Özlenen Rehber Dergisi

150.Sayı

İslam Hukukunda Adalet - 2.bölüm

Mehmed DENİZ Özlenen Rehber Dergisi 150. Sayı
Yargıda Adalet
Şa’bî naklediyor: ’Ömer ile Übeyy (b. Kâ’b) (r.anhümâ) arasında bir husumet (anlaşmazlık) oldu. Bunun üzerine Ömer, (Übeyy’e): ’Benimle senin aranda bir kişi(yi hakem) kıl!’ dedi. Bunun üzerine aralarında Zeyd b. Sâbit’i (hakem) kıldılar ve ona vardılar. Ömer (r.a.) (Zeyd’e): ’Aramızda hükmetmen için sana geldik. Zira (hükmetmesi için) hakemin evine gidilir.’ dedi. Yanına girdiklerinde (Zeyd) onu (yani Ömer’i) yanına minderinin ortasına (veya başına) oturttu. Bunun üzerine (Ömer): ’Bu, hükmünde işlediğin ilk haksızlıktır. Beni ve hasmımı (aynı) yere oturt.’ dedi. Nihayet (başlarından geçen) durumu ona anlattılar. Bunun üzerine Zeyd, Übeyy’e: ’Yemin (etmek), Müminlerin Emiri üzerine düşmektedir. (Ancak) şayet istersen onu (bundan) muaf tutarsın!’ dedi. Ömer (r.a.) (haklılığı) üzerine yemin etti. Sonra (Ömer) ona yemin etti (ve): ’Senin yanında benim için hiç kimse üzerinde bir üstünlük olmayıncaya kadar kadılık kapısına ulaşamazsın (bu görevi hakkıyla yerine getirmiş olmazsın).’ dedi.’ (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, Âdâbu’l-Kâdî, 62, c.10, s.243, h.no:20510, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003)
Adalet rehberi Hz. Ömer (r.a.)’in göstermiş olduğu gibi hüküm verirken adil olmak hassas bir konudur.
Hükmü veren insan olduğu için yanlış hüküm verme olasılığı bulunmakla beraber hâkimin yanlış bir hükme varmasını sağlamak da söz konusu olabilir. Hâkimin takdir hakkını ve hükmündeki kanaatini yanıltıcı deliller ileri süren veya mevcut delilleri gizleyenler hakkında Peygamberimiz (s.a.v.):
’Ben ancak bir beşerim. Ve muhakkak ki bana hasım(lar) gelir de, biriniz diğerinden (konuşmasında) daha beliğ (düzgün) olabilir. Ben de muhakkak ki o doğru zannedebilirim ve bununla onun lehine hükmedebilirim. Artık her kimin lehine bir Müslüman’ın (veya gayrimüslimin) hakkını hükmeder (verir)sem, (bilsin ki) o ancak ateşten bir parçadır. Artık (ister) onu alsın veya bıraksın!’ (Buhârî, Mezâlim, 16) buyurmuş, bu konuda Müminleri uyarmıştır.
İslam hukukunda adaletin her alanda bulunması gerekmekte, Müslümanlar arasındaki ihtilaflarda, Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki uyuşmazlıklarda ve gayrimüslimlerin kendi aralarındaki davalarında hâkim adaletle hükmetmek zorundadır. Kısacası suçluyu tedip etmekte keskin kılıç; mazlumu koru­makta şefkatli bir el gibi olmalıdır.

Şahitlikte Adalet
Şahit, bir hadiseye tanık olan ve onu ilgili yerlerde anlatan kişidir. Şahidin olaya tanık olmasına tahammül, ilgili yerde anlatmasına da edâ denir. Şahidin şahadeti, adaletin tecellisine ve hakkın ortaya çıkmasına sebep olduğu için İslâm hukukçuları şahitlerde bulunması gereken bir takım şartlar tespit etmişlerdir. Bu şartlardan bir kısmı doğrudan ayet ve hadise dayanırken, bir kısmı da şahidin doğru söylememe ihtimalini bertaraf etmeye yönelik olmak üzere içtihada dayanır.
İslam hukukunda şahitlerin; akıl ve baliğ olması, hür olması, görür ve konuşabilir olmasının yanında adil olması da şahitlerde bulunması gereken en önemli şartların başında gelmektedir. Çünkü bizzat Allah Teâlâ (c.c.) Müslümanlardan adaletle ve dosdoğru şahitlik yapmalarını istemektedir. Kur’ân-ı Kerim’de:
’İçinizden iki âdil kimseyi şahit tutun. Şahitliği Allah için dosdoğru yapın.’ (et-Talâk, 65/2)
’Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, takvaya en yakın olandır…’ (el-Mâide, 5/8)
buyrularak şahitlikte adalete verilen önem açıkça ortaya konulmaktadır. Adalet, doğruluk, dürüstlük ve güvenilirlik, herkeste aranan bir özellik ise de, adaletin tecellisi ile doğrudan ilgilisi bulunduğu için özellikle şahitlerin bu nitelikleri taşıması gerekmektedir.
Şahitlik, olayların tezahürü ve bir hakkın hem varlığı hem de ispatı için en önemli delildir. Şahidin beyanı ile mallar el değiştirir, insanlar hapse atılıp cezalandırılırlar. Dolayısıyla şahidin yalan yere şahitlik yapmaması ve doğruluktan ayrılmaması gerekir. Yalancı şahitlik, şüphesiz son derece çirkin ve hem uhrevî hem de dünyevi sorumluluğu olan büyük bir günahtır. Kişinin şahit olduğu bir hususta herhangi bir sebeple tanıklıktan kaçması ya da gerçeği olduğu gibi anlatmayıp değiştirmesi, tahrif etmesi, hilâfı vaki beyanda bulunması veya olmamış bir şeyi olmuş gibi göstermesi, kısacası yalan söylemesi mühim hak kayıplarına sebep olduğu için büyük bir vebal ve kul hakkıdır. Bunun yanında gerek eski hukuklarda ve gerekse günümüz hukuk sistemlerinde yalan yere şahitlik yapanlara bir takım yaptırımlar öngörülerek yalancı tanıklığın önüne geçilmeye çalışılmıştır. Âlimler, yalancı şahitler için cezayı sadece ahirete bırakmamışlar, dünyada da bir takım cezalar öngörmüşlerdir. Yalancı şahitlere, yalan yere ettikleri şahitlik yüzünden sebep oldukları maddî zararın tazmininin yanı sıra şahitlik yaptıkları mevzua göre had ve ta’zir gibi farklı cezalar verilir. Misalen;
- Zina davasında yalan yere şahitlik edenlere zina iftirası cezası (hadd-i kazf) uygulanır.
- Zina davası dışında, yalancı şahitlik için kesin olarak belirlenmiş bir ceza yoktur. Şahitler, hâkimin kararından önce yalancı çıkarlarsa kendilerine ta’zir cezası uygulanır. Karar vermesinden sonra yalancı çıkanlara ise, tazminatın yanında ta’zir de uygulanır.
Ta’zirin şekli ve niteliği konusunda farklı görüşler vardır. Ebû Hanife (rh.a.)’e göre ta’zir, onu kendi çarşısına veya mahallesinin mescidine götürüp halka, ’bu yalancı şahittir, ondan sakının’ demek suretiyle teşhirden ibarettir. Ebû Yusuf ve Muhammed (rh.aleyhimâ)’ya göre ise, bunlarla birlikte, kendisine bir kaç değnek vurulması ve hapsedilmesi gerekir. Yalan yere şahitlikte bulunan kişide pişmanlık belirtileri yoksa o takdirde dövülerek cezalandırılması konusunda görüş birliği vardır.1

Ticarette Adalet
Ayetlerde ve hadislerde ticaretle ilgili ölçü ve adalet ilkeleri ile haram ve helal sınırları belirtilmiş, ticaret ahlakıyla ilgili en güzel kaideler konulmuştur. Ticari hayatın en önemli iki unsuru ölçü -tartı ve adalettir. Ticari hayatta ölçü ve tartı, adalet dâhilinde icra bulacağı için doğru sözlü ve dürüst bir tüccar kazanma hırsı ve menfaat olgusuyla değil adaletin ikamesiyle ilgili dini emir ve yasakları gözeterek ticari hayatına önem vermelidir. Kur’ân’ın:
’Ölçtüğünüz zaman ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın.’ (el-İsrâ, 17/35) vb. âyetleri bir tüccara ticarî hayatındaki en önemli emir ve tavsiyeleri içermektedir. Peygamberimizin: ’Doğru (dürüst) ve emin (güvenilir) tacir; peygamberler, sıddîklar ve şehitlerle beraber­dir.’ (Tirmizî, Buyû’, 4) hadisi de doğru ve dürüst tüccara en güzel müjdeyi vermektedir.
Ticarette alıcı ve satıcının yaptıkları muameleden, alış verişten razı olup kalben hoşnut olmaları şarttır. Adalete aykırı ticaret yapmak, hakka riayet etmemek, yalan yere yemin etmek, olmadığı gibi gösterecek şekilde reklam yapmak, müşteri kızıştırmak vb. hususlar ticari hayatı zamanımızda olduğu gibi doğru olamayan bir hale getirir. İslam’ın ticaret ahlakını ve adaletini kendine esas alan her tacir, dürüstlüğü ve güvenilirliği ile insanlara itimat telkin etmelidir. Müşterinin bilgisizliğini, konumunu ve ihtiyaç içerisinde olmasını kullanmamalı, onu aldatmamalıdır. Zira Peygamberimiz (s.a.v.) tacirleri şu şekilde ikaz etmektedir: ’Muhakkak ki tacirler, kıyamet günü fâcirler (yalancı ve günahkâr) olarak diriltilirler. An­cak, Allah’tan korkan, iyilik yapan (itaat ehli), (yemininde ve sözünde) doğru olan kimse (bundan müstesnadır).’ (Tirmizî, Buyû’, 4)
Doğru ve adaletli ticaret yapmak bereket getirir ve Allah’ın rızasına ulaşmayı sağlar. Ölçü ve tartıda hassasiyetle davranmak bizzat Kur’ân’da emredilmektedir. Kur’ân’da Şuayb (a.s.)’ın kavminin ticaretle uğraşıp bolluk içinde yaşarken, Allah’a ve O’nun gönderdiği peygambere karşı gelip ticarette adalet ve dürüstlükten saptıkları için helak olduklarından bahseder. (Bkz., el-A’râf, 7/85/93)
Rabbine karşı sorumluluklarını yerine getirerek, helal kazanç için çalışan ticaret adamının, işinin başında geçirdiği dakikalar dahi ibadet sayılır.

Ailede Adalet
İnsan yaratılışı gereği bir aile ortamında dünyaya gelir ve hayatının önemli bir kısmını yine bu ortamda sürdürür. Hak ve hukukun ilk defa söz konusu olacağı ortam da aile yaşantısında kendisini gösterir. Taraflar arası hak ve hukukun en çok söz konusu olacağı ilişki türü aile olduğundan, aile bireylerinin kendi aralarında merhamet, fedakârlık, diğerini kendi nefsine tercih etme gibi vasıflarla muamele etmeleri esastır. Ancak bunların imkânsız olduğu bir durumda bile, herkesin kendi yetki sorumlulukları nispetinde âdil olması istenmiş, aksi takdirde ilahî adalet karşısında en ağır şekilde hesaba çekileceği bildirilmiştir.
Allah Rasûlü (s.a.v.), hayatı boyunca adaleti esas almış ve bunu; idarede, yargıda, şahitlikte ve ticaret hayatında olduğu gibi aile hayatında da zihinlere yerleştirmiş, ailesine ve emri altındakilere adaletle muamele edenlere Allah tarafından kıyamet gününde büyük mükâfatlar verileceğini bildirmiştir.
İnsanlar, ailesini her türlü tehlikeden korumakla, iki cihan saadetini basiretle sağlamakla, maddi ve manevi menfaatlerini aşırı bir ihtimamla kollamakla yükümlüdür. Aile fertleri arasında ayrım yapmadan, onlara şefkatle muamele etmelidir. Böylece aile içindeki bağların sağlamlığı tesis edilmiş ve daha sağlıklı bir şekilde devam etmesi gerçekleştirilmiş olur. Bu konuda Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) bizler için güzel örnek olacak bir tavrını görüyoruz.
Nu’mân b. Beşîr (r.anhümâ) anlatıyor: ’Babam (Beşîr), bana bir bağışta bulundu. Bunun üzerine (annem) Amra binti Revâha (babama): ’(Ben bu hibeye) Rasûlullah (s.a.v.)’i şahit tutuncaya kadar razı olmam.’ dedi. Bunun üzerine (babam), Rasûlullah (s.a.v.)’e vardı ve: ’Muhakkak ki ben, Amra binti Revâha’dan (olma) oğluma bir bağışta bulundum. Bunun üzerine (Amra) bana seni şahit tutmamı emretti yâ Rasûlallâh!’ dedi. (Rasûlullah): ’(Nu’mân’a verdiğin) bu (bağış) gibi sair çocuk(lar)ına da verdin (mi)?’ buyurdu. (Babam): ’Hayır (vermedim)!’ dedi. (Rasûlullah): ’Şu halde Allah’tan korkun ve çocuklarınız arasında adaletli olun!’ buyurdu. (Nu’mân devamla şöyle) dedi: ’Bunun üzerine (babam, Rasûlullah’ın yanından) dö­ndü ve bağışını geri aldı.’ (Buhârî, Hibe, 13)
Anne baba, çocukları arasında erkek-kız, büyük-küçük vb. ayrımlar yapmamalı, hepsine eşit ve adaletli sevgi göstermelidir. Peygamberimiz (s.a.v.), kız çocuklarına farklı muamele edilmesini, onların dışlanmasını özellikle kınamıştır. Zira kız çocuklarının hor görülmesi cahiliye devrinden kalma çok çirkin bir davranış olup bu durum Efendimiz (s.a.v.) tarafından yasaklanmıştır.
Bir rivayette şöyle buyrulmuştur: ’Bağış hususunda çocuklarınız arasında eşit davranın. Şayet (bağış hususunda) bir kimseyi tercih ed(ip üstün tut)acak olsaydım, mutlaka kadınları erkeklere tercih ederdim.’ (Saîd b. Mansûr, es-Sünen, c.1, s.97, h.no:293, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyyeti, Beyrut)
Ebeveynlerin, erkek ve kız çocuklarına yaratılışlarına uygun muamelede bulunması ve yaşlarını dikkate alarak onlarla iletişim kurması da adaletin gereğidir. Bu hususta onların cinsiyet ve yaş farklılıklarını göz önüne almalıdır. Yoksa çocukların kişiliklerinde ciddi sorunlara yol açabilir.
Peygamberimiz (s.a.v.) torunlarını severken de adaletli seviyordu. Rivayet edildiğine göre bir gece Peygamberimiz (s.a.v)’in küçük torunları Hasan ve Hüseyin su istediler. Peygamberimiz kalkıp bir koyundan süt sağdı ve önce Hasan’a verdi. Bunun üzerine Hz. Fatıma, ’Sanki o (yani Hasan), sana o ikisinin en sevgili olanı?’ dedi. Peygamberimiz: ’Hayır, fakat o, ondan (yani Hüseyin’den) önce su istedi!’ buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.2, s.176, h.no:792, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997)
Aile içinde anne-babaların da hakları vardır. Özellikle yaşlandıklarında bakılması, ihtiyaçlarının giderilmesi, saygı gösterilmesi, ziyaret edilmesi onların çocukları üzerindeki haklarıdır. Bu hakları yerine getirmek de, onlara karşı adaleti gerçekleştirmek anlamına gelir. Onlara karşı vazifelerdeki ihmal ve kusurlar ise zulüm olur.
Sonuç olarak; adaletli bir hayat yaşamamız Allah (c.c.) tarafından emredilmekte ve ayrıca insanlığa rehber olarak göndermiş olduğu Peygamber Efendimiz (s.a.v.) her alanda adaletli yaşantısından en güzel örneklerini bizler için göstermektedir. İdarecinin yönetirken, hâkimin hüküm verirken, aile reisinin aile içi münasebetlerde, ticaret ve bütün alanlarda Müminlerin hakkı gözetmesi ve adaletle muamele etmesi, toplumda barış ve adaletli bir hayat düzeninin sağlanması açısından önemli olduğu gibi Yüce Allah’ın Müslümanlardan istediği bir hayat tarzını yaşamak açısından da önem arz etmektedir.



(Endnotes)
1 Bkz., Yrd. Doç.Dr. Murat ŞEN, Eski Yargılama Hukukumuzda Şahidin Yükümlülükleri ve Başkasından Naklen Şahitlikte Bulunma.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.