Özlenen Rehber Dergisi

24.Sayı

İmtihan ve Sorumluluklarımız

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 24. Sayı
Cenâb-ı Hakk’ın, ahsen-i takvim üzere yaratıp, Kur’ân-ı Kerîm’de vasıflarını saydığı kulun, bu meziyetlerle insanlığını kemalât üzere muhafaza ederek, nihayetinde de din gününün Mâliki olan Hz. Allah’a teslim olmasının adıdır kulluk. Kulların her birini de, kemalâtlarını ortaya çıkaracak çok çeşitli imtihanlar beklemektedir.(1)

Mükellefiyetle yüklenmeye başlanan hadiseler ve imtihanlar zincirinin her bir halkası içerisinde insanın, kâmil insan olma yolunda mesafe kat etmesine vesile olacak hikmetler doludur. Bu noktada hadiselerin nitelikleri ve onlara karşı kalbin ve ruhun yönelişi insanı oluşturan yüksek değerlerin kazanılmasına yol açmaktadır.

İmtihanlarla karşı karşıya kalma hususunda insanlar birbirlerine göre farklılıklar arz eder. İmtihanların en ağırına peygamberler uğrar ve onları, derece bakımından en yakın olan sıddıklar, şehitler ve sırasıyla salih kullar takip eder. Ve her insan, bulunduğu derecesine göre muhakkak bu imtihanlarla karşı karşıya kalır. Efendimiz (s.a.v.)’e: ’İnsanlardan kimler en çok belaya uğrar.’ diye bir soru iletildiğinde Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.), bu soruya şöyle cevap verir:

’Peygamberler, sonra büyüklükte onlara ve bunlara yakın olanlar. Kişinin diyaneti (Allah yanındaki kıymeti) nispetinde belası da şiddetli olur. Şayet dininde zayıflık varsa, Allah onu da diyaneti nispetinde imtihan eder. Bela kulun peşini bırakmaz. Tâ o kul, hatasız olarak yeryüzünde yürüyünceye kadar.’(2) Ancak bu sıkıntılar peygamberler ve salihlerin istikametlerini hiç sarsmamış, aksine kulluklarını ve derecelerini daha da kuvvetlendirmiştir. Ve onların karşılaştıkları bu çetin hadiseler karşısında Cenâb-ı Hakk’a karşı gösterdikleri teslimiyet örnekleri, rasûl ve nebilerin peygamberliklerini, salih kulların da samimiyetlerini tasdik etmektedir.

Cenâb-ı Hakk’ın sevgi ve yakınlığına kullar içerisinde en yakın olanlar peygamberlerdir. Peygamber Efendimizin bildirdiği üzere, kullar arasında en çok sıkıntıya da yine peygamberler maruz kalmıştır. Böylelikle, diğer insanların, karşılaştıkları imtihanlar sebebiyle, Allah’a itaat noktasında söyleyecekleri herhangi bir bahaneleri de kalmamıştır.

Allah’u Azîmüşşân Kur’ân-ı Mecîd’inde: ’Andolsun ki sizi biraz korku, açlık, mallardan, ürünlerden azalmayla (fakirlikle), canlarınızla (fizikî ve ruhî hastalık vs. ile) imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.’ buyurmaktadır.(3) Âyet-i kerîmede bildirildiği üzere, tâbi tutulan bu imtihanlara, isyana düşmeden ve sabırla karşılık verenler, Cenâb-ı Hakk’tan bir müjde ile tebşir edilmektedirler. Bu sabrın karşılığı da hiç bir kederin ve hüznün olmadığı cennettir.

Cenâb-ı Azîmüşşân’ın hayatı ve ölümü yaratması, bizleri imtihana tabi tutması ve bu imtihanlar sebebiyle büyük sıkıntılarla karşılaştırması, zulüm etmek maksadıyla kulların sıkıntıya maruz bırakılması değildir. Bilakis onlarda yaratılan hilkatin cevherini, üzeri tozlanan madeni silerek gerçek parlaklığını ortaya çıkaran sarraf misali, bu imtihanlar vesilesiyle kulluk cevherini ortaya çıkararak, sadık kullarını kendi rızasına ve cennetine almak istemesidir. Böylelikle salihlerle şakiler, itaat ehli olanlarla isyan ehli olanlar, sadıklarla yalancılar ayırt edilirler.

Geçmişte olduğu üzere günümüzde de insanlar imtihana tabi tutulacaktır, yani kulluk devam ettikçe imtihanlar da devam edecektir. ’İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece ’îman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, sadıkları ortaya çıkaracak, sadık olmayan yalancıları da ortaya çıkaracaktır.’(4) ’Sizden öncekilerin başına gelenler sizinde başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?’ Âyet-i kerîmeleriyle de bu hakîkât ebedîleşmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de, yaratılış sebeplerinden biri olarak tüm insanlığın imtihan oluşu zikredilirken (5), ferdi imtihanların yanı sıra (6), bir toplumu tamamen kapsayan umumi imtihanlar da anlatılmaktadır. Bu hususta, bir çok kavmin maruz kaldığı imtihanlar ve bu imtihanların sebepleri zikredilmiştir. Örnek olarak Âl-i İmrân sûresi 352. âyetine bakabiliriz ki burada Uhud savaşında onlarca can verilmesi ve istenilen açık zaferin kazanılamayışı ve bu imtihanın nedeni olarak da okçuların bulundukları tepeden, Allah Rasûl’ünün defalarca: ’Savaşı kazandığımızı görseniz bile yerlerinizi asla terk etmeyin’ emrine rağmen ayrılmaları anlatılmaktadır.(7)

Müminlerin imtihana tabi olan diğer insanlar hakkında nasıl bir tutum içerisinde olmalıdırlar? Bu hususta onların yükümlülükleri nelerdir?

Aynı toplum içerisinde yaşadığımız mü’minlerle kardeşler olduğumuz gibi, dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan müminler de bizim kardeşlerimizdir. ’Mü’minler ancak kardeştir.’(8) âyetinde ifade edildiği üzere, Allah’ın birliğini ve Rasûl’ünün elçiliğini tasdik eden her bir mü’min, ırkı ve dili ayırt edilmeksizin birbirlerinin kardeşleridirler. Hazreti Allah tarafından bu kardeşlikle birbirine bağlanan ’Mü’minler, birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.’(9) buyurmaktadır, kulların en merhametlisi Hz. Raûf (s.a.v.).

Her nerede olursa olsun mü’minler birbirlerinin acılarına ortak olmalıdırlar. Kıyametin alâmetlerinden olarak haber verilen ve Efendimiz (s.a.v.)’in lisanıyla bildirilen ’bananecilik’ vasfı, hem Cenâb-ı Hakk’ın ’mü’minler kardeştir’ hükmüne, hem de Efendimiz (s.a.v.)’in: ’Kendisi için sevip istediğini diğer bir mü’min kardeşi için de istemedikçe gerçekten îman etmiş olmaz.’(10) hadis-i şerifine ters düşmektedir.

Bu gün çeşitli iletişim araçlarından haberdar olunduğumuz üzere dünya Müslümanları, geniş kitleleri içine alan ağır zulümlerle karışı karşıyadırlar. Onların içerisinde bulundukları, mü’minlerin yüreklerini kan ağlatan bu belalar karşısında diğer mü’minlerin de elbette kayıtsız kalmamaları gerekir. Zira makâlemize ilham olan hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: ’Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu îmanın en zayıf derecesidir.’(11)

Bir mü’min, bir kötülük, zulüm vb. ile karşılaşınca, bu güzel hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v.)’in işaret ettiği şekilde hareket etmeyi ahlâk edinmelidir. Mü’minler birbirlerine destek olmaya, zulmü engellemek için elleriyle bir şeyler yapmaya, güçleri yetmiyorsa dillerinden duayı eksik etmemeye, diğer kardeşlerini bu hususta aydınlatmaya ve zamanın iletişim araçlarından istifade ederek, elinden gelen tüm gayretiyle zalime karşı sesini yükseltmeye çalışmalıdır. Ancak, dua etmekten bile aciz ve yapılan kötülüklere kalbî bir rahatsızlık bile duymadan seyirci olan kişiye, Allah Rasûl’ü (s.a.v.), mü’min dememiştir. Bu nedenle kötülüklere engel olamıyorsak da en azından dua etmek ve zalimlere buğz etmek bütün mü’minlerin terk etmemesi gereken görevlerindendir. Bu kötülük dünyanın her neresinde olursa olsun, mü’minler diğer Müslümanların yaşadıkları olaylara karşı duyarlı olmalıdırlar. Ve ’nasıl olsa elimden bir şeyler gelmiyor’ deyip kendini avutmamalı, mü’minin mü’min hakkındaki duasının makbul dualar zümresinden olduğunun idrakiyle, seher vakitlerinde Cenâb-ı Hakk’ın: ’Dua eden yok mu, duasını kabul edeyim?’ davetine karşı, gaflet libasına sığınılmamalıdır.

İnsanların karşılaştıkları sıkıntı ve imtihanların sebepleri her zaman aynı değildir. Peygamberlere ve salih insanlara gelen imtihan, belâ ve sıkıntılar onların derece ve şükürlerini artırmak maksatlı iken, diğer mü’minlerin karşılaştıkları zorluklar onların ahirette büyük sıkıntılar çekmemesi için dünyada iken günahlarına keffaret sebebiyledir. Bu nedenle, özellikle yaşadığımız yüzyılda mü’minlerin başlarına gelen felaketlere karşı diğer müslümanlar, onların bu zulme müstahak olduğuna kanaat sahibi olarak ilgisiz kalması doğru değildir, çünkü Habîb-i Ekrem Efendimiz: ’Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar müslümanın başına gelen her şeyi, Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.’ buyurmaktadır. (12)

Dünyanın her hangi bir bölgesinde yaşayan mü’min kardeşlerimizin haksız yere kanları akıtılıp bin bir türlü sıkıntılara maruz bırakılırken, şayet bizler yataklarımızda hiçbir rahatsızlık duymadan uyuyabiliyorsak bu halimiz; ’Mü’minler? bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.’ hadisiyle bağdaşmamaktadır.


Şu halde ey gafletle paslanan gönlüm, uyan! Gözü yaşlı mü’minler duanı beklemekte, hiç değilse bunu esirgeme!



Kaynakça:
1. el-Ankebût, 29/2-3 ; 2. Tirmizî, Zühd 57 ; 3. Bakara, 2/155 ; 4. el-Ankebût, 29/2-3 ; 5. el-Hûd, 11/07 ; el-Mülk, 67/02 ; 6. el-Bakara, 2/124 ; 7. Âl-i İmrân, 3/352 ; 8. el-Hucurât, 49/10 ; 9. Buhârî, Edeb 27 ; 10. Buhârî, Îman 7 ; 11. Müslim, Îman 78 ; 12. Buhârî, Merdâ 1.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • arif

    ALLAH C.C. razı olsun çok güzel ve silkeleyici bir yazı süper örnekler hadis ve ayet destekli olması çok etkili yazandan düşünenden vesile olandan emeği geçen bütün müslümanlardan SİZLERİ VE SİZİN GİBİLERİ SEVİYORUM SİZDE BENİM GİBİ BİR GÜNAHKARA DUA EDİN inşeALLAH

  • bahar

    İmthan ve sorumluluklarımızı hatırlatıcı bu yazınızdan ötürü ALLAH sizden razı olsun.Müslüman kardeşlerimize yapılanlardan dolayı üzüntü ve keder hissinden başka keşke elimizden daha fazlası gelseydi. İnşallah zalimlerin elinde zulüm çeken kardeşlerimizin ALLAH yardımcısı olur.

2 kişi yorum yazdı.