Özlenen Rehber Dergisi

24.Sayı

Kur'an'da Mü'minlerin Vasıfları

Fadime SARISAKALOĞLU Özlenen Rehber Dergisi 24. Sayı
- Mü’minûn Sûresi 1-4. Âyetler -

Rasûlullah Efendimiz kıbleye dönüp ellerini kaldırıyor: ’Yâ Rabbi! Artır, eksiltme; ikram et, bizi küçük düşürme; bize ver, mahrum etme; bizi tercih et, bizim üzerimize başkalarını tercih etme; bizden razı ol ve bizi razı kıl.’ diye dua etti, sonra da: ’Bana on âyet indirildi. Bunları yerine getiren cennete girecektir.’ buyurdu.(1) Bunlar mü’minlerin vasıflarının topluca zikredildiği Mü’minûn sûresinin ilk on âyetiydi.
Ne güzel bir haber! Ne güzel bir müjde! Rahmân’ın biz aciz kullarına rahmet-i Rasûl aracılığıyla sunduğu kurtuluş reçetesi. Yapacaksın ve kurtulacaksın, dünya ve ahiret saadetine ulaşıp firdevs cennetine girmeye hak kazanacaksın, huzur bulacaksın...

İşte, on emirden oluşan ve altı maddesini gelecek sayımızda yayınlayacağımız altın reçetenin ilk dört âyeti:

1. ’Mü’minler gerçekten felah bulmuştur.’
Kurtulan mü’minler kimlerdir? Onlar ne gibi özelliklere sahipler de bu, onlar için kurtuluş vesilesi olmuştur?
Şüphesiz onlar sadece dilde değil, hakîkâtte tüm kalbi ile îman etmiş, îmanın lezzetini vücudunun her bir zerresinde hissedebilmiş kimselerdir. Sözleri, davranışları, düşünceleri, Kur’an’la bütünleşmiş, Kur’an ahlâkıyla ahlâklanmış olanlardır. Kendilerini Allah ve Rasûl’ünün getirdiği ilkeler doğrultusunda yetiştiren, geliştiren ve bütün gayretleriyle bu uğurda çaba sarf eden kimseler... İşte onlardır huzura eren, sonsuz mutluluğa erişenler.
Âyetin indiği ortama bir göz atalım. Görünüş itibari ile keyfi yerinde olan, işleri yolunda giden Mekke müşrikleri; öte yanda yoksul, zayıf, işkence altında olan Müslümanlar... ’Muhakkak mü’minler kurtuldu.’ ifadesiyle kafirlere başarı ve başarısızlığın gerçek ölçüsünün, onların kafasındaki gibi olmadığı anlatılıyor. Onların başarı sandıkları şey geçici ve mahiyeti gereği sınırlıdır. Aksine, kaybedenler olarak gördükleri Hazreti Muhammed (a.s.)’ın izleyicileri ise gerçekten başarılı olanlar, kazananlardır.(2)
Kurtuluşa sebep olan birinci vasıf îman etmek, ardından ise hemen onun en belirgin özelliği geliyor;

2. ’Onlar namazlarında huşu içinde olanlardır.’
Huşu, alsı kalpte, tezahürü bendende olmak üzere iki kısmı içerir. Kalbe ait tarafı, Rabbin azamet ve celâli karşısında kendi küçüklüğünü göstererek nefsi, Hakk’ın emrine baş eğdirip süz dinlettirecek, edep ve tazimden başka bir şeye yönelmeyecek şekilde kalbin son derece bir saygı hissi duymasıdır. Dış görünüş ile ilgili yönü de, vücut organlarında bu duygunun belirmesiyle bir sakinlik ve sükûnet meydana gelmesidir. Bundan dolayı, ’huşu’un aslı namazın şartlarından olan niyetin samimiliği ile; tezahürleri de namazın âdâb ve diğer tamamlayıcılarıyla ilgilidir.(3) Rasûlullah (s.a.v.) ve ashabı, namazda gözlerini gök yününe kaldırırlardı, bu âyetin inmesi üzerine başlarını önlerine eğdiler ve ihtisar (elleri böğürlere koymak)’ı terk ettiler.
Hz. Âişe (r.anhâ)’dan rivayet olunur ki: ’Rasûlullah’a namazda iltifat (yüzünü çevirip bakma) hakkında sordum: ’O bir çalmadır ki, şeytan onu kulun namazından çalar, kaçar.’ buyurdu.’(4)
Hadislerden de anlaşılacağı üzere, namazda sağa sola dönülmez, baş yukarıya kaldırılmaz, elbise ile oynanmaz, üst üste geğirmemeye, esnememeye dikkat edilir. Ayrıca, namazın hızlı kılınması da tasvip edilmez. Her bir rüknü yavaş yavaş, huzur içinde yapmaya gayret edilir. Namazda bedenin sükûnetine neden bu kadar önem verildiğini düşünecek olursak şu hadisi cevap olarak verebiliriz. Rasûlullah (s.a.v.) namaz kılarken sakalıyla oynayan bir adamı görünce: ’Kalbinde huşu olsaydı bedeni onu gösterirdi.’ buyuruyor. Hakîkâten, daha vücut organları üzerinde sakinliği sağlayamayan, onlara hakim olamayan, her şeyin çıkış noktası, tasdik yeri olan kalp üzerinde nasıl hakimiyet kurulabilir, acziyetinin şuurunda olarak, saygı ve hürmetle, varlığını O’nun varlığında kaybederek yüce Yaratıcı’sına boyun bükebilir, O’na teslim olabilir. Kalpte huşunun sağlanması bir o kadar zor ama sonucu tam bir zafer, kullukta ulaşılmak istenen en son nokta... Âlimlerin, âbitlerin, âriflerin bir ömür elde etmeye uğraştıkları vasıf.

3. ’Onlar tümü ile boş şeylerden yüz çevirenlerdir.’
Boş şeyler, saçma, boşuna, hiçbir şekilde kişinin hayattaki amacına ulaşmasında yararı olmayan şey demektir. Bir söz, davranış ya da düşünce vb. lüzumu olmayan şeylerdir. Mü’minler böylesi şeylerle uğraşmaz, önem vermezler, mümkün mertebe onlardan uzaklaşmaya, ilgi duymamaya gayret sarf ederler. Çünkü hayat o kadar kısa ve zaman o kadar kıymetlidir ki onun için. İmtihan yeri olan dünyada kendisine yüklenen sorumlulukların farkındadır ve kendisine verilen hayatı en güzel ve faydalı şeylerle geçirir. Nasıl ki imtihana girmiş öğrenci zamanının bir saniyesini bile boşuna harcamaz, zihin, beden olarak kendisini soru kağıdına adarsa, mü’min kimse de onun gibi kulluk sınavında güzel sonuç elde etmek için zamanını boş şeylere ayırmaz. Bir bütün halinde, kalp, zihin ve azalarıyla verilen nimetleri hayır namına, hayır yolunda kullanmalı ve kendini Allah’a adamalıdır.

4. ’Onlar, zekâta ilişkin (söz ve görevlerini mutlaka) yerine getirenlerdir.’
Bütün ibadetlerin faydası sadece tek yönlü olmayıp maddî-manevî bir çok hasenata şamildir. Zekât; görünüş itibari ile mali bir ibadetken, hakîkatte nefsin kötü ahlâklardan arınmasına vesile olan çok yönlü bir ibadettir. Ayrıca faydası sadece fert ile sınırlı kalmayıp içtimai hayatta da kendisini gösterir.
’Zekât’ arınma, gelişme, büyüme, gibi anlamlar ihtiva eder. İslâmî bir kavram olarak hem serveti arındırmak için ondan alınan pay ve hem de bizzat arındırma eylemini ifade eder. Âyet metninin asıl anlamı ’mü’min sürekli arınma içindedir.’ şeklindedir. Bu yüzden mana teknik anlamda zekât vermekle sınırlı olmayıp, ahlâk, mal, mülk, servet ve genelde tüm yaşayış açısından sürekli nefsi arınma halinde olmayı kapsar. Ayrıca sadece kendi nefsini ’arındırma’ değil başkasını da arındırmaya çalışmaktır. (5)
Varlık ve mana âleminde, Yaratan’ına tertemiz kavuşmak için sürekli arınma halindedir mü’min; malı, bedeni, nefsi ve ruhuyla...


Kaynakça:
1. Tirmizî, Ahmed b. Hanbel.
2. Mevdûdî, Tefhimü’l-Kur’ân, c.3, s.398.
3. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.5, s.508.
4. Buhârî, Ezan 93.
5. Mevdûdî, a.g.e., c.3, s.401.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.