Özlenen Rehber Dergisi

150.Sayı

Ahmet Yesevî ve Yeseviyye Yolu - 3.bölüm

Yakup YÜKSEL Özlenen Rehber Dergisi 150. Sayı
V- TARİKAT ÂDÂB VE ERKÂNI, AHKÂMI, MÜRİDİN GÖREVLERİ, TARİKATTA ÖNEM VERİLEN VE GÜZEL GÖRÜLEN HUSUSLAR:

Tarikat âdâb ve erkânı:
1- Şeriata bağlılık ve Peygamber’e tabii olmak.
2- Riyazet ve mücahedeye devam etmek.
3- Halvet yapmak ve zikir meclislerine katılmaya devam etmek.
4- Tevhit zikrine ağırlık vermek.

Tarikat ahkâmı:
1- Marifet-i Hak: Hakk’ı bilmek.
2- Sehâvet-i Mutlak: Mutlak cömertlik.
3- Sıtk-ı Muhakkak: Mutlak doğruluk, sadakat ve ihlas.
4- Yakîn-i Müstağrak: Yakin anlayışında kaybolmak. Aşkla iç içe olmak.
5- Tevekkül-ü Tâm: Tevhitte kemal ile kamil manada tevekkül. Hakk’a güvenmek.
6- Tefekkür-ü Müdâm: Devamlı tefekkür.

Müridin görevleri:
1- Şeyhe biat edip teslim olmak.
2- Şeyhin telkinlerine riayet etmek.
3- Söze sadakat göstermek, ahde riayet etmek.
4- Biatine vefalı olmak, sıkıntılara katlanmak.
5- Tarikat sırlarına sahip olmak.
6- Mal ve canı fedaya hazır olmak.
7- Hizmet ehli olmak.
8- Feraset sahibi, zeki ve uyanık olmak.

Tarikatta önem verilen hususlar:
1- Namazı cemaatle kılmaya özen göstermek.
2- Seher vakitlerini uyanık olarak geçirmek. Zikrullah için bu vakitler seçilmelidir.
3- Devamlı abdestli olma gayreti içinde olmak.
4- Zikr-i Müdâm: Gafletten uzak olmak için zikirde süreklilik.
5- İhsan: İlahi huzurda sürekli bulunulduğu şuuruna sahip olmak.
6- Salihlerle birlikte bulunmak ve onlara ittiba etmek.

Tarikatta güzel görülen hususlar:
1- Misafiri gözetmek ve ağırlamak.
2- Misafire ikramı ganimet bilmek.
3- Misafiri memnun etmeye çalışmak.
4- Şeyhe, din ve ihvan kardeşlerine dua etmek.

VI- TASAVVUF ANLAYIŞI:

1- Çile:
Günlük dilde çile, zorluğa ve sıkıntıya tahammül karşılığı olarak kullanılırken, tasavvuf terminolojisinde ise kırk günlük halvet eğitiminin adıdır.1 Farsça kırk anlamına gelen ’çihil’ kelimesinden alınmıştır. Arapçada ’erbaîn’ olarak kullanılır.2 Zamanla tasavvuf literatürüne ’çile çekmek-çile doldurmak’ olarak girmiştir.3
Tasavvuf tarihinde göze çarpan çile çıkarma şekillerinden biri de Ahmed Yesevî’ye aittir. Ahmed Yesevî altmış üç yaşına gelir gelmez, Hz. Peygamber (s.a.v.) bu yaşta vefatı ile toprak altına intikal ettiği için kendisi de yeraltına gizlenmek istemiştir.4

Altmış üçte nida geldi: Kul yere gir
Hem canımın, cananımın canını ver
Hû kılıcını ele alıp nefsini kır
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm? (Hikmet VII/14)

Ahmed Yesevî bu çilehanede bir rivayete göre yüz yirmi diğer bir rivayete göre de yüz yirmi beş yaşına kadar yani ölünceye kadar kalır.5

2- Halvet:
Kelime anlamı olarak uzlet, inziva, yalnızlık, tek başına yaşamak anlamlarına gelir. Tasavvufta halvet:
a) Herhangi kimsenin bulunmadığı bir halde ve yerde, Hak ile sırren (manen) konuşmak, ruhen sohbet etmek.
b) Masivadan ilgiyi kesip tamamen Allah’a yönelmek ve kendini ibadete vermek anlamlarına gelir.6
Yesevîlikte halvet iki türlüdür:
a) Şeriat halveti: Tüm olumsuzluklardan arınmaktır.
b) Tarikat halveti: Mürşidin kontrol ve rehberliğinde usulüne uygun olumsuzluklardan ayrılıp olumlu ve beğenilen ahlaklara ulaşmaktır.
Ahmed Yesevî’nin tasavvuf anlayışında da halvetin önemli bir yeri ve kendine mahsus bir adabı vardır. Ona göre ’halvet’ kelimesindeki harflerde birçok anlaşılması güç hikmetler vardır. Bunlardan; ’hı’ hâlî’den, ’lâm’ leyl’den, ’vâv’ vuslat’tan, ’te’ hidâyet’ten alınmıştır. Halvet esnasında nefse ve şeytana ait hazlar yanıp mahvolur.7
Yesevî tarikatında halvetin özel bir merasimi vardır. Mürit, mürşidin muvafakati ile bir gün önceden halvete hazırlık olarak oruç tutar. Halvet arifesinde sabah namazından sonra tesbih ve tehlil yapılır. O günün ikindi namazından sonra sûfinin halvete gireceği mekânın kapısı ve bacaları iyice kapatılır ki halvete girecek müridin sulûkü esnasında hava ve soğukluk ona bir zarar vermesin. Sonra mürit, mürşidi tarafından kendisine verilen evrat, istiğfar ve zikirleri çekerek, güneş batıncaya kadar bu şekilde Allah’a yalvararak devam eder. Namazdan sonra yemek için el yıkanır, ibrik ile iftar için sıcak su getirilir. Onunla iftar edilir. Bundan sonra Ahmed Yesevî’nin kerameti ile bitmiş (yeşermiş) olan karadarı’dan halvet çorbası verilir. Ondan sonra harareti teskin için bir küçük karpuz veya bir miktar ayran verilir. Yemekten sonra Kur’ân-ı Kerim’den birkaç sure veya birkaç ayet tilavet olunur. Bundan sonra ayak üzere durup tekbir getirilir. Daha sonra oturulup gece yarısına kadar zikir yapılır. Bu esnada dervişleri cûşa getirmek için Ahmed Yesevî’nin hikmetleri ilahi şeklinde okunur. Bundan sonra başka bir yerde başlar ustura ile tıraş edilir. Gece ve gündüz halvet bu şekilde kırk gün devam eder ve tamam olur.8

3- Zikr-i Erre:
Yesevîyye tarikatının özelliklerinden biri olan ve daha sonraki tarikatlara da geçmiş olan Zikr-i Erre; ’testere zikri’ olarak bilinen zikir şeklidir. Bilindiği gibi zikir tasavvufta önemli bir yer tutar. Genelde Türk mutasavvıflarının özelliklerinden biri de ’zikr-i erre’ adıyla meşhur olan zikir şekline devam etmeleridir.9 Zikrederken hançere, bıçkı sesine benzer sesler çıktığı için bu adı almıştır. Bu zikrin Zekeriyya (a.s.)’dan geldiğine dair rivayetler vardır. Hoca Ahmed Yesevî, Divân’ında bunu teyiT eder:

Has aşkını göster bana şükür edeyim
Bıçkı konsa Zekeriyya gibi zikredeyim (Hikmet XIX/5)

Zikr-i erre’nin başka bir adı da zikr-i minşârî’dir.10 Bu şekilde açıktan zikir yapılması kabul edildiğinden dolayı Yesevîyye tarikatı ’cehriyye’ denilen tarikatlar kategorisindedir.11
4- Aşk:
Tasavvufta rabıta ile başlayan aşk motifli tasavvuf anlayışı Ahmed Yesevî’de de oldukça yoğun olarak görülür. Bilindiği gibi tasavvufta aşk, sûfinin ulaşabileceği en yüksek mertebedir. Kuşeyrî aşkı, aşktan mest olmuş kalbin ebedi isteği, sevgiliyi bütün dostlara tercih etmesi, sevgilinin hakikatinin ortaya konması ve son olarak kalbin, Rabbin bağlanmasını istediği yere bağlanması olarak tanımlar.12
Tasavvuf literatüründeki aşk mefhumu tamamen Kur’an kaynaklıdır. Sonradan ekleme ve ithal bir anlayış değildir.13 ’Müminlerin Allah’ı sevmesi ise daha kuvvetlidir.’14
Kur’an kaynaklı olan aşk kavramı Ahmed Yesevî’de de önemli bir yer tutar. Ona göre ilâhi aşk, varlığın sebebi ve manasıdır. Ahmed Yesevî’ye göre marifet-i Mevlâ, muhabbet-i Mevlâ iledir. Yani Allah’ı tanımak onu sevmeye bağlıdır. Çünkü o:

Aşk olmasa tanımak olmaz Mevlâm seni;
Her ne kılsan, âşık kıl sen perverdigâr (Hikmet XIX/3)

(Bütün mahlûkatı besleyen ve yetiştiren, yaşatan Allah) diyerek Allah’ı tanımanın onu sevmekten geçtiğini açıkça ifade eder. Yine ilâhi aşkın hem can hem de iman olduğunu;

Işksızların hem canı yok hem imanı
Rasullah’ın sözin aydın mâ’nâ kanı (Divan s.30)

mısralarıyla; aşksız kişinin insan bile olamayacağını; hatta şeytanın kavminden olduğunu da şu mısralarla ifade eder:

Işksız kişi Âdem irmez anglasangız
Bi muhabbetsiz şeytan kavmi tınglasangız (Divan s.31)

Başka bir beyitte de aşksız insanı hayvan olarak kabul eder:

Dertsiz insan, insan değil, bunu anla
Aşksız insan, hayvan cinsi, bunu dinle (Hikmet XII/5)

Tasavvuf anlayışında insanın Allah’tan uzak kalmasına sebep olan şey; benlik yönü, nefistir. İnsanın Hakk’a kavuşabilmesi de bu benliğinden sıyrılmasına, onu terbiye etmesine bağlıdır. İşte Ahmed Yesevî’ye göre bu benliği terk edecek tek yol ilâhi aşktır. Bu aşk benliği yok edip, ikiliği ortadan kaldırır:15

Işk, tiğse köydürgüsi cân u tenni
Işk tiğse virân kılar mâ vu menni (Divan s.31)

5- Şeriat-Tarikat-Hakikat:
Şeriat, hürmet; tarikat, hizmet; hakikat, himmettir. Şeriatsız tarikat mubattal, tarikatsız hakikat muattaldır. Şeriat, mürid-i saliki bekler irtidattan (onu korur) ve tarikatını saklar ifsaddan (onu bozmaz).16

Ahmed Yesevî’nin dikkat çekici en önemli yönlerinden birisi de O’nun Kur’an ve Sünnet’e bağlı müteşerri’ (dine bağlı) bir sûfi olmasıdır. Ona göre şeriat tarikattan önce gelir, şeriatsız tarikat olmaz. Şeriat ve tarikat birbirinden ayrı şeyler değildir. Şeriata dayanmayan tarikat anlayışı batıldır:17

Tarikata şeriatsız girenlerin
Şeytan gelip imanını alır imiş (Hikmet XXXII/1)

Ona göre sûfinin hakikate ermesi de yine önce şeriat, sonra tarikatın gereklerini yerine getirmekle ancak mümkün olabilir:18

Tarikatı içlerine edâ kılıp
Hakikatını dergahığa batar dostlar (Divan s.38)

Yine bir hikmetinde şeriat olmadan tarikatın anlaşılamayacağını, tarikatın manasının şeriatla anlaşılabileceğini ifade eder:19

Şeriatını şerayitin bilgen aşık
Tarikatını mânâsını bülür dostar. (Divan s.38)

6- Tevbe:
İslam tasavvufunda sûfinin elde edebileceği ilk makam tevbedir. Tasavvufta tevbe bütün makamların aslı ve özü, bütün hallerin anahtarıdır. Bir bina için arsa, yer nasıl önemli ise makamlar için de tevbe öyledir. Her türlü kötü halden, her türlü iyi hale dönmektir.20
Ahmed Yesevî’de de tevbe ile sûfinin Hakk’a döndüğünü, sûfinin kalbinin nurlanmasının tevbesine bağlı olduğunu zikreder.21

Tevbe kılıp Hakk’a dönen aşıklara
Cennet içinde dört pınarda şerbeti var
Tevbe kılıp Hakk’a dönmeyen gâfillere
Dar lahidde katı azap haşreti var (Hikmet XVII/I)

Tevbe kılan aşıklara nûru erer
Gece gündüz oruçlu olsa, gönlü parlar
Öldüğünde kabre girse, kabri genişler
Kadir Rabbim, İlahım, Rahman, rahmeti var (Hikmet XVII/3)

Allah’ın kulun günahlarını affetmesi için, kulun tevbe etmesi şarttır:

Yüz bin günah işledim ben, bilemedin
Tevbe edip dergahına gelemedim
Himmet kılıp iyi dua alamadım
Günahlardan seni ne diye kurtarıversin (Hikmet XVI/2)

Yukarıdaki hikmetlerden de anlaşıldığı gibi kulların günahlarının bağışlanması, cennete girmesi için öncelikle tevbe etmeleri gerekmektedir. Yesevî, tevbe eden kullara Allah’ın bol bol ikramı ve nimetleri olduğu da şu mısralarla anlatır:

Namaz, oruç, tevbe üzre varanlara
Hak yoluna girip ayak koyanlara
Bu tevbeyle âhirete varanlara
Bağışlanmış kullar ile sohbeti var (Hikmet XVII/5)

7- Semâ:
Tasavvuf terminolojisinde:
a) İlahi dinleme veya makam ve nağme ile okunan dini metinleri dinleme.
b) Dinlenen dini musikinin tesiriyle devran edip, dönme
anlamına gelen22 semâ genel bir tanımla; tarikat müntesiplerinin cezbe haliyle ayakta zikretmeleri yerinde kullanılan bir tabirdir. Zamanla sema denilince, özelde Mevlevilerin yaptığı ayin akla gelmeye başlar. Diğer tarikatlarda da ayakta zikir yapıldığı halde buna sema değil, devran veya zikir adı verilmiştir.23
Tasavvuf literatürüne girmiş olan semâ’ı Ahmed Yesevî’de de görüyoruz. Yesevîlik tarikatının cehri tarikatlardan olması da bunu teyit etmektedir. Ayrıca Ahmed Yesevî, hikmetlerinde semâ’ı ele almış, semâ ile raksı birlikte zikretmiştir.
Buradan semâ ile okunan ilahi veya hikmeti; raks ile de hareket halinde yapılan zikri anlıyoruz. Ahmed Yesevî, semâ ile raksın samimiyet istediğini, gösteriş için yapılan semâ’nın faydadan çok zararlı olacağını söyler.24

Kendinden geçmeden raks ve semâ kılmak hata
Sübhan Rabbim ona kılmaz iman atâ
Tâat kılsa, gönülleri kılmaz safâ
Riya kılıp raks ve semâ kıldı dostlar (Hikmet XXIV/4)

Kendinden geçmeden yapılan raks’ın ıstırap olduğunu ifade eder.

Kendinden geçmeden raks eylese, Allah bîzar
Semâ’dan yer teprenip çeker âzar
Dua kılayım, göstermesin ona didâr
Dinden geçip raks ve semâ kıldı dostlar (Hikmet XXIV/5)

Samimi olarak yapılan semâ ve raks’ın da dünyalık her şeyi unutturacak derecede zevk verdiğini söyler25:

Muhabbetin kadehinden içip raks ederek
Divanelik makamına girdi dostlar
Aç ve tokluk, kazanç, ziyan hiç bilmeyen
Sermest olup raks ve semâ kıldı dostlar (Hikmet XXIV/1)

Yesevî taklit ile semâ yapanların cehennemlik olduklarını söyler. Semâ ve raks’ın ihlâsı gerektirdiğini belirtir. Gerçekten semâ yapanların Hakk’ı bulacaklarını ifade eder.26

Kul Hâce Ahmed, raks ve semâ kılmayanlar
Taklit ile semâ kılsa, cehennemde yanar
Bu riyâzet gizli idi, söylesem onlar
Hakkı bulup raks ve semâ kıldı dostlar (Hikmet XXIV/8)

Ahmed Yesevî, Türkler arasında Tasavvufun yayılmasında öncü olduğu gibi, zikir, semâ, raks gibi tasavvufi anlayışlarıyla da kendinden sonraki tasavvufi akımlara etki etmiştir. Gerçekten Anadolu’da rağbet görmüş Mevlevilik, Rifailik ve Kadirilik gibi tarikatlarda semâ ve cehri zikir esas alınmıştır.27


(Endnotes)
1 Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, s.92.
2 Hasan Kamil YILMAZ, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s.206.
3 Diyanet Dergisi, c.29, sayı:4, s.53.
4 Aynı yer.
5 Kemal ERASLAN, Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.21-440.
6 Süleyman ULUDAĞ, age., s.220; Süleyman ATEŞ, İslam Tasavvufu, s.202, Manevi hastalıkların ilacı dörttür. Bkz., s.119.
7 Fuat KÖPRÜLÜ, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s.103.
8 KÖPRÜLÜ, age., s.104.
9 KÖPRÜLÜ, age., s.105.
10 Diyanet Dergisi, c.29, sayı:4, s.54.
11 KÖPRÜLÜ, age., s.107.
12 ULUDAĞ, Kuşeyri Risalesi, s.495. ULUDAĞ, age., s.59.
13 Diyanet Dergisi, c.29, sayı:4, s.55.
14 el-Bakara, 2/165.
15 Diyanet Dergisi, c.29, sayı:4, s.56.
16 Ahmed Yesevi Sempozyum bil. s.264.
17 Diyanet Dergisi, c.29, sayı:4, s.57.
18 Aynı yer.
19 Aynı yer.
20 Aynı yer s.58; Kuşeyri, s.227; ULUDAĞ, age., s.529; ATEŞ, age., s.158; Kelâbâzi, et-Ta’arruf, s.141.
21 Aynı yer.
22 ULUDAĞ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.461.
23 Diyanet Dergisi, c.29, sayı:4, s.59.
24 Aynı yer.
25 Aynı yer.
26 Aynı yer.
27 Aynı s.74.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.