Özlenen Rehber Dergisi

125.Sayı

Mahiyeti ve Önemi Açısından İslam'da Dua

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 125. Sayı
Dua nedir?
Arapça masdar bir kelime olan "dua" lügatte; "nida (çağırmak, seslenmek) (İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, c. XIV, s. 260; el-Isfahan1, Ebu’I-Kasım el-Hüseyn b. Muhammed er-Ragıb, el-Müfredfır fi Garfbi’l-Kur’an, İstanbul 1986, s. 244) yalvanp yakararak Allah’tan hayır istemek (Asım Efendi, Kamus Tercümesi, Matbaa-i Osmaniye, 1305, c. III, s. 81) ibadet etmek (İbn Manzur, Lisanu ’l-Arab, c. XIV, s. 257; el-Kurtubi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Cami’ li-Ahkami’l-Kur’an, c. II, s. 308) Tapınmak (En’am 6/108) özendirmek, yönlendirmek (Asım Efendi, Kamus Tercümesi, c. III, s. 81) aracı olmak (Esber, Muhammed Said-Bilal Cuneydi, eş-Şamil (Mu’cem fi Ulumi’l-Luğati’l-Arabiyye ve Mustalahatiha), Beyrut 1985, s. 181) Davet (İbnu’l-Esir, en-Nihaye fi Garibi’i-Hadis ve’l-Eser, Mısır 1383/1963, c. II, s. 122) yardım istemek (İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, c. XIV, s. 259; İbnu’l-Esir, en-Nihaye, c. II, s. 120) Allah’a yönelmek (İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, c. XIV, s. 257) kendisiyle Allah’a yakarılan söz (el-Mu’cemu’l-Vasit, c. I, s. 286) anlamlarına gelir. Dini literatürde ise; Huzurunda boyun eğerek, rahmetini umarak, lütfunu bekleyerek, affına sığınarak, yardımına başvurarak içtenlikle Allah’a yalvarmak (Osman Cilacı "Dua", DİA, c. IX, s. 529) manalarını ihtiva eder.
Dua; acziyeti idrak etmektir:
İslam’da duanın ibadet olarak apayrı bir yeri vardır. İslam’a göre dua, bir psikolojik rahatlama aracı değildir. Hele hele bazılarının zannettiği gibi, işleri ’görünmeyen bir ilah’a havele etmek hiç değildir. Dua, bir korkunun, bir endişenin, bir ürpertinin sonucunda bir sığınma, o ürpertiden kurtuluş arzusu da sayılamaz. Eski dinlerde olduğu gibi kızgınlığından ve kötülüğünden kurtulmak üzere ilahlara el açmak da değildir.
Dua bir iman, bir aksiyon, bir çaba ve uyanıştır. Allah’ı ve O’na ait hakimiyeti, ilahlığı tanıma, itiraf etmedir. Hayatın amacını idrak etme, yaşayışı programa koyma, ilerisi için hazırlık yapma, Dini yaşamaya azmetme, toparlanma ve eksikliklerini gidermedir.
Dua, Allah’ın makamından sürekli bir istemedir. Bu isteme mümin için bir şiar, bir hayat hedefidir. Dua mümin için, yüce idealleri, dünya ve içindekilerden daha değerli şeyleri bulabilmenin, onlara ulaşmak için çaba göstermenin aracıdır. Dua, mümini ayrılığın yalnızlığından kurtarır. Dua, müminin, aşkının, muhabbetinin ve saygısının eyleme dönüşmüş şeklidir.
Dua, fıtri bir ihtiyaçtır:

Dua insan fıtratının ortaya koyduğu bir olgu ve insanın tabiî bir ihtiyacıdır. Üstün varlık inancına sahip olan her insan zaman zaman ve özellikle darda kaldığında inandığı yüce varlığa sığınmak, ondan yardım dilemek ihtiyacı duyar. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de, insanın bu fıtrî özelliğine birçok ayette işaret edil¬miştir;
’İnsana bir sıkıntı dokundu mu, gerek yan üstü yatarken, gerek otururken, gerekse ayakta iken (her hâlinde bu sıkıntıdan kurtulmak için) bize dua eder. Ama biz onun bu sıkıntısını ondan kaldırdık mı, sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için bize hiç yalvarmamış gibi geçer gider. İşte o haddi aşanlara, yapmakta oldukları şeyler, böylece süslenmiş (hoş gösterilmiş)tir.’ (Yunus 10/12 Diğer ayeti kerimeler için bkz; Yunus 10/22; Ankebut 29/65; Rum 30/33; Lokman 31/32)
Dua, ibadetin özüdür:
Dua ibadetin özüdür. Hatta dua ibadetin ta kendisidir. (Ebû Dâvûd Salat 1479; İbni Mace, Dua: 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/267, 271, 276; Tirmizî Tefsir 42) Allah katında duadan daha şerefli bir şey yoktur. (Tirmizî Daavât: 1; İbn Mâce Dua 1) Kur’an’da iki yüz kadar âyet dua ile ilgili¬dir. Kur’an’ın ilk suresi Fatiha bizzat Cenâb-ı Allah’ın kullarına öğrettiği bir dua özelliği taşır.
Dua, sözlükte çağırma anlamına gelmekle birlikte onda daima bir tazim, tazimle birlikte istekte bulunma anlamı vardır. Namaz tazimin en üst noktasıdır. Dua, kulun hiçliğini, yoksulluğunu ve Allah’ın yardımına olan ihtiyacını hissetmesidir. Secde bunun en açık biçimde gerçekleştiği andır. Secdede ve ibadetlerin diğer rükünlerinde söylenen ifadeler de açıkça değilse bile zımnen bir mükâfat ve sevap temennisi içermesi sebebiyle dua sayılmışlardır.
Dua, kulluğun temel unsurudur:
Dua, kulluğun temel unsuru, insanın Allah’a yönelmesidir. İnsan, içinde bulun¬duğu zor durumdan kurtulmak, bir kötülü¬ğe maruz kalmamak, bir nimete ulaşmak için, Allah’ı anıp, aczini, günahlarını itiraf ederek O’ndan yardım ister. Bu isteği onu, işlediği günah ve kusurlar nedeniyle piş¬manlığa, tevbeye, kalbini temizlemeye, kavuştuğu nimet dolayısıyla onun şükrünü eda etme isteğine götürür. Bütün bunlar kulu Allah’a yaklaştırır. Dua insanın, evreni yaratan, eserleri yüce kudretinin ifadesi olan, bütün güzelliklerin kaynağı Rabbine duyduğu hayranlığın bir ifadesidir.
Göklerin ve yerin yaratılı¬şında, gece ile gündüzün birbiri ardına gelip gidişinde akıl sahipleri için açık delil¬ler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler): Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın; sen her türlü eksiklikten mü¬nezzehsin. Bizi cehennem azabından koru.’ (Âl-i İmran, 3/190-191)
Dua İnsanı Rabbine yakınlaştırır:
Temelinde Allah inancı bulunan dini hayat anlayışında bütün yaratılmışların yaratıcıları olan Allah’a doğ¬ru bir yönelişi, meyli vardır. Kur’ân-ı Kerim’de yer alan birçok ayette canlı cansız bütün varlıkların Allah’ı teşbih ettiği bildirilir;
’Yedi gök, yer ve bunlarda bu¬lunanlar O’nu teşbih ederler. O’nu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların bu teşbihlerini anlamazsınız.’ (İsra, 17/44)
Cenâb-ı Hak, insanın asıl görevinin kulluk olduğunu bildirmiştir: ’Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye ya¬rattım.’ (Zariyat, 51/56) Cenâb-ı Hak bu kulluğun insanın sadece sıkıştığı, başı der¬de girdiği zaman değil, her zaman hatır¬lanmasını ister. Müslüman için şuurlu bir dinî inanç ve duygunun mümkün olduğu kadar canlı ve etkili olması gerekir. Başa gelen sıkıntı için Allah’a dua edilmesi istendiği gibi, müreffeh bir hayat sürerken de Al¬lah’ın hatırlanması istenir. (Hakim, Müstedrek I/544)
Mesela namazın günde beş vakit farz kılınması insanın zihninde Allah inancının devamlılığı-nı sağlamayı hedefler. Onun içindir ki dua ve ibadetin ihmalinin kişinin inancına olumsuz etki yapacağı kuşku götürmez. Bu bakımdan Kur’ân-ı Kerim’deki "Söyle onlara ki: Duanız olma¬sa Rabbin size ne diye değer versin?" (Furkan, 25/77) ayetini İbn Abbas (r.a.) "İmanınız olmasaydı..." şeklinde yorumlamıştır. (Buharî, İman 1)
Bize yakın bir Rab:

Cenâb-ı Hak kulunun isteğine karşılık vermeye hazır olduğunu bildirir ve her vesileyle kendisine başvurulmasını ister. Nitekim bir ayet-i kerimede meâlen şöyle buyurulmuştur:
’Kullarım sana beni sordu¬ğu vakit de ki, ben muhakkak yakınımdır. Dua edenin duasını bana dua ettiği anda işitir, ona karşılık veririm. O halde kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inan¬sınlar, umulur ki doğru yolu bulurlar.’ (Bakara, 2/186)
Allah kulunun ken¬dine yalvarmasından, kulluğunu bilmesin¬den hoşnut olur. Nitekim bir hadis-i şerifte kulun günahından dolayı kendisine yal¬varmasından Allah’ın ne kadar hoşnut olduğu, üzerinde su ve yiyeceği bulunan devesini çölde kaybedip sonra onu bulan kimsenin sevincinden temsil getirilerek anlatılmıştır. (Müslim, Tevbe, 2)
Dua ve karşılığı:
Efendimiz (s.a.s.)’in bildirdiğine göre dua eden bir kimsenin duası şu üç şekilden biri ile karşılanır:
1- Ya dua ettiği şey dünyada hemen veri¬lir.
2- Ya duasının karşılığında verilecek mü¬kâfat ahirete saklanır.
3- Veya üzerinden, istediği iyilik kadar bir kötülük giderilir. Nitekim bu hususta Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: ’Allah’a dua eden
herkese Allah icabet eder. Bu icabet, ya dünyada peşin olur, ya da ahirete saklanır, yahut da dua ettiği miktarca günahından hafifletilmek suretiyle olur, yeter ki günah talep etmemiş veya sıla-ı rahmin kopmasını istememiş olsun, ya da acele etmemiş olsun.’ (Tirmizî, Daavât 133)
Dua, teslimiyettir:
Dua insana zihin duruluğu, moral, güç, sağduyu ve feraset kazandırır, ruh sağlığını olumlu yönde etkiler. Dua bir anlamda teslimiyet olduğundan samimiyetle dua eden kul gerçek anlamıyla Allah’a tevekkül eder. Karşılaştığı herhangi bir problemi Allah’tan aldığı cesaret ve güçle daha kolay çözüme kavuşturur.
Bir kudsî hadiste bildirildiğine göre dua ve ibadetle meydana gelen yakınlaşma, Allah’ın sevgisine, bu sevgide kulun sağdu¬yulu bir kişi olmasına ve duyarlı bir vicdana sahip olmasına yol açar. (Buharî, Rikâk 38) Efendimiz (s.a.s.)’in bir duasından, duanın işle¬nen hata ve günahların insan vicdanında bıraktığı izleri giderici, onu berrak bir hale getirici olduğu anlaşılmaktadır. O şöyle dua etmiştir: "Allah’ım! Hatalarımı kar ve dolu suyuyla temizle; beyaz elbiseyi kirden arındırdığın gibi kalbimi günahlardan arın¬dır.’ (İbn Mâce, Dua, 3)
Efendimiz (s.a.s.)’in duaları:
Hz. Aişe (r.anha) validemizin bildirdiğine göre Allah Rasulü (s.a.s.)’in duaları kısa, özlü ve kapsamlı idi. (Ebu Dâvûd, Salat 358) Duada ve istiğfarda üç kere tekrar etmeyi tercih ederdi. (Ebû Dâvûd, Salat, 361) O, çoğunlukla, kötü huy ve davranışlardan (Nesaî, İstiaze 21) manevî belalardan, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, faydasız ilimden, kabul olunmayan duadan (Müslim Zikir 73) nefsiyle başbaşa kalmaktan (Ebû Dâvûd, Edeb 110) açlıktan (Ebû Dâvûd, Vitr 32) hainlikten (Nesaî, İstiaze 19-20; İbn Mâce, Etime 53) nimetlerin zayi olmasından (Müslim, Zikir 96) Kederden ve üzüntüden, acizlikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan (Buhârî, Cihad 25) borç yükünden ve insanların kahrından (Buhârî, Etime 28, Daavât 40) fakirlikten, yoksulluktan, zilletten, zulmetmekten ve zulme uğramaktan (Buhârî, Daavât 40, Ebû Dâvûd Vitr 32) cahillik etmekten, cahillikle karşılanmaktan (Ebû Dâvûd, Edeb 112) dünya fitnesinden, kabir azabından (Tirmizî, Daavât 113; Nesaî, İstiaze 27) Zenginlik ve fakirliğin şerlerinden (Ebû Dâvûd, Vitr 32) dünyada rezil olmaktan ve ahiret azabından (Ahmed b. Hanbel, Müsned I/181) Al¬lah’a sığınmış, günahlardan temizlenmeyi (Buhârî Ezan 89; Müslim Mesacid 147; Ebû Dâvûd, Salat 123; Nesaî, İftitah 15) Affedilmeyi (Müslim, Salat 216; Ebû Dâvûd, Salat 152) zenginlik, rızık ve hidayeti (Ebû Dâvûd, Salat 145; Tirmizî, Salat 211; İbnu Mace, Salat 23) sağlık ve afiyeti (Tirmizî, Daavât 66) takva, iffet ve gönül zenginliğini (Müslim, Zikir 72) faydalı ve artan ilmi (Tirmizî Daavât 129) iyiliklere sevinip kötülüklerden sonra af dileyen bir kul olmayı (İbn Mâce, Edeb 57) güzel ahlakı (Ahmed b. Hanbel, Müsned I/403) Allah sevgisini, O (c.c.)’nun sevdiklerinin sevgisini ve O’nun sevgisine götürecek amelleri yapmayı (Tirmizî, Daavât 73) büyük günahların açık ve gizli olanlarından korunmayı (Ebû Dâvûd, Salat 182) ölümün her türlü şerrinden korunmayı ve ahirete güzel hazırlanabilmeyi (Müslim, Zikir 71) de dualarından Allah Teâla’dan istemiştir.
Duanın kabul olunacağı vakitler:

Duanın belli bir zamanı yoktur. Bununla beraber, bazı anlarda yapılan duaların kabul olacağı rivayet edilmiştir. Seher vaktinde, (Tirmizî, Davaât 80) ezanla kamet arasında, (Ebû Dâvûd, Cihad 41) yağmur yağarken, müslümanla düşman orduları savaşırken, (Muvatta, Nida 7) oruçlu iken yapılan duaların, misafirin, mazlumun, anne-babanın, (Tirmizî, Birr 7) âdil devlet başkanının (Tirmizî,
Daavât, 115,129; İbn Mâce, Siyam, 48) müslümanın diğer müslüman kardeşi için yaptığı gıyabi (Buhârî, Mezalim 9, Müslim, Zikir 88) dua¬larının kabul edileceğine dair rivayetler vardır. Gecede bir an vardır ki, kişi ona rastlar da dünya ve ahiret için bir şey dilerse şüphesiz Allah dileğini yerine getirir. Bu an her gecede vardır. (Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn 23) Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secdede bulunduğu andır. O halde secde halinde bolca dua ediniz. (Müslim, Salât 42) Şüphesiz her oruçlu için iftar vakti, elbette reddolunmayacak bir dua vardır. (İbn Mâce, Sıyam 48) Ezanla kamet arasında yapılan dua reddedilmez. (Tirmizî, Daavat 129)
Bir hadis-i şerifte mazlumun beddu¬asından kaçınılması, onunla Allah arasında perde olmadığı belirtilir. (Buhârî, Zekat 1, 41; Sadaka 1, 63, Mezalim 9, Megazi 60, Tevhid 1; Müslim, İman 31; Tirmizî, Zekat 6; Ebû Dâvûd, Zekat 4; Nesaî, Zekat 46) Bu rivayetler dua¬nın kabulü için dinî şuurun yoğunlaşıp bir noktada toplanmasının, en azından kalbin uyanık olmasının şart olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber bir hadislerinde Allah’ın gafil bir kalbin (böyle kalbe sahip kişinin) duasını kabul etmeyeceğini bildir¬mektedir. (Tirmizî, Daavât 66)
Kaderde var ise dua ne işe yarar:
"Her şey insanın kaderinde yazılı olduğu¬na göre duanın ne yararı var?" şeklinde bir karşı çıkış İslam’ın özüne aykırıdır. İslam âlimleri kadere dayanarak duayı reddet¬mek yerine onu da takdirin bir parçası saymayı daha makul görmüşlerdir. Ezelde duaya bağlı olarak takdir edilmiş şeyler yine dua sayesinde meydana gelir. Kaderin olaylara göre önceliği varsa Allah’ın da kaza ve kadere önceliği vardır. Bunun ter¬sine bir düşünce Allah’ı kaza ve kadere mahkûm farz etmek sonucunu doğurur. Zaten dua ile amaç -hâşâ- Allah’a bilmediği bir şeyi hatırlatmak değil, insanın kulluğunu ifade etmesi, ihtiyacını O’na arz etmesidir. İmam Gazali (rh.a.) yukarıdaki soruya özetle şöyle ce¬vap vermektedir: "Olaylar önceden sebep-sonuç ilişkisiyle birbirlerine bağlanmıştır. Sebeplerin sonuçları doğurması zaman içinde meydana gelir. İyilik ve kötülüğü takdir eden, bunlar için bir sebep de takdir etmiştir. Dua, kötülüğün giderilmesi veya iyiliğin sağlanması için bir sebeptir. Duanın bir faydası da kalpte Allah inancının kök¬leşmesini sağlamaktır ki bu da ibadetin hedefidir." (İmam Gazali İhya u-Ulûm-id’Din c.1, s.958 çev: Ahmed Serdaroğlu, Bedir yay. İstanbul 2002)
Duada adab:
Duanın belirli bir âdaba göre yapılması gerekir. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, Cenâb-ı Allah, kendisini anan kişinin huşu içinde olmasını ister.
’Rabbini, içinden, yalvararak ve ondan korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an. Gafillerden olma.’ (Araf, 7/205)
• Dua yapılırken Allah Teâlâ’ya hamd ve ta’zim sözleri ile başlanmalıdır. (Tirmizî, Daavât 66) Efendimiz (s.a.s) de dualarına; Yücelerin yücesi ve bağışlayıcı olan Rabbimi, bütün noksanlardan tenzih ederim’ diyerek başlardı.’ (Ahmed, IV, 54)
• Sonra Rasûlullah ile ailesi ve ashabı salât ve selâm ile anılmalı, sonra istek ve dilek ifadelerine geçilmelidir. (Tirmizî Salat 352)
• Duanın sonunda "âmîn" den¬mesi hadis-i şeriflerde teşvik edilmiştir. (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7, Ezan, 112; Müslim Salat, 18; Ebû Dâvûd, Vitr, 29)
• Dua edilirken kimin huzurunda olunduğu hatırdan çıkartılmamalı, bir ibadet olan dua gafil bir hal ile yapılmamalıdır. ’Biliniz ki, Allah’u Teâla, kendisinden gafil bir kalbin duasını kabul etmez.’ (Tirmizî, Daavât 64)
• Duada istenilen şeyler günah kapsamındaki fiiller türünden ol¬mamalıdır. ’Kul, günah talep etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder.’ (Müslim, Zikr 25)
• Duada ısrarcı olunmalıdır. ’Allah dualarınızı kabul eder. Ancak kabul edilmesi için acele etmeyin; dua ettim de kabul edilmedi demeyin.’ (Buhârî, Da’vât, 22; Müslim Zikir 92)
• Dua içten gelerek yapılmalıdır. Rabbimize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü o, haddi aşanları sevmez. (Araf, 7/55)
• Dua havf ve reca haliyle yapılmalıdır. ’Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi.’ (Enbiya, 21/90)
• Dua inanarak edilmelidir. "Allah benim duamı kabul etmez" gibi bir duyguya asla kapılmamalıdır. Allah, kulunun kulluk bilinci içinde ve âdabına uygun olarak yap¬tığı duasını mutlaka kabul eder. Kabul edileceğine kesin olarak inanarak Allah’a dua ediniz ve biliniz ki, Allah gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez. (Tirmizî, Da’vât 66) Ancak, insanlar -küçük çocukların büyüklerinden yararlarına olmayacak bazı şeyleri isteme¬leri gibi- istedikleri şekilde gerçekleşmesi aleyhlerine olacak dualarda da bulunabilir¬ler. Cenâb-ı Hak, böyle bir duayı kulu lehi¬ne olacak şekilde kabul eder ve kul bunun farkına varmayabilir.
• Dua, yalnız Allah’a yapılmalı, araya bir vasıta sokulmamalıdır. Dua konusuna ışık tutan Fatiha sûresinde "Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz" buyurularak bu hususun önemine dikkat çekilmiştir. Yalvarılanın, istekte bulunula¬nın yalnız Allah Teâlâ olduğu anlamını ihlâl eden, bu konuda başkasının Cenâb-ı Hakk’a ortak kılındığını gösteren dua, şirk kapsamına girer. Ancak, konuyla ilgili delilleri dikkate alan İslâm âlimleri bazı söz ve davranışları araya katarak dua¬ya kuvvet kazandırılmasını caiz görmüşler¬dir. (Burada mesele Tevessül/vesile konusuna girer ki bu konuyu makalede işlemek maksadı aşıp sabırları zorlamak olur. Ama konuyla ilgili detaylı bilgi isteyenler için; Abdullah Farukî e-Müceddidî (k.s.) Hazretlerinin kaleme aldıkları ve 1997 yılında FİAV tarafından basımı gerçekleştirilen İslam’da Zikir ve Rabıta isimli güzide eserlerinin 94-104 sayfaları arasını şiddetle tavsiye ederiz.)
• Dua, gönülden, gizlice huşu ve ihlâsla yapılmalı, bu sırada bağırıp çağırma, göste¬riş ve riyadan uzak bulunulmalıdır. (Buhârî, Daavât 50, Müslim, Zikr 44)
• Dua ederken kıbleye yönelmek, elleri açmak, (Ebû Dâvûd, Salat 358) mübarek yer ve zamanlarda yapmak dua¬nın kabulü için vesilelerdir. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz dua ederken ellerini kaldırdığında onları yüzüne sürmedikçe indirmezdi. (Tirmizî, Da’avât 11) Çünkü, böyle hâl, yer ve zamanların kişinin üzerinde bıraktığı etki diğerlerinden daha fazladır. Bir nevi dua olan namazın ise, bazı hikmetlere binaen belirli vakitlerde, belirli şekiller içinde yapılması emredilmiştir. (Nisâ, 4/103)
• Duadan önce tevbe ve istiğfar edilmelidir. ’Allah yolunda seferler yapmış, üstü başı tozlanmış bir adam ellerini semaya kaldırarak, Ya Rabbi Ya Rabbi’ diye yalvarıyor. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır. Böyle birisinin duası nasıl kabul olur?’ (Müslim Zekat 19)
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.