Özlenen Rehber Dergisi

18.Sayı

Tevhid

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 18. Sayı
Hamd yalnız Allah (c.c.)’ya mahsustur. Salât ve selam âlemlere rahmet olarak gönderilen ve hâtemü’l-enbiyâ olan Allah Rasûl’ü Efendimizin üzerine olsun! Rabbimizin vermiş olduğu bütün nimetlere şükürler olsun!

İnsanı yaratılış gayesinden uzaklaştırıp, isyan bataklığına sürüklemek için hiçbir fırsatı kaçırmayan nefislerimizin şerlerinden Allah’a sığınırız. Hidayete erdirdiğini kimse saptıramaz, dalalete düşürdüğünü de kimse hidayete erdiremez. Dalalete düşmemiz nefislerimizin kazancıdır. Bu yüzden biz ancak Allah’tan yardım bekler ve O’ndan mağfiret dileriz. Îman ederiz ki; Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaktır. Allah’tan başka itaat edilecek hiçbir mercî yoktur.

Hz. Âdem (a.s.) ile başlayan peygamberlik halkası Hz. Muhammed (s.a.v.) ile son bulmuştur. Allah (c.c.)’ya karşı yapılacak ibadetlerdeki farklılıklarla beraber, bütün peygamberlerin getirdikleri dinlerdeki temel ve değişmez kâide tevhid inancıdır.

Tevhid; ulûhiyyette, rubûbiyyette ve ibadette Allah (c.c.)’yu birlemek demektir. Rızayı ilâhiyeye ulaşmak isteyen her kişi, Allah (c.c.)’nun dinini öğrenmeli ve bu dinin mûcibince yaşayarak tevhidin hakikatini çok güzel bir şekilde kavramalıdır. Çünkü, ’Allah (c.c.) indinde din yalnız İslâm’dır’ (1) âyetinde ifade edilen bu dinin temeli tevhittir. Bütün peygamberler, insanların gönlünde tevhidin nurunun parlaması için çalışmışlardır.

İslâm’daki tevhid inancını iyi kavrayamayan, şirkin mâhiyetini de kavrayamaz ve yapmış olduğu ibadetleri tevhid dairesi içinde şirke düşmeden nasıl Allah’a tahsis edeceğini bilemez. Neticede samimi olmadan yapılan ibadetler, yapmacık hareketlerden öteye geçmeyen bir kulluk anlayışı meydana getirir. Bütün peygamberlerin canlarını ortaya koyarak yaymaya çalıştıkları tevhidin ifade ettiği mânâ tam ve net bir şekilde kişinin gönlünde yer etmedikçe, o kişinin sadece sözlerle ifade ettiği kelimeler îman noktasında ona bir fayda sağlamaz.

Her defasında ’Allah’tan başka ilâh yoktur’ der; ama yaşantısında davranışlarıyla bir çok ilâhlar edindiği görülür. Allah’tan başkasına itaat etmediğini ve yalnız O’na ibadet ettiğini zanneder; ancak bunun yanında Allah’tan başka birçok şeye kulluk eder. ’Hevâ ve hevesini Rabb edinen kimseyi gördün mü?’(2) âyetinde belirtildiği gibi, insanoğlu kendisini yaratanı bırakıp nefsine, istek ve arzularına tapar derecesinde bağlanmış olur. Bu durumdaki insanlar bütün gayret ve çabalarını istek ve arzularının gerçekleşmesi için sarf ederler.

Bu noktadaki en büyük tehlike ise îmanda ve İslâm’da olduğunu zanneden bu kimselerin şirk deryasında yüzdüklerinden habersiz olmalarıdır. Çünkü yukarda zikrettiğimiz Câsiye sûresi 23. âyetin devamında: ’... Allah’ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi ona Allah’tan sonra kim doğru yolu gösterecek? Hâlâ ibret almayacak mısınız?’ buyrularak hevâ ve heveslerini ’rab’ edinenlerin basiretlerinin perdeleneceği ifade ediliyor. Öyleyse buradaki sıkıntı insanın, îman ettiği Rabb’ini tanıyamamasıdır. Müşrikler de Mekke döneminde Rasûlullah (s.a.v.)’e şöyle sorarlardı: ’Rabb’inin nesebi nedir?’ Bunun üzerine İhlâs sûresi nâzil olmuş, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de onlara bu sûreyle cevap vermiştir. Cenâb-ı Hakk, kendini bu sûrede şöyle tanıtmıştır: ’De ki: Allah tektir. Allah Samed’dir. O, doğurmamış ve (başkası tarafından) doğrulmamıştır. Hiçbir şey onun dengi olamaz.’ (3)

İşte tevhidin özü budur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendisine Cenâb-ı Hakk’ın Zâtı hakkında soru soranlara her zaman bu şekilde cevap vermiştir. Biz de Rabb’imizi kendisini Kur’ân-ı Mübîn’de tanıttığı ve Rasûlullah (s.a.v.)’in bildirdiği gibi biliyor ve îman ediyoruz.

İnsanlar Allah’ı direk olarak inkar etmemişlerdir. Fakat O’na eşler koşmak suretiyle şirke düşmüşlerdir. Mekke müşrikleri bile onca putlarına rağmen bütün bu putların üzerinde ilâh anlayışına sahiptiler. Kur’ân-ı Kerîm’de bunların durumu bir çok âyetlerde açıklanmıştır:

’Eğer onlara; ’Sizi kim yarattı?’ diye sorsan elbette ’Allah’ derler.’ (4) Yine Ankebût sûresinde şöyle buyrulmuştur: ’Eğer onlara; ’Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı musahhar kılan kimdir?’ diye sorsan elbette ’Allah’ derler. ...Eğer onlara; ’Gökten kim yağmur yağdırıyor ve onun vasıtasıyla ölmüş toprağı kim canlandırıyor?’ desen elbette ’Allah’ derler.’ (5)

Müminûn sûresinde ise şöyle buyrulmuştur: ’(Habîb’im!) Onlara de ki: ’Eğer biliyorsanız (söyleyin); Yeryüzü ve onda bulunanlar kimindir?’ Derler ki ’Allah’ındır.’ ...Onlara, ’Yedi kat göklerin Rabbi ve azametli arşın sahibi kimdir?’ diye sor. Onlar; ’Allah’ diyeceklerdir. ...Onlara ’Biliyorsanız söyleyin, her şeyin melekûtu (mülkü ve yönetimi) kendi elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat kendisi korunmaya muhtaç olmayan kimdir?’ diye sor. Onlar yine; ’Allah’ derler. Onlara ’Öyleyse nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz?’ de.’ (6)

Aynı konuda Yûnus sûresinde de şöyle buyrulmuştur: ’(Rasûl’üm!) De ki: Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Ya da kulaklara ve gözlere mâlik (hâkim) olan kimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran kimdir? Bu kâinatın nizamını kim idare etmektedir? Onlar; ’Allah’ diyeceklerdir. De ki: ’Öyle ise (O’na asi olmaktan) çekinmiyor musunuz?’ ’(7)

Bu âyetlerden de anlaşılıyor ki; insanlar Allah’a inanmakla beraber O’nun sıfatlarını verdikleri canlı veya cansız varlıkları da ’Rabb’ olarak kabul etmişlerdir. Bu apaçık bir şirktir. Tevhidin zıddı bir inanıştır ki kişiyi ebedî azaba düşürür. Cenâb-ı Hakk bu şekilde inananlara ’Ehad’ kelimesiyle cevap vererek, şirk ehlinin kendi zâtına ortak koştukları şeylerin tümünü birden silmiştir. Çünkü ’bir’ mânâsına gelen ’Ehad’ kelimesi yalnızca Allah için kullanılır. Cenâb-ı Hakk’ın ’bir’ oluşu adet bildiren, yani sayı cinsinden olan ’bir’ değildir. İmâm-ı A’zam (r.h.) buradaki ’bir’ kelimesini ’Fıkh-ı Ekber’ isimli eserinde şöyle dile getirmektedir: ’...Eşi ve benzeri olmaması yönünden bir’dir.’

Hâl böyle olunca hem Allah’a inanıp, hem de O’nunla beraber başka ilâhlar edinmek en büyük şirktir. Yine Cenâb-ı Hakk, zâtını Kur’ân’da bildirirken ulûhiyyetinde hiçbir ortağının olmadığını açık bir şekilde şöyle ifade etmektedir: ’Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O, Rahmân ve Rahîm’dir.’ (8)

Hıristiyanlar Hz. İsa (a.s.)’ı, Yahudiler de Üzeyir (a.s.)’ı Allah’ın oğlu olarak kabul etmişlerdir. Ulûhiyyette ve rubûbiyyette tek olan Allah (c.c.) ise çocuk edinmekten münezzehtir.

Meryem sûresinde Cenâb-ı Hakk bu konuya şöyle açıklık getiriyor: ’Çocuk edinmek Allah’a yakışmaz. O (böyle şeylerden) yücedir...’(9) Yine aynı sûrenin 88 ve 92. âyetleri de bu konuyu dile getirmektedir.

Yine İhlâs sûresinde: ’O, doğurmamış ve (başkası tarafından) doğrulmamıştır.’ (3) buyurarak evlat edinmekten ve eş edinmekten münezzeh olduğunu açıklamıştır. Böylece ulûhiyyetinde bir olduğunu belirterek zâtına iftirada bulunanlara cevap vermiştir. Hiç bir benzeri olmayan, rızkımızı veren, karada ve denizde gezdiren, öldüren ve dirilten, din gününün sahibi, kâinatı yoktan yaratan Allah (c.c.) birdir. Öyleyse ibadet ve taat da yalnız O’nadır.

’Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım isteriz.’(10)

Tevhidin tarifinde; ulûhiyyette, rubûbiyyette ve ibadette Allah’ı birlemektir, demiştik. Tevhidi bu şekilde kavrayan bir kimse ibadetini yalnız Allah (c.c.)’ya tahsis etmelidir. Çünkü ibadete layık olan yalnız Allah’tır. Hakiki tevhid inancının gerçekleşmesi için rubûbiyyetle beraber ibadetlerde de Allah (c.c.)’yu birlemek esastır. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır: ’Rabb’ine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işlesin ve Rabb’ine ibadette ortak koşmasın.’(11)

İbadette ortak koşma hususunda günümüz insanı için iki durum söz konusudur:

1. Açıktan, Allah’tan başka bir şeye ibadet yapmak ki, onun için kurban kesmek, ona dua etmek, ondan bir şey vermesini veya gidermesini istemektir.

2. Allah’a ibadet etmekle beraber taşıdığı niyet sebebiyle şirke düşmektir.

Birinci durumda olanlar Allah’a ortak koşmalarından dolayı açık bir şirk içindedirler. İkinci durumda olanlar ise herhangi bir menfaati celb etmek veya bir zararı defetmek veya başka sebeplerden dolayı şeklen Allah’a ibadet etmekle beraber kalben yönelişleri bu maksatların husûlü yönündedir.

Ümmetini, ’gizli şirk’ diye nitelendirdiği riyadan şiddetle sakındırma hususunda Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den onlarca hadîs-i şerif nakledilmiştir. Cenâb-ı Hakk insanları amellerine karşılık cezalandıracağı zaman riyâkarlara; ’Dünyada gösteriş yaptığınız kimselerin yanına gidin, onların yanında bir mükafat bulabilecek misiniz?’ diyecek. (12)

Yine Rasûlullah (s.a.v.), insanı tevhid çizgisinden ayıran şirkin Müslüman için tehlike boyutunu şöyle açıklar: ’Bu ümmetin şirki karanlık bir gecede dümdüz bir kayanın üzerinde yürüyen siyah bir karıncanın ayak sesinden daha gizlidir.’ (13)

Yine ibadetlerin sırf Allah için olması ve O’na tahsisi edilmesi hususunda Kuzman hadîsi güzel bir ibret vesilesidir. Kuzman, Allah Rasûl’ünün ordusunda savaştığı hâlde Allah için değil de şöhret için çarpışmış, savaşın neticesinde de öldürülmüştü. Fakat cehennem ehlinden olmuştur. İnsan için en kıymetli şey olan candan olmasına rağmen ebedî saadete kavuşamamıştır. Bunun tek sebebi ise Allah için değil de şöhret için çarpışmış olmasıdır. Burada hevâ ve hevesini kendisine ’rabb’ ittihaz etmiştir.

Müslüman her an Allah’a kulluk vazifesiyle mükellef olduğu için bütün hâl ve hareketlerinde Allah’ın rızasını gözetmelidir. Hareketlerini ve düşüncelerini tevhîdî inanç dairesinde gerçekleştirmelidir. Aksi davranışlar şirkin husûlünü meydana getirir ki, o da ebedî hüsran demektir.

Tevhid’den uzaklaşan Allah (c.c.) ile bağlarını koparmıştır. Bu ise hesap gününün sahibi, öldüren ve dirilten, yediren ve içiren ve hepimizin O’na döneceği Allah (c.c.)’ya isyan bayrağını açmak demektir. Kim Allah’a güç yetirebilir ki? Elbette hiç kimse! Öyleyse kul, Allah (c.c.)’nun azameti ve kudreti karşısında acziyetini bilmeli ve tevhid bayrağının gölgesinden canı pahasına da olsa ayrılmamalıdır.

Konumuza Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in şu duasıyla son veriyorum: ’Allah’ım! Bildiğim şeylerde şirk koşmaktan sana sığınırım! Bilmediğim şirkten de senin affını dilerim!’(14)

Kaynakça:
1. Âl-i İmrân 3/19.
2. el-Câsiye 45/23.
3. el-İhlâs 112/1-4.
4. ez-Zuhruf 43/87.
5. el-Ankebût 29/61,63.
6. el-Müminûn 23/84-89.
7. Yûnus 10/31.
8. el-Bakara 2/163.
9. Meryem 19/35.
10. el-Fâtiha 1/5.
11. el-Kehf 18/110.
12. Müsned, Ahmed b. Hanbel.
13. Hâkim.
14. Müsned, Ahmed b. Hanbel.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.