Özlenen Rehber Dergisi

141.Sayı

Hz. Hatice (r.anha) - 4.bölüm

Murat GELEGEN Özlenen Rehber Dergisi 141. Sayı

’Selâm O’ndandır’
إنِّي قَدْ رُزِقْتُ بِحُبِّهَا’
’Muhakkak ki ben Hatîce’nin sevgisiyle rızıklandırıldım.’


… Hz. Hatice bütün varlığıyla Efendimiz (a.s) ’i sarmalamış, çölde su bulan kimsenin hali gibi O’nu bir an bile olsun bırakmıyordu. Bu haliyle Efendimiz (a.s)’in kalbinde de eşsiz bir yer ediniyor ve sevgisini de kat kat ziyadeleştiriyordu. Efendimiz (a.s) Risâlet’ten önceki yalnızlığın ve karanlığın sıkıntılarında, sık sık eşine içini açar ve rahatlardı. Hz. Hatice tabiri caizse gözlerinin içine bakar ve her derdine, her isteğine karşılık vermek için tüm gücüyle çalışırdı. Bazı siyer kaynaklarında Hz. Hatice’nin üstünlüğünden bahsederken; bu üstünlük sebebinin sadece ilk iman etmesinden değil, daha Peygamberlik vazifesi gelmeden, sanki Efendisine hizmet eden bir ümmet gibi davranmasındandır derler. Tam anlamıyla daha Risâlet gelmeden, Âlemlerin Efendisine teslim olmuş ve kabul etmişti. Fiiliyatı da bunun en büyük deliliydi.
Gün geçtikçe Hz. Hatice kendisini bu yeni hayata iyice alıştırmış ve yegâne görevi eşinin mutluluğu olmuştu. Bu günlerini hiçbir şeye değişmezdi Annelerin Annesi… Bu ulvî birliktelik çok geçmeden ilk meyvesini de verdi. Evliliklerinden bir süre sonra ilk evlatları (m.596) Kasım dünyaya geldi. Doğduğunda Efendimiz (a.s) 27, Hz. Hatice 42 yaşlarında idi. Ailenin neşe kaynağıydı Kasım. Çok geçmeden (m.600) ikinci çocukları dünyaya geldi. Bir kız çocuğuydu. İsmini Zeynep koydular. Rivayetlerde Zeynep doğmadan az bir zaman önce ilk çocukları Kasım henüz (m.598) vefat etmişti. Allah bir emanetini almış ve bir ferahlığı ihsan etmişti sanki. Zeynep doğduğunda ise Efendimiz (a.s) 30-31, Hz. Hatice ise 45-46 yaşındaydılar. Bunun üzerinden 4 yıl kadar geçmişti ki (m.604) bir kız çocukları daha oldu. Onun ismini de Rukiyye koydular. Efendimiz (a.s)’e risâlet gelmeden hemen önce (m.608) 4. çocukları dünyaya geldi. Bu çocuğa da Ümmü Gülsüm ismini verdiler. Allah Teâlâ sanki yalnız büyüyen bu ebeveynlere sürur üstüne sürur, rahmet üstüne rahmet bahşediyordu. Ümmü Gülsüm’den az bir zaman sonra Risâlet’in geldiği senede (m.609-610) son kız çocukları dünyaya geldi. İsmini Efendimiz (a.s)’in kayın validesi ve Hz. Hatice’nin de annesinin ismi olan Fatıma koydular. Fatıma’dan sonra bir süre çocukları olmadı. Hicretten iki-üç sene önce ise Efendimiz (a.s)’in Hz. Hatice validemizden son çocukları dünyaya geldi. Bir erkekti ve ismini de Abdullah koydular. Fakat Abdullah üç aylıkken vefat etti.
Bununla birlikte ebeveyn olma ve çocuk yetiştirme sorumluluğu, Hz. Hatice validemizin Efendimiz (a.s)’e karşı olan muamelesinde hiçbir şey değiştirmedi. O her zaman eşini çok sevdi, hizmetini aksatmadı ve Efendiler Efendisini mutlu etmek için olağanüstü bir iştiyak ile çalıştı. Özellikle de Efendimizin Risâlet’ine birkaç sene kala, Efendimiz (a.s) sürekli Hîra mağarasında inzivaya çekildiği zamanlarda, eşini sürekli kontrol ederdi. Efendimiz (a.s.) mağarada iken sürekli yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını halleder, ev ve çocuk işlerini Efendimizin önüne geçirmezdi. İlerleyen yaşına rağmen gençlerin gıpta edeceği bir gayret içerisindeydi. Bunca zorluğu Hz. Hatice’ye yaptıran ise hiç kuşkusuz eşine olan eşsiz sevgi ve teslimiyetiydi. Öyle ki bazı kaynaklarda, çocukları vefat ettiğinde üzüntüsünü, Efendimiz’e (a.s.) sarılmış ve: ’Rabbim seni benden almasın. Sen varsın ya benim için dünyanın bütün nimetlerine bedeldir bu.’ diyerek hafifletmişti. Aynı şekilde Efendimiz (a.s.)’e risalet geldikten sonra da eşsiz bir teslimiyet göstermiş ve ilk iman eden bahtiyarlığına erişmişti. Eşini en zor ve sıkıntılı zamanlarında teselli etmiş, bütün insanlar karşısında olduğu zaman O Efendimiz’in yanında bütün heybeti ve varlığıyla dimdik durmuştu. Ömründen feda ederek gösterdiği bu fedakârlık Rabbi katında da karşılıksız kalmamış, dünyada iken Rabbimizin selamını alma bahtiyarlığına erdirmişti. Aynı şekilde sevgili eşinden dünyada ayrılmadığı gibi cennette de beraber olacağının müjdesini almıştı. Bütün bunlar da Hz. Hatice’yi dünya ve ahirette ’Kûbrâ’ yapmıştı.
Bu muhterem hanımefendiye eş olmakla Efendimiz (a.s) de kendini bahtiyar addetmiş ve: ’Şüphesiz ki ben Hatice’nin sevgisiyle rızıklandırıldım…’ diyerek aralarındaki tarifsiz aşk-ı İlahi’yi ifade etmişti. Hanımını öyle severdi ki, vefatından sonra bile Hatice Validemizin arkadaşlarından birine rast gelse ona azami ihtiram gösterir ve ağırlardı. Bunu yaparken de: ’Bu Hatice’min arkadaşlarındandı….’ gibi sözlerle Annemizin, mübarek kalbindeki yerini izhar ederdi.
Annemiz bu şekilde Efendimiz (a.s.)’in hizmetini görürken bedeni de iyice zayıf düştü. Hastalıkları da sıklaşmış ve artık gücünün tükendiğini hisseder olmuştu. Hayatta çektiği zorluklar, genç yaşta iki kere dul kalmak, dokuz çocuk dünyaya getirip bazısını toprağa vermek annemizi yıllar yılı yıprattı. Bi’set’in 10. yılıydı. En son hastalığı annemizi yatağa düşürmüş ve ayrılık acısı yavaş yavaş annemizi ve ailesini sarmıştı. Efendimiz (a.s) ve çocukları Annemizin yanından ayrılmıyorlardı.
Efendimiz (a.s.) az zaman önce kaybettiği amcasının acısını henüz dindirmemişti. Olası ikinci bir ayrılık büsbütün Efendimiz’i (a.s.) yapayalnız bırakacaktı. Bir defasında hasta eşi uyurken yüzünü seyretti. Geçen 25 yılı geçirdi aklından. Kâbe’de karşılaştıklarını… İlk evlilik günlerini… Neşesini… İmanını… Fedakârlıklarını…
Mekke’nin en zenginiyken varını yoğunu İslam için harcaması ve şimdi sıkıntılar içinde olması da Efendimiz’i ayrı bir üzüyordu.
Hatice Annemizi ise bir yanda hastalığının ağırlığı diğer yandan evlatları üzüyordu. Bunların da fevkinde Efendimiz (a.s) tek kalacak ve kendisinden sonra O’nu üzecekler diye yaralı kalbini parçalıyordu. Nasıl sevmişti ki; en zor anında bile Efendiler Efendisini tefekkür ediyor ve endişeleniyordu. Vakit yaklaştıkça Hz. Hatice’nin yüzündeki terler nurdan damlalar gibi oldu. Bir ara Efendimiz (a.s) odasına girdi. Annemiz uyanıktı. Onca acısına rağmen Efendimiz’i görünce yüzünde tebessümler belirdi annemizin. Öyle bir tebessümdü ki sanki ilk günkü ilk görüşü idi beyini. Efendimiz’in bu manzara karşısında gözleri doldu. O kederle Hatice annemize sarıldı. Yüreği parçalanıyor ve ağlıyordu. Annemize hafif bir sesle: ’Benim yüzümden ey Hatice! Bu durum benim yüzümden.’ dedi. Annemiz ise eşini teselli edip: ’Sen üzülme Efendim! Senden bana sadece şeref gelmiştir. Ben seninle şeref buldum. Benim en büyük nimetimsin. Şahit ol ki Allah birdir. Ve sen O’nun Rasûlü’sün...’ dedi.
Nefes alması kesildi. Bu Hanımlar Sultan’ının son cümlesiydi. Efendimiz’in doğumunun 49. Yıl 8. Ay 24. günü idi. vefatı Mekke’de hemen yayıldı. Efendimiz (a.s) kendi eliyle kefenleyip Hacun Kabristanındaki (Cennet el-Muallâ) kabrine kendi yerleştirdi. Efendimiz ve ailesi son derece üzüldüler. Ömrü boyunca eşini hiç unutmadı. İsmini en güzel anlarında hep zikretti. Hz. Hatice’de dünya ve ahirette Habîbullah’ın eşi ve Mü’minlerin annesi oldu. Cennet kadınlarının efendisi oldu.
Rabbim mübarek annemizin ve diğer annelerimizin şefaatlerine nail eylesin. Gayretlerden razı ve hoşnut olsun…
Not:
Kısaca belirtmemiz gereken bir nokta var ki; ara ara yazılan ve insanlar arasına da Hz. Hatice’nin aşkı vs. gibi insanların nefislerini okşayan tabirlerle yayınlanan kitaplar Annemizi tanıtmaktan da öte zarar vermektedir. Çünkü bu yazılarda okur, teslimiyet, fedakârlık, iman vs. gibi örnekler yerine sadece sevgi imajını benimsemekte ve daha da kötüsü harama sürüklenmektedir. Bu tür ifsatlardan kaçınmalı ve bu ulvî şahsiyetlerden hakkıyla istifade için hayatları her yönden ele alınmalıdır. Ve’s-Selâm…











Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.