Özlenen Rehber Dergisi

112.Sayı

Günümüzde Zorunlu Din Dersi Algılaması

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 112. Sayı
Dünü, Bugünü ve Yarını Açısından DİN EĞİTİMİ -II. BÖLÜM- GÜNÜMÜZDE ZORUNLU DİN DERSİ ALGILAMASI
1982 Anayasası’nın 24. maddesi ilk ve orta dereceli okullarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin zorunlu olduğunu ifade etmektedir. Ancak 1990’da yapılan bir kanun değişikliği ile bu dersin zorunluluğuna bazı istisnalar getirilmiştir. Buna göre İslam dışı dinlere mensup olanlar istedikleri takdirde bu derslere katılmama hakkına sahiptirler. Fakat bu dersten muaf olanlar için alternatif bir din dersi veya zorunlu bir ahlak dersi de öngörülmemektedir. Dolayısıyla Türkiye’de okullarda din dersleri için mutlak bir zorunluluktan bahsetmek mümkün değildir. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi müslümanlar için zorunlu bir derstir. Ayrıca Türkiye’de Azınlıkların Lozan Anlaşmasına göre dini okullarının olduğu da bir gerçektir.
Türkiye’de okullardaki dersin adı ’Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’dir. Yani bir din veya mezhebi doktriner bir şekilde öğretmeyi amaçlayan bir ders değildir. Ancak halkın büyük çoğunluğunun müslüman olması, geleneksel İslam din eğitiminin etkisi gibi sebeplere bağlı olarak öğretim programındaki bazı konuların ve uygulamaların din eğitimine yönelik yapılabildiği de bilinen bir gerçektir. Buradan hareketle özellikle bazı Alevi vatandaşlarımız bu dersten çocuklarını muaf tutma seçenekleri de olmadığından, ’Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ dersinin din ve vicdan özgürlüğüne ters olduğunu iddia edebilmektedir. Ayrıca Din Kültürü derslerinde Alevilikten bahsedilmeyip Sünni İslam’ın benimsetilmeye çalıştığı iddiası ile ebeveynin çocuklarını kendi dini inanç ve felsefesine göre eğitim hakkının ihlal edildiğini savunmaktadır. Bu nedenle İstanbul’da bir Alevi öğrenci velisi konuyu yargıya intikal ettirip Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden muafiyet istemiştir. Mahkemelerin Din Kültürü dersinden muaf tutulması talebini reddetmesi üzerine okullarda din dersinin zorunlu olmaktan çıkarılması isteği 2004 yılında Avrupa İnsan Hakları mahkemesine intikal ettirilmiştir. (Kazım Genç, ’Zorunlu Din Derslerinin Kalkması İçin Verilen Hukuksal Mücadele’, Pir Sultan Abdal Kültür ve Sanat Dergisi, Haziran 2005, ss. 4-42)
MESELENİN TARİHİ BAĞLARI
1982 öncesi din derslerinin okullardaki durumu açısından oldukça zengin bir deneyime sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. 1930-1949 arasında din dersine okul programı içerisinde hiç yer verilmemiş, daha sonra program dışı ve program içi olmak üzere seçmeli ders olarak okul programları içerisinde yer verilmiştir. Ayrıca seçmeli din dersi ve zorunlu ahlak dersinin bir arada olduğu bir dönem de yaşanmıştır. (Halis Ayhan a.g.e.)
1982 öncesi yaşanan bu deneyimler toplum ve fert hayatında sağlıklı, hoşgörü kültürünü önceleyen etkin bir din dersinin verilmediğini göstermiştir. Farklı ideolojik, dini ve felsefi anlayışlara bağlı olarak bazı okullarda din dersine gereken önem verilmemiş ve seçmeli olması sebebiyle yeterli öğretmen istihdamı yapılamaması gibi nedenlerle okullardaki öğrencilerin ihtiyaçları karşılanamamıştır. Tevhidi Tedrisat Kanuna göre devletin tekelinde olan din eğitiminin verimli ve etkin bir şekilde verilmemesinden doğan boşluğu çoğu zaman bilgi ve deneyimi yeterli-yetersiz kişi veya gruplar tarafından doldurmaya çalışmıştır. Bu tablo da dinin sosyal barış ve hoşgörü kültürüne katkı sağlamasından daha ziyade değişik algı sahibi kişi veya kurumlarca din eksenli tartışma ve çatışma ortamının oluşturulmasını kolaylaştırmıştır.
İSTEĞE BAĞLI DİN EĞİTİMİ TARTIŞMALARI
Son zamanlarda kamuoyunda gündeme gelen ve ’isteğe bağlı din eğitimi’ meselesi olarak isimlendirilebilecek öneriyi şöyle özetleyebiliriz:
’Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi ismine uygun şekilde bir kültür dersi olmalıdır. Öğrencileri din değiştirmeye veya belirli bir dini benimsemeye zorlayacak şekilde olmamalı, ’yaşanılan toplumda yaygın olan dini inanç’ ve ’başka dinler’ hakkında bilgilendirme esas alınmalı, bütün dinlere ve mezheplere nesnel yaklaşılmalıdır. Bunu sağlamak için, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin müfredatından din eğitimine yönelik konular çıkarılmalı, bunun yerine din kültürü, ahlak, felsefe ve sanat ağırlıklı konular konulmalı, bütün dinler hakkında temel bilgiler verilmelidir. Bununla birlikte isteğe bağlı finansmanını derse katılan öğrenci velileri veya gönüllü kuruluşların karşılayacağı ve pedagojik formasyonlu din bilgisi öğretmenler tarafından örgün eğitim içerisinde ’isteğe bağlı din dersi’nin verilmesi önerilmektedir.’ (ERG (Eğitim Reform Girişimi), Türkiye’de Din ve Eğitimi: Değişim İhtiyacı, Sabancı Üniversitesi Eğitim Reform Girişimi, İstanbul, 2005, Prof. Dr. Halis Ayhan a.g.e)
DİN EĞİTİMİ VE AVRUPA
Avrupa’daki din eğitiminde devletten çok kiliselerin büyük etkisini görüyor ve Avrupa genelinde din derslerinin okul bitirme ve sınıf geçmede belirleyici olduğunu da biliyoruz. Avrupa’da müfredat ilgili dinlerin temsilcileri tarafından belirleniyor ve öğretmenler de yine bu dine mensup cemaatlerce atanıyor. Devlete yalnızca öğretmenlerin maaşını ödemek kalıyor.
Dünyada ve özellikle de Avrupa’da din eğitiminin gerek ders sayısı gerekse saat miktarı her geçen yıl artmaktadır. Başta Avrupa olmak üzere dünyanın neredeyse tüm ülkesinde din dersi zorunlu. Mesela, ABD’de her beş özel okuldan dördü dinî gruplar tarafından yönetiliyor. Fransa’da özel okulların yüzde 95’i Katolik kilisesine bağlı. Din eğitimi konusu anayasayla ifade olunan Almanya’da kiliseler, okul öncesinden üniversiteye kadar her aşamada eğitime katılıyor ve devlet okullarında da din ve ahlak dersi düzenli olarak okutuluyor. İspanya’daki ilk ve ortaokullarda din dersi almak zorunlu. Danimarka’da ise din dersi ilk, orta ve lise de zorunlu. İsveç ve Norveç’te ise devlet okullarında ilk 9 yıl din dersi zorunlu olarak okutuluyor. Hollanda’da özel okulların üçte ikisini cemaat okulları oluşturuyor. Finlandiya’da öğrenciler din ve ahlak dersinden birini seçmek zorunda.
SEÇMELİ KUR’ÂN-I KERİM VE SİYERİ NEBİ DERSLERİ
Ülkemizde okullara seçmeli Kur’an dersi konulması iki açıdan eleştiriliyor. Biri, devletin din eğitimi işine soyunmasının laikliğe aykırı olduğu iddiası. Diğeri de, bu dersin varlığının seçmeli de olsa bütün çocuklar ve aileleri üzerinde baskı yaratacağı ve "dinsiz" diye suçlanmamak için hemen bütün çocukların dersi almak zorunda kalacağı savı. Açıkçası ben Kur’ân-ı Kerim dersinin okullarda var olmasının laiklik denen kavrama aykırı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü eğer Kur’ân-ı Kerim dersinin varlığı laikliğe aykırı ise yıllardır bu derslerin olmamasının da laikliğe aykırı olmuş olması lazımdı. Çünkü varlığı devletin bir dini inançtan yanı tavır sergilemesi ise, yokluğu da bugün yanında yer aldığını düşünülen dini inancın zıddına yer almaktır. Ben işin bu kısmında değilim çünkü bu konu çok su götürecek asliyete sahip.
Ben asıl meselenin iç yüzüne ya da temenni bölümüne inmek istiyorum. 4+4+4 eğitim sistemi bize istediklerimizi, verebilecek mi bence asıl önemli olan bu?
Mesela; Hafızlık müessesesi 28 Şubat öncesi hale dönebilecek ve yine eskiden olduğu gibi ülkenin her yerinden Hamele-i Kur’an genç nesiller yetişecek mi?
İ.H.L’lerin öğrenci mevcudu artacak, eskiden olduğu gibi ülkemin her üniversitesine iyi derecelerle giren İ.H.L’li gençler olacak mı?
Hafız Doktor’lar, İ.H.L’li valiler, Kur’an Kursu menşeli Hâkimler, Savcılar yetişecek mi?
Yoksa yine eskiden olduğu gibi 4+4+4 eğitim sistemi sadece camilere İmam ve Müezzin, ilahiyatlara öğrenci yetiştirmekle mi avunacak.
Bence asıl en önemli nokta bu. Değilse adı 4+4+4 olmuş 8 yıllık kesintisiz eğitim olmuş hiç önemli değil.
SONUÇ
Sonuçta, okullarda zorunlu din dersi uygulamasının sağlıklı, bilimsel ve ulusal bütünlüğe katkı yönünden diğer seçeneklerden daha başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Bu çerçevede din dersinin varlığı ile ilgili tartışmalardan daha çok dersin niteliği üzerinde durulmalı ve değişen şartlara göre içerik, metot ve pedagojik açılardan yeniden yapılandırılması çoğulcu bir perspektifle tartışılmalıdır. Elbette din derslerinin zorunlu ya da seçmeli olması olmamasına kat kat üstündür. Ama içinin doldurulması ve çağlar ötesi ufukların tahayyülü ile oluşumların sergilenmesi insanlık ve İslam adına daha faydalı olacaktır. Büyük çoğunluğu müslüman olan bir memlekette müslümanları yakından ilgilendiren hususiyetlerin devletin en yetkili mercilerince dillendirilmesi ve bunun toplum nezdinde büyük bir infial uyandırması bilemiyorum sevinilecek mi yoksa üzülünecek bir olay mı? Yani bütün bunların 21. Yüzyılda ve hala korkularak konuşulması...
Ve son söz...
Bugün zahiri anlamda Allah’ın birçok genişliği lutfettiği idarecilerin bu yarayı sarmadan, bu gediği sıvamadan imkanlarını kaybetmeleri bilemiyorum ama kendileri adına en büyük zül olacaktır düşüncesindeyim. Bu korkumdur. Temennim ise bambaşka...
DİPNOT:
1: Medreselerin yetersiz kalması sözüne biz inanmıyoruz. Çünkü biz Osmanlının son dönem medreselerinde yetişip gerek ülke içerisinde ve gerekse de dünyanın değişik yerlerinde iz bırakmış ilim ve arif insanların (mesela Mustafa Sabri Efendi, Zahid Kevseri gibi) varlığını biliyoruz. Peki neden böyle dedik; Mekteplerin açılmasına gerekçe medreselerin yetersiz eğitim verdiği fikri olduğundan bu sözü kullandık.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.