Özlenen Rehber Dergisi

152.Sayı

Ehlibeyt Sevgisi

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 152. Sayı
Varit olan ayet ve hadisler, Ehlibeyt sevgisini tavsiye etmiş, onlara buğzetmekten ve düşmanlık etmekten uzak durmamızı istemiştir.
Allah Azîmüşşân hazretleri şöyle buyuruyor: ’De ki: ’Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, yakınlıkta sevgiden başka bir ücret istemiyorum.’1
Bu ayetteki sevgi ve yakınlıktan kastedilenin ’Ehlibeyt sevgisi’ olduğunu şu rivayetler açıklamaktadır:
İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’(Ey Rasûlüm!) De ki: ’Bu (yaptığım tebliğ görevi)ne karşılık sizden, akrabalıkta sevgiden başka bir ücret istemiyorum.’ (eş-Şûrâ, 42/23) âyeti inince (Sahâbeler): ’Yâ Rasûlallah! Kendilerini sevmek bize vacip olan bu akrabaların kimlerdir?’ dediler. (Rasûlullah): ’Ali, Fâtımâ ve onların iki çocukları (yani Hasan ve Hüseyin)’dir.’ buyurdu.2
Hasan b. Ali (bir defasında) hutbe verdi ve şöyle dedi: ’Beni bilen muhakkak beni bilmiştir. Her kim de beni tanımadıysa; ben Muhammed (s.a.v.)’in oğlu (torunu) Hasan’ım… Ben, Müjdeleyici’nin oğluyum. Ben Uyarıcı (Korkutucu)’nun oğluyum. Ben Nebi’nin oğluyum. Ben, Allah’a, O’nun izniyle davet edicinin oğluyum. Ben, aydınlatıcı kandil’in oğluyum. Ben, âlemlere rahmet olarak gönderilenin oğluyum. Ben, Allah’ın kendilerinden kiri giderdiği ve kendilerini tertemiz yaptığı Ehlibeyt’tenim. Ben, Allah Azze ve Celle’nin sevilmelerini ve dostluklarını, (onlara yardım etmeyi) farz kıldığı Ehlibeyt’tenim. Allah’ın Muhammed (s.a.v.)’e indirdiği (ayet)te: ’(Ey Rasûlüm!) De ki: ’Bu (yaptığım tebliğ görevi)ne karşılık sizden, akrabalıkta sevgiden başka bir ücret istemiyorum.’ (eş-Şûrâ, 42/23) buyurdu.’3
Bir rivayette Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Canım yed(-i kudret)inde olan (Allah’a) yemin olsun ki, bize (yani) Ehl-i Beyt’e buğzeden bir kimseyi Allah mutlaka cehennem (ateşin)e sokar.’4
Bir diğerinde ise ’Bize (yani) Ehlibeyt’e buğzeden münafığın ta kendisidir.’5 buyurmuştur.
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’Muhakkak ki biz (yani) Ensâr topluluğu, münafıkları, Ali b. Ebî Tâlib’e buğzetmeleriyle tanırdık.’6
Ehlibeyt’i sevmenin gerekliliği hakkında yine Rasûlullah (s.a.v.)’den şöyle rivayet edilmektedir:
’Allah’ı, nimetleriyle sizi beslediği için sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehlibeytimi de benim sevgim için sevin.’7
’Bir kul, ben ona kendi nefsinden daha sevgili, ailem ona kendi ailesinden daha sevgili, itratim8 ona kendi itratinden daha sevgili ve zatım ona kendi zatından daha sevgili olmadıkça (kâmil manada) iman etmiş olmaz.’9
’Evlatlarınızı (şu) üç haslet üzere terbiye ediniz: Peygamberinizin sevgisi ve Ehlibeyti’nin sevgisi üzere ve Kur’ân tilaveti üzere.’10
Bir defasında Hz. Abbâs (r.a.), Kureyşlilerin çektirdikleri sıkıntıları ve karşılaştıklarında asık yüz göstermelerini Rasûl-i Ekrem’e şikâyet etmişti. Peygamberimiz (s.a.v.) öyle kızdı ki, yüzü kıpkırmızı oldu ve şöyle buyurdu:
’Canım yed(-i kudret)inde olan (Allah)’a yemin olsun ki; Allah ve Rasûlü için sizi sevmedikçe, bir kimsenin kalbine iman girmez.’11
Bir diğer rivayette şöyle buyrulmuştur: ’Sizi (yani Ehlibeyt’i) Allah için ve bana olan akrabalığınızdan dolayı sevmedikleri müddetçe hayra ulaşamazlar. Selheb –ki Murâd (kabilesin)’den bir mahalledir- şefaatimi ümit eder de onu Abdulmuttalib oğulları ümit etmez mi?’12
Ali b. Ebî Tâlib (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a.v.), Hasan ve Hüseyin’in elinden tuttu ve şöyle buyurdu: ’Kim beni sever ve bu ikisini, onların babalarını ve annelerini de severse, kıyamet günü benim derecemde benimle birliktedir.’13
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Fâtımâ benden bir parçadır. Her kim onu öfkelendirirse, beni öfkelendirmiş olur.’14 ’Onu üzen şey beni üzer ve ona eziyet veren şey bana eziyet verir.’15 ’Benim sebebim16 ve nesebim17 hariç, kıyamet günü her sebep ve nesep kesilir.’18
Rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
’Allah’ın gazabı, itratim (ehlibeytim) hususunda bana eziyet edene karşı şiddetlenmiştir.’19
’Her kim, ömründe kendisi için bereket verilmesini ve Allah’ın kendisini, ona verdiği (nimetlerle) faydalandırmasını isterse bana ehli(beyti)m hususunda güzel halef olsun. Her kim de onlar hakkında bana (kötü) halef olursa işi kesilir ve kıyamet gününde yanıma yüzü kararmış bir halde gelir.’20
’Her kim Abdulmuttalib oğullarından bir kimseye dünyada bir iyilik yapar da, (Abdul)muttalip(oğulların)dan olan (bu kimse) de o kimseye karşılık vermeye gücü yetmezse, kıyamet günü ona (Abdulmuttalipoğlu’ndan) yana karşılığını ben veririm.’21
’Her kim benden bir kıla (yani en ufak parçama) eziyet ederse muhakkak bana eza vermiş olur. Her kim de bana eza verirse muhakkak Allah Tebârake ve Teâlâ’ya eza vermiş olur.’22
’Sırat (köprüsü) üzerinde (ayakları) en sabit olanınız, ehlibeytimi ve ashâbımı en çok seveninizdir.’23
İmam Şâfiî (rh.a.) şöyle der:
’Ey Rasûlullah’ın âl-i beyti! Sizi sevmek,
Allah’tan bir farzdır ki onu Kur’ân’da indirmiştir
Size kıymetin yüceliği olarak şu yeter: Muhakkak ki siz (öyle kimselersiniz ki)
Her kim size salâvat getirmezse, onun namazı yoktur.’24
Allah’ım! Efendimiz Muhammed (s.a.v.)’e, ehline ve ashabına salât ve selam eyle!

Hz Hüseyin’in zulmün karşısında duruşu ve cesareti:
Hz. Hüseyin efendimiz Yezid’e biati reddetti. Kardeşi Muhammed İbnü’l-Hanefiyye’ye:
’Allah’a yemin olsun ki şu dünyada barınacak ve sığınacak hiçbir yer olmasa bile, yine de Yezid’e biat etmem!’ dedi.
Hâlbuki Hz. Hüseyin, şayet Yezid’e biat etseydi, dünyalık, makam-mevki ne isterse Yezid kendisine verecekti. Fakat İmam Hüseyin efendimiz, bütün bunları elinin tersiyle iterek zulmün ve zalimin karşısında, hakkı temsilen, hak uğruna sebatla dikildi. Ve şöyle dedi:
’Biz Rasûlullah (s.a.v.)’in ehlibeytiyiz, risaletin merkeziyiz (yani evimiz peygamber ocağı, meleklerin devamlı inip çıktığı peygamber hanedanı ve O’nun ehliyiz). Allah bizimle açıp, bizimle hitama erdirdi. Yezid ise, haram olan cana kıyan bir adam. Benim gibi bu kadar faziletin sahibi birisi, onun gibi katil birine biat etmez.’
Ölümle tehdit edilince Hz. Hüseyin (r.a.): ’Ölümle mi beni korkutuyorsunuz?’ dedi ve sonra sözüne şöyle devam etti: ’Zillet içerisindeki bir hayat, içinde hayat olmayan bir ölümdür. Yezid ve ordusunun en fazla yapacakları şey, güç yetirecekleri şey, beni öldürmeleridir. Allah yolunda ölüme merhaba. Onlar beni öldürebilirler, fakat hiçbiri benim izzetimi, şerefimi, azmimi ve faziletimi asla yıkamazlar ve silemezler. Muhakkak ki izzet içinde bir ölüm, içerisinde zillet olan bir hayattan hayırlıdır.’ dedi.
Hz. Zeynelabidin (rh.a.), Hüseyin efendimizin yanında, Kerbela’da idi. O zaman 23 yaşında ve çok hasta idi. Erkeklerden kurtulan sadece O oldu.
Zeynelabidin hazretleri, babası Hz. Hüseyin için çok gözyaşı döküyordu. Kendisine niçin bu kadar çok ağladığı sorulunca:
’Beni kınamayın. Yakup peygamber (a.s.), çocuklarından Yusuf’u kaybettiğinde onun ölmediğini bilmediği halde, mücerret kaybolmasından öyle çok ve şiddetle ağladı ki sonunda gözlerine ak indi. Muhakkak ben ise bir gazada Ehlibeyt’ten babam da dahil olmak üzere tam 14 adamın gözümün önünde katledilmelerine, şehit edilmelerine şahit oldum. Siz bu hüznün ve kederin kalbimden gidebileceğini mi zannediyorsunuz?’

Hz. Hüseyin (r.a.)’ın tevazuu
Hz. Hüseyin, tevazu sahibi, seyyid, zahit, vefa ehli, salih ve güzel ahlak sahibi idi.
Bir gün Hz. Hüseyin (r.a.) arkadaşlarıyla, kendisinin bir bahçesine gidiyor. O bahçede ismi Sâfi olan bir kölesi var idi. Hz. Hüseyin (r.a.) bahçeye yaklaşınca uzaktan kölesinin oturup ekmek yediğini gördü, onu rahatsız etmemek için bir hurma ağacının yanına görülmeyecek bir şekilde oturdu. Köle, ekmeği ikiye bölüp, yarısını kendisi yedi, diğer yarısını da bahçeyi koruyan köpeğe verdi. Bu durum Hz. Hüseyin (r.a.)’ın çok hoşuna gitti. Köle yemeği bitirince şöyle dua etti: ’Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. Ey Allah’ım! Beni ve efendimi bağışla. Efendimin ebeveynleri Hz Ali ve Hz Fatıma’yı mübarek eylediğin gibi, Efendim Hüseyin’i de mübarek eyle. Rahmetinle ey merhametlilerin en merhametlisi!’
Dua bitince Hz. Hüseyin gelerek: ’Ey Sâfi!’ diye seslendi. Köle heyecan ve korku içinde kalkarak, ’Benim ve mü’minlerin efendisi, sizi görmedim beni affedin!’ dedi. Hz. Hüseyin: ’Ey Sâfi! Asıl sen bana hakkını helal et, çünkü ben senin bahçene izinsiz girdim!’ dedi. Hâlbuki bahçe de kendisinin, köle de onun kölesiydi. Sâfi: ’Lütfün, cömertliğin ve yüceliğinle böyle diyorsun!’ diyerek tevazuuna hayranlık ifade etti. Hz. Hüseyin: ’Ekmeğin yarısını yiyip diğer yarısını da köpeğe vermenin manası nedir?’ diye sordu. Köle: ’Ben ekmeği yerken, köpek bana bakıyordu, ben de onun bakışından utanarak ekmeğin yarısını bölüp ona verdim. O köpek senin düşmanlarına karşı bahçeyi koruyor, o senin köpeğin, ben de senin kölenim. Dolayısıyla senin bize verdiğin rızkını beraberce yedik.’ dedi. Bunun üzerine Hz Hüseyin ağlayarak kölesine: ’Sen Allah için hürsün, seni azat ettim ve sana gönül hoşnutluğumla iki bin dinar hibe ettim!’ dedi.
Ehlibeyt sevgisi, Kur’ân’ın ve Sünnet’in bize haber verdiği İslamî bir kıymettir. Bizler bu sevgiye Peygamber (s.a.v.)’in haber verdiği ölçülerle sahip çıkmaz isek hem dünyevî hem de uhrevî birçok hayırdan mahrum kalırız. Yukarıda naklettiğimiz hadisler, Ehlibeyt’in eşsiz şeref ve izzetini, müminler için ne ifade etmesi gerektiğini en güzel şekilde Efendimiz (s.a.v.)’in dilinden bize haber vermektedir.
Ümmetin Ehlibeyt hususunda üzerlerine düşen vazifeyi ve ağırlığı Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle haber vermektedir. ’Ey insanlar! Muhakkak ki ben, içinizde öyle bir şey bıraktım ki, ona (sımsıkı) tutunduğunuz takdirde asla dalalete düşmezsiniz: Allah’ın Kitabı ve itratım (yani) Ehl-i Beytim.’25
Yezid b. Hayyân’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ben, Husayn b. Sebre ve Ömer b. Müslim, Zeyd b. Erkam’a gittik. Onun yanına oturduğumuzda Husayn ona dedi ki: ’Ey Zeyd! Muhakkak (sen) çok hayra kavuştun. Rasûlullah (s.a.v.)’i gördün, sözünü işittin, onunla gazaya çıktın ve arkasında namaz kıldın. Ey Zeyd! Muhakkak çok hayra kavuştun. Ey Zeyd! Bize, Rasûlullah (s.a.v.)’den işittiğin şeyleri anlat.’ (Zeyd) dedi ki: ’Ey kardeşimin oğlu! Muhakkak yaşım ilerledi, (aradan çok) zaman geçti ve Rasûlullah (s.a.v.)’den hafızamda tuttuğum şeylerden bazısını unuttum. (Bu nedenle) size anlattıklarımı kabul edin (alın). Anlatmadığım şeyler hakkında ise beni zorlamayın.’ Sonra şöyle dedi: ’Rasûlullah (s.a.v.), birgün Mekke ile Medine arasında ’Hummâ’26 denilen bir suyun yanında hutbe irad etmek üzere aramızda (ayağa) kalktı. Allah’a Hamd ve sena etti. Vaaz etti, hatırlatmada bulundu. Sonra şöyle buyurdu: ’Bundan sonra (derim ki!) dikkat edin ey insanlar! Muhakkak ben bir beşerim. Rabbimin elçisinin gelip de (kendisine) icabet etmekliğim (vefatım) yaklaşıyor. Ve ben içinizde iki ağırlık bırakıyorum. Onlardan birincisi, Allah’ın Kitabı’dır. O’nda hidayet ve nur vardır. Allah’ın Kitabı’nı alın ve ona (sımsıkı) tutunun.’ (Bundan sonra) Allah’ın Kitabı’na teşvik edip O’na rağbet ettirdi. Sonra şöyle buyurdu: ’(Ve diğeri de) Ehlibeytim’dir. Ehlibeytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım! Ehlibeytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım! Ehlibeytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım!’27
Muhammed es-Sabbân, İs’âfu’r-Râğibîn isimli eserinde şöyle der: ’Ehlibeytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım!’ sözünün manası ’Ehlibeytim hususunda sizi Allah’tan sakındırırım.’ demektir.’28
İbn-i Allân, Riyâzü’s-Sâlihîn Şerhi’nde şöyle der: ’Rasûlullah (s.a.v.)’in bu uyarıyı tekrar etmesinin sebebi; vasiyeti tekit etmek ve onların durumlarına özen gösterilmesini istemektir.’29


(Endnotes)
1 eş-Şûrâ, 42/23.
2 Taberânî, Kebîr, c.3, s.39, h.no:2641, Mektebetu’bni Teymiyye, Kahire.
3 Taberânî, Evsat, c.2, s.336, h.no:2155, Dâru’l-Harameyn, Kahire, 1995.
4 İbn-i Hibbân, Sahîh Bi-Tertîbi Belbân, İhbâruhû An Menâkıbi’s-Sahâbe, c.15, s.435, h.no:6978, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1993.
5 Ahmed b. Hanbel, Fedâilu’s-Sahâbe, c.2, s.821, h.no:1126, Dârubni’-Cevzî, Cidde, 1999.
6 Tirmizî, Menâkıb, 21.
7 Tirmizî, Menâkıb, 32.
8 el-İtratu: Bu kelime şu manalarda kullanılmaktadır:
a) Kişinin sulbünden olan çocukları
b) Akrabalar
c) Amcaoğulları
d) Kişinin akrabalarının en has olanları.
Rasûlullah (s.a.v.)’in itratının kim olduğu hakkında ise şu görüşler vardır:
a) Abdulmuttaliboğulları
b) Kureyş
c) Zekât almaları haram olanlar. En meşhur ve maruf görüş ise budur.
9 Taberânî, Evsat, c.6, s.59, h.no:5790, Dâru’l-Harameyn, Kahire, 1995.
10 Ahmed b. Ebî Bekr el-Bûsayrî, İthâfu’l-Hîrati’l-Mehera Bi-Zevâidi’l-Mesânîdi’l-Aşera, el-Kıyâmetu Ve Ehvâluhâ, Bâb:14, c.8, s.185, h.no:7753, Dâru’l-Vatan, Riyad, 1999.
11 Tirmizî, Menâkıb, 29.
12 Taberânî, Kebîr, c.11, s.433, h.no:12228, Mektebetu’bni Teymiyye, Kahire.
13 Tirmizî, Menâkıb, 20.
14 Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe, 12; 29.
15 Buhârî, Nikâh, 109.
16 Sebep: Nikâh veya süt emzirmeye dayalı olan akrabalık bağıdır.
17 Nesep: Kan bağından ve birbirinin sulbünden gelenler arasındaki akrabalık bağıdır.
18 Taberânî, Evsat, c.6, s.357, h.no:6609, Dâru’l-Harameyn, Kahire, 1995.
19 Hindî, Kenzu’l-Ummâl, Fadlu Ehli’l-Beyt, c.12, s.93, h.no:34143’de Müsned-i Firdevs’den nakletmiştir, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1985.
20 Hindî, Kenzu’l-Ummâl, Fadlu Ehli’l-Beyt, c.12, s.99, h.no:34171’de Ebu’ş-Şeyh’in Tefsîri’nden ve Ebû Nuaym’dan nakletmiştir, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1985.
21 Ebû Nuaym el-Esbahânî, Hilyetu’l-Evliyâ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, c.10, s.366, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988.
22 İbn-i Asâkir, Târîhu Medineti Dımeşk, c.54, s.308, h.no:6788, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1997.
23 İbn-i Adiy, el-Kâmilu Fi Duafâi’r-Ricâl, c.7, s.566, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut.
24 Ebû Bekr ed-Dimyâtî, İânetu’t-Tâlibîn, c.1, s.171, Dâru İhyâi’l-Kutubi’l-Arabiyye, Kahire.
25 Tirmizî, Menâkıb, 32.
26 Hummâ: Mekke Medine arasında Cuhfe’de bulunan eski bir kuyudur.
27 Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe, 50.
28 Muhammed es-Sabbân, İs’âfu’r-Râğibîn Fî Sîrati’l-Mustafâ Ve Ehli Beytihi’t-Tâhirîn –Bi-Hâmişi Meşâriki’l-Envâr Fî Fevzi Ehli’l-İ’tibâr, s.82, el-Matbaatu’l-Osmâniyye, h.1307.
29 İbn-i Allân, Delîlu’l-Fâlihîn Li-Turuki Riyâdi’s-Sâlihîn, c.3, s.262, Dâru’l-Kutubi’l-Arabî, Beyrut.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.