Özlenen Rehber Dergisi

96.Sayı

Hz. Ali Efendimiz

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 96. Sayı
28 Ocak 2011, Hz. Ali (k.v.) Efendimizin şehadetinin sene-i devriyesidir. Hicretin 40. Senesinde, Ramazan ayının 17’sine tekabül eden Cuma günü; miladi takvim itibari ile de 661 senesinde şehid olmuştur.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) tarafından büyük payelerle övülen Hz. Ali Efendimiz (k.v.); Cenâb-ı Hakk’a yakınlığı, güzel ahlakı, Rasulullah Efendimiz’in amcasının oğlu olması, ilk Müslümanlardan olup Rasûlullah (s.a.v.) risalet vazifesini eda ederken, O’nu canı ve malıyla desteklemesi, Hz. Fatıma Annemizin muhterem eşi olup aynı zamanda Hulefâ-i Raşidîn’in de son halkasını teşkil etmesi vb. birçok faziletleri sebebiyle ümmet içerisinde büyük bir şeref ve mevkiye sahiptir.
Rasûlullah Efendimize yakınlıkları ve üstün kişilikleri sebebiyle, o büyük zatların döneminde meydana gelen olaylar dünya tarihinde önemli yer tutmuştur. Gerek yaşadıkları dönemde, gerekse de kendilerinden sonraki tarihi süreçte onlara olan teveccühün toplum üzerindeki etkisi, dünya tarihini büyük ölçüde etkilemiş ve yön vermiştir. Bu etki, tesirini günümüz toplumu üzerinde de bariz bir şekilde göstermektedir.
Hz. Ali Efendimize lutfedilmiş olan yüksek payeleri, yine Rasulullah Efendimizin bırakmış olduğu sahih İslâm anlayışı olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat çizgisine bağlı kalarak anlamak; gerçek anlamda onu tanıma, sevme ve izinden gitmenin en büyük ölçüsüdür. Her ne zaman bu ölçü yitirilmişse itikâdî ve amelî yanlışlıklar, İslâm’ın özüne uymayan yanlış yollar ihdas olmuştur.
Hz. Ali Efendimizi sevmek, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in emriyle her mümine farz kılındığı gibi, onun sevgisinden teberri etmek de nifak alâmeti sayılmıştır. Ve yine İki Cihan Serveri Efendimiz, kendisinden sonra insanlardan iki taifenin, Hz. Ali hakkındaki sevgilerinde, Ehl-i Sünnet istikametinden uzaklaşmaları nedeniyle dalalete düşeceklerini de haber vermiştir:
Hz. Ali (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) beni çağırdı ve (şöyle) buyurdu: ’Ya Ali, sende İsa (a.s.)’dan bir misal (ona benzeyen bir yön) vardır. Yahudiler ona (öyle) buğzettiler ki, ta ki annesine (zina) iftirasında bulundular. Hıristiyanlar da (öyle) sevdiler ki, ta ki onu, olmadığı bir konuma (dereceye) getirdiler.’
Daha sonra Hz. Ali (k.v.) şöyle demiştir: ’Dikkat ediniz! Benim hakkımda (iki kimse) helak olur. (Birincisi); methedip övmede aşırıya kaçan sevendir ki, beni bende olmayan şeylerle över. (İkincisi); buğzedip iftira atandır ki, bana olan kini onu bana iftira etmeye götürür. Dikkat ediniz! Ben bir peygamber değilim ve bana vahiy de gelmiyor. Lakin ben gücüm yettiği kadar Allah’ın kitabı ve O’nun Nebîsi (s.a.v.)’in sünneti ile amel ediyorum. Allah Teâlâ’ya taat olan bir şeyi size emrettiğimde sizin üzerinize hak olan (gereken), sevdiğiniz husus da olsa sevmediğiniz hususda olsa bana itaat etmenizdir. Başkası veya ben, size masiyet olan bir şeyi emrettiğimde, (biliniz ki) Allah azze ve celleye isyan olan (bir hususta) hiç kimseye itaat yoktur. Taat ancak maruf olan (işlerde) olur.’ (Hâkim, Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Ma’rifetü’s-Sahâbe, Zikru İslami Emîri’l Mu’minîne Ali, 4622)
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) haber verdiği ve İmam Ali (k.v.) Efendimiz de bizatihi uyardığı halde ne yazık ki insanlarda sevgi ve anlayış hususlarında ifrat ve tefrit şeklinde zuhur eden aşırılıklar baş göstermiş, ümmetin fırkalara bölünmesine ve birçok fitnelerin zuhur etmesine sebep olmuştur. Bir grup ona buğzederek düşman olurken diğer bir grup da ona haddinden fazla payeler isnat ederek Ebû Bekir, Ömer, Osman, Âişe (r.anhüm) gibi Ashâbın büyüklerine düşmanlık etmek suretiyle istikametten sapmışlardır. Bu iki grup ve yoldan uzak olarak, Cenâb-ı Hakk’ın ve Rasûlü’nün razı olduğu itidal yolunu ise, Peygamberimiz (s.a.v.) ve Sahâbelerin yolunu takip eden Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat müntesipleri benimsemiştir.
Bilinmelidir ki Peygember Efendimizin haber verdiği ’sevgide aşırılık’, O’nun (s.a.v.) koyduğu İslâmî çizgiye uymayıp kendi hevasına Hz. Ali Efendimizin sevgisini mâl etmeye çalışmasında ortaya çıkmaktadır. Hâlbuki istikamet üzere sevgi; Hz. Ali’nin tabi olduğu Allah ve Rasûlü’nün yoluna tabi olup, şeriat ahkâmı üzere hareket etmekle hakikat olur. Rasûlullah (s.a.v.)’in bıraktığı ölçüler dâhilinde hakikat olan bir sevgi de, insanı Allah’ın rızasına ve Fahr-i Âlem Efendimiz’in sevgi ve yakınlığına kavuşturacak en büyük nimetlerdendir ki, bu nimete eren Ebû Hanife, İmâm-ı Şâfiî, Abdulkadir Geylânî, İmâm-ı Rabbânî, Abdullah Farukî el-Müceediddî (k.s.) gibi büyüklerimiz, sâlih kullar, ümmet içerisinde daima parmakla gösterilmişlerdir.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in sahâbelerini sevme hususunda bizi selamete kavuşturacak yegâne ölçü şudur: Hiç birini diğerinden ayırdetmeksizin Ashâb-ı Kirâm’ı canlarımızdan aziz bilmek; üstünlük, derece ve fazilette, yani Peygember Efendimiz’e sevgi ve yakınlıklarında yine Peygamber Efendimizin bırakmış olduğu tertibe şeksiz inanmak, rıza göstermek ve onları bu hâl üzere sevmektir. İslâm’da olmayıp onlar adına sonradan uydurulan hurafelerden de yüz çevirip, İslâm’ı onların yaşadıkları hal üzere tertemiz yaşamaktır.
Cenâb-ı Azîmü’ş-Şân (c.c.), sevip razı olduğu Hâbîb-i Kibriyâ (s.a.v.) Efendimizin istikametinden, yolundan ayırma
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • HAŞİM ÖZDEMİR

    Mükemmel bir yazı.Sözün bittiği yer.Allah Hz Ali efendimizden ve sizlerden razı olsun.Selam ve saygılar Haşim Özdemir

  • İlknur Kaya

    Ahir zamanda ehlibeyti anlatan bıkmadan, yorulmadan kalblerimize kazımaya çalışan Muzaffer efendimden Rabbim sonsuz razı olsun.

2 kişi yorum yazdı.