c.) Habîbine tabi olmakta sükûn ve huzuru bulan, O’ndan bir an ayrılığı ise azap ve elem olarak bilen bahtiyar, seçkin kullarına bizleri de ilhak etsin.
Peygamber Efendimize İman'ın Hakikati (ve İmanın Ayrılmaz İki Şûbesi: İtaat ve Sevgi)
Özlenen Rehber Dergisi 86. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.