Özlenen Rehber Dergisi

160.Sayı

Aile Hayatında Geçerli Olan Allah'ın Kanunları Mı Yoksa Sosyal Medyanın İçerikleri Mi?

İsmail KOCABIYIK Özlenen Rehber Dergisi 160. Sayı
İnsanın ve ailenin amacı
Allah (c.c.) bütün insanları kendisine kulluk etsinler diye yaratmış, sorumluluklar yükleyerek kulunda ibadet emarelerini görmek istemiştir. Hak Teâlâ, mü’minden İslam’ın emir ve nehiylerini hayatın her alanında uygulamasını isteyerek, hakiki kulluğun bu şekilde olacağını belirtmiştir. Bu yazımızda özellikle Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’te, ’toplumu ayakta tutan kurum’ olarak nitelendirilen aile yapısı üzerinde durmak istiyoruz.
Öyle ki küreselleşme ve modern hayat, aile huzurunu yok etmeye başladı. Görsel ve sosyal medyayı da arkalarına alarak flörtün, nikâhsız beraberliklerin, boşanmaların normal sayıldığı ve çocukların ebeveynlerinin kontrolünden çıktığı huzursuzluklarla dolu bir aile erozyonu yaşıyoruz. Müslüman ailelere yapılan bu saldırılar bilinçli bir şekilde gerçekleştiriliyor. Bu nedenle toplum ve medeniyetin temel taşı olan aileyi artık bir arada tutmanın imkânsız olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
İslam dini, Kur’an ve Sünnet’in ışığında aile ile toplum arasında dini bir bağ kurmuş ve onu yüksek bir temele oturtmuştur. İslam, toplumu oluşturan aile yapısını kendi başına bırakmamış, bir düzene oturtarak o düzen ölçüsünde gitmesini temin etmiştir. Nikâh müessesinin kurulması, eşlerin birbirlerine olan hakları, çocuklara güzel isim verilmesi, eğitimi, ahlakı vb. düzenlemeler İslâm’ın aileye verdiği önemin sadece bazılarıdır.
Allah (c.c.), Rasûlullah (s.a.v.) efendimiz yoluyla İslam dininin tebliğine ilk etapta kimlerden başlanılacağını, sorumluluğun ilk kimlerde olduğunu ’Önce en yakın akrabanı (Allah’ın azâbıyla) korkut’1 ayetiyle açıklığa kavuşturmuştur. Fakat bugünün Müslümanları olarak Allah ve Rasûlü’nün çizmiş olduğu Ehlisünnet caddesinden o kadar uzaktayız ki –ailenin köküne dinamitlerin yerleştirildiği bu dönemde- Allah’ın emir ve yasaklarını anlatmada kimlerden başlayacağımızı bilemiyoruz. Aile yapısını görsel ve sosyal medyanın virüslü ellerine bırakıyor başka insanların kurtulmasının derdine düşülüyoruz.

İslam’ın sağlam kalelerle inşâ ettiği sarsılmaz aile hayatına nasıl bir saldırı düzenleniyor?
Müslüman şu ayeti kesinlikle unutmamalı: ’Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlarla Yahudiler senden asla razı olmazlar…’2 Medyadan izliyoruz ve görüyoruz, nerede kan ve gözyaşı var orada Müslümanlar yaşamaktadır. İslam düşmanları, Müslümanların hayatlarını ve yaşantılarını batıl ve sapkın inançlarıyla ifsat etmek için ellerinden geleni ardına koymayacaktır. Dolayısıyla ilk saldıracakları kurum ise aile yapısıdır.
Peki, bunu nasıl yaptılar?
Bakınız ’kadın hürriyeti’ adı altında aile yapısının en önemli bireyi olan kadına operasyon yapılıyor. ’Kadın değişirse toplum değişir, İslam’ın yapısıyla korumaya aldığı hayat modeli değişir, geleneksel yapı değişir ve aile hayatının frekansları bozulur’ düşüncesiyle, kadınların fıtratıyla oynanıyor. Aile hayatının yapı taşlarıyla oynamak için de en çok görsel medya kullanılıyor. Televizyon programlarıyla ve özellikle de dizilerle Müslüman aile yapısı erozyona uğratılıyor. Artık günümüz Türkiye’sinde ’Türkiye, ’dizi’ tehdidi altında’ cümlesini çok duyar olduk. Diziler o kadar çoğaldı ki o diziden bu diziye geçer olduk. Dizilerdeki ortak konular ise genellikle aşk, yasak aşk, karşılıksız aşk, aşk üçgeni, şiddet, ihanet, cinayet, sürekli mutsuzluk, huzursuzluk, gözyaşı. Namus ve mahremiyet kavramı artık neredeyse yok denecek kadar az işleniliyor. İslam’ın ve toplum değerleriyle bağdaşmayan ve aldatma anlayışı üzerine kurulan bu diziler, aile yapısını paramparça ederken insanların psikolojisini olumsuz etkiliyor. Uzmanlar, aile bireylerinin dizilerdeki yakışıklı erkekler veya güzel kadınlardan etkilenerek eşini beğenmemeye başladığına dikkat çekiyorlar. Evlilik programlarında da İslam’ın yasakladığı ve aile içinde kalması gereken namahrem yaşanmışlıklar dile getiriliyor ve deşifre ediliyor. Dolayısıyla gençlik; evlenmeden birlikte yaşamak ya da evlilik dışı çocuk sahibi olmak gibi İslam’ın onaylamadığı kötü alışkanlıkları çok normalmiş gibi algılamaya başladı.

Kadınların çalışması özgürlük müdür?
Kadınlar ’ekonomik özgürlük’ adı altında; para kazanmak, ekonomik yönden koca bağımlılığından kurtulma gibi süslü ve içi boş sözlerle evlerinden çıkarılıp ahlakî çöküntüye uğramaları gayretine girildi. Böylece daha bağımsız, daha hür olacak. Hâlbuki Cenâb-ı Hak ezvâc-i tahirata hitaben ve onların nezdinde ümmete şöyle buyuruyor: ’Hem vakarla evinizde durun da daha önceki cahiliye döneminde olduğu gibi süslenip dışarı çıkmayın.’3
İmam Kurtubî bu âyetin tefsiriyle ilgili olarak şöyle diyor: ’Her ne kadar bu âyet-i kerîme Allah Resûlü’nün (s.a.v.) zevcelerini muhatap alsa da mana itibarıyla diğer kadınlar da bu âyetin kapsamına girerler. Kaldı ki burada bütün kadınların kastedildiğine dair bir delil olmasa bile din, hanımların evlerinde kalmalarını emreden ve zaruret olmadıkça dışarı çıkmaktan men eden hükümlerle doludur.’4
Maalesef ki İslam düşmanlarının bu fitne ve fücûr çalışmaları ümmet içerisinde karşılığını bulup, sağlam kalelerle çevrili aile yapısını çökerterek önü alınamaz bir hal almıştır. Bunun sonucunda da ’özgülük yolunda engel’ olarak gördükleri çocuk yapmada büyük oranda azalma meydana gelmiş; Efendimiz (s.a.v.) ise tam aksine çoğalmaya teşvik etmiştir. ’(Kocalarını) çok seven, çok doğurgan kadınla evlenin. Zira ben, (kıyamet günü diğer) ümmetlere karşı çokluğunuzla övüneceğim.’5 hadisi maalesef ki kulak ardı edilmiştir. Aynı şekilde özgürlük zehrini içen ailenin temel taşı kadınlar, eşlerine itaat etme kavramını zül olarak algılamaya başlamış, itaatsizlik hastalığı baş göstermiştir. Hâlbuki rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) efendimiz: ’Herhangi bir kadın, kocası kendisinden memnun/râzı ve hoşnut olarak ölürse cennete girer.’6 Buyurmuştur. Diğer bir hadislerinde ise: ’Kadın beş (vakit namaz)ını kılar, (Ramazan) ayı (oruc)unu tutar, namusunu korur ve kocasına (meşru emirlerinde) itaat ederse ona: ’Cennetin kapılarının hangisinden istersen cennete gir.’ denilir.’7 buyurmuştur. Mü’mine hanımların sosyal medyanın ne dediğine değil Allah ve Rasûlü’nün bu konu hakkında ne hüküm verdiğine bakmalıdırlar.
Ailenin en önemli kilit taşı olan kadın iş hayatına atılınca stresli bir dönencenin içine girer. Bu sadece bir gün sürmez ki rahat etsin. Her gün aynı stres… İş yerinde yaşadığı stresi eve, evde yaşadıklarını işyerine… Bu, insanın tahammül edeceği bir durum değildir. Hele ki yapı gereği nahif olan kadın olursa… Yorgun gelen kadın eşinin ve çocuklarının haklarını tam manasıyla yerine getiremeyince aile yapısının çöküşü hazırlanmış olur. Hâlbuki kadın sükûnet bulunacak mertebededir. ’Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir.’8 Eş ve çocuk maalesef ki bugün bu sükûneti bulamamaktadır. Bu ise ’böyle bir aile yapısı her türlü tehlikelerle karşı karşıyadır’ anlamına gelir. Böyle bir aile çocuklarını yetiştirirken görsel medyanın sunduğu subliminal mesajların etkisinden kurtaramayacaktır. Kreşe veya bakıcıya verilmesi, terbiyenin ihmal edilmesi, yetişme çağındaki çocukların kontrol dışı ilişkilere yönelmesi ve ahlak çöküntüsü vb. durumlar virüs gibi yayılacaktır. İşte Allah (c.c.)’nun aile fıtratına yerleştirdiği görevlerdeki değişiklik, kadının yuva için bir sekînet ortamı hazırlama fonksiyonunu bozmaktadır. Annenin çalışıp da hiçbir aksamanın yaşanmadığı aile ortamı göstermek zordur. Her aile bir bedel ödemekte ve toplumun geleceği bu bedeller üzerine inşa edilmektedir.
İletişim araçları, telefonlar, internet vb. tüm araçlar aile bireylerinin her an haramlarla karşı karşıya kalmalarına neden olmaktadır. Öyle bir toplum içerisinde yaşıyoruz ki haramları örtmek, onların önüne geçmek nerdeyse imkânsız bir hale geldi. Sanki duvarları yıkılan bir barajın sularının bütün kuvvetiyle bir şehrin üzerine gelmesi gibi haramlar da insanlar üzerinde bu etkiyle yaşanıyor. Bundan aile yapısı fazlasıyla nasibi almaktadır. Bu kuvvetli haram seli Müslüman aileyi önüne katıp günah deryasına doğru sürüklemektedir.

Medya, aile bireylerinin arasında düşmanlığı aşılıyor
Aile büyüklerinin çocuklar üzerindeki etkinliği silinmiş durumda. Çocuklardan gelen her şey iyi, anne-babanın her isteği kötü olarak nitelendirilerek aile reisinin çocuklara konuşma hakkı neredeyse elinden alınmıştır. Baba çocuğunu terbiye etmek için bir söz söylese ’baskıcı baba’ yaftası yapıştırılmaktadır. Kız veya erkek çocuk evden kaçmışsa, ’babanın baskılarına dayanamadığı için kaçtı’ temaları işlenmektedir. Ümmete öyle bir sistem getirdiler ki İslâmî değerlerin geri planda kaldığı, haramların açıktan işlendiği, mahremiyetin ayaklar altına alınarak normalleştiği, ar duygularının çatladığı ve Allah ve Rasûlü’nün (s.a.v.) sözlerinin ve kanunların aile hayatının kapısında bekletildiği bir hayat tarzını dayattılar. Ebeveynler çocuklarının yaşantılarına müdahale edemez hale geldi. Bir kız çocuğu, serbest ilişkiler için ailesine kafa tutmuşsa o alkışlanmıştır. Ailenin oluşumunda toplum değerleri ’görücü usulü’ vs. diye sürekli eksi yöndeki propagandalarla mahkûm edilmiş, evlilik öncesi flört yaygınlaştırılmıştır.
İslam düşmanları, mü’minlerin İslamî yaşantılarını ve ahlaklarını bozmak için en kıymetli hazinemiz olan yavrularımızın fıtrat ve ahlaklarını bozmaya başladılar. Özellikle sosyal ve görsel medyayı kullanarak çocuklarımızın gerçek dünya ile iletişim kurmasını gitgide zorlaştırıyorlar. Gözlerimizin içine baka baka İslâmî değerleri çocuklarımızın hayatından çekip alıyorlar. Bir de buna anne-babanın ’Aman canım ne olacak, o daha küçük, zamanla düzelir…’ diyerek umursamazlığı eklenince kendi hâline bırakılan çocuklar, şeytanın ve avenelerinin kucağına iteklenmiş oluyor. Kıyamet günü bu çocuklar anne-babalarından dâvâcı olacaklar ve: ’Annem-babam beni ihmâl etti, iyi bir Müslüman evlâdı olarak yetiştirmedi…’ diye şikâyet edecekler. Rivayet edildiğine göre Efendimiz (s.a.v): ’Hiç bir baba, çocuğ(un)a güzel bir terbiyeden daha üstün bir hediye bağışlamamıştır.’9 buyurmuştur.

Aile büyüklerinin sözlerinin etkisi azaltılıyor
Anne ve babanın çocuklarının üzerinde tesirinin olmadığı, çocukların da anne ve babalarını hiçe saydığı bir dönem… Kendilerine hiçbir fayda vermeyecek kimselerin etkisinin daha çok olduğu, faydasız ve değerden uzak, tamamıyla kişiyi Rabbinin nazarında değersiz kılan, peygamberinin tertemiz yolundan uzaklaştıran ahlakların öne çıktığı, tercih edildiği bir dönem… Ahlaksızlığın güzel ahlaka tercih edildiği bir dönem…

Aile kurumu nasıl korumaya alınabilir?
Allah’ın kanunları çekirdek ailenin içerisinde uygulanırsa sarsılmaz bir kuruma dönüşecektir. İstikameti Allah Rasûlü’nün istikameti olan bir yapının varacağı menzil Allah kapısı olacaktır. Aile reisi, toplumun mihenk taşı olan aile kurumunu Efendimiz (s.a.v.)’in tavsiyeleriyle bina ederse her türlü tehlikeden korumuş olacaktır. Rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şu tavsiyede bulunmuştur: ’Evlatlarınızı (şu) üç haslet üzere terbiye ediniz: Peygamberinizin sevgisi ve Ehlibeyti’nin sevgisi üzere ve Kur’ân tilaveti üzere.’10
Efendimiz’in (s.a.v.) bu tavsiyeleri, zifiri karanlıkta yolculuğa çıkan bir kimseye yolunu aydınlatacak bir lamba verilerek onu yanlış ve zararlı yollardan korumak gibidir. Her anne ve baba, çocuğuna karşı sorumluluğunu bu istikamet üzere anlamalıdır.
Allah (c.c.), genciyle yaşlısıyla bütün insanları kurtuluşa davet ederken Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e itaati emretmiştir. Günahlar içerisinde boğulan, itikaden, amelen ve ahlaken zillete, ümitsizliğe ve hüsrana düşmüş aile kurumunun yegâne kurtuluş reçetesi, hayat kaynağı ’Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun.’11 emr-i ilahisine boyun eğmektir. İşte bu itaati kalplerinde yaşayan aile bireyleri bütün hastalıkların çaresini bulmuş olacaktır.
Kur’ân ve Sünnet’te yer alan emir ve nehiyler, istisnasız aile bireylerinin hayatının her alanına hitap eder. Daima bu caddede yürürlerse hem dünya hem ahiret saadetine ulaşırlar. Fakat bugün ailelerin, dinin emirlerini yaşantılarının bir bölümüne hasrettiklerine şahit oluyoruz. Camide Müslüman’ca hareket ederken, düğünlerinde İslâm’ın izi görülmüyor. Toplantılarında çok rahat bir şekilde dinin emirlerini çiğneyip, yasaklarını alenen işleyebiliyorlar. Hoşuna gitmediğinde, nefsine ağır geldiğinde dinin emrini kolaylıkla terk edip nefsinin arzusu istikametinde hareket edebiliyorlar. Çocuklarının giyim kuşamları Allah’ın hoşnut olmayacağı bir tarz içerisindeyken; ’Zamanımız böyle. Herkes böyle giyiyor. Ne yapayım güç yetiremiyorum’ diyerek Allah’ın hatırı değil kulların hatırı öne çekiliyor. Hâlbuki dünyevi ve uhrevi bütün işlerimizde öncelikle ahiret saadetini temin edecek şekilde tercih yapmak kulluğun esası ve mutluluğun kaynağıdır. Bu istikameti muhafaza etmek her kulun asli vazifesidir. Bütün aile bireyleri ’Her biriniz birer çobandır ve tebaasından sorumludur… Erkek ev halkı üzerinde bir çobandır ve o da onlardan sorumludur. Kadın da kocasının evi ve çocuğu üzerinde bir çobandır; o da onlardan sorumludur… Dikkat edin! Hepiniz çobansınız ve her biriniz tebaasından sorumludur.’12 hadisi mucibince hareket ederse ümmet ifsat olmaz. Zira Allah (c.c.) aile bireylerine: ’Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…’13 diye hitap ederek bu işin çok ciddi olduğunu açıklamıştır. Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer bu ayetle ilgili olarak: ’Yâ Rasûlallah! Nefislerimizi koruruz fakat ailemizi nasıl koruyabiliriz?’ demişti. Allah Rasûlü şöyle buyurdu: ’Allah’ın sizi nehyettiği şeylerden onları nehyeder ve Allah’ın size emrettiği şeyleri onlara emrederseniz.’14
Dolayısıyla aile yaşantısı, Allah ve Rasûlü’nün emrine boyun eğmeli, razı olmalı, sıkıntı duymaksızın itaat etmelidir. Allah Azîmü’ş-şân (c.c.) bu hususta şöyle buyurur: ’Hayır! Rabbine yemin olsun ki onlar, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da senin verdiğin hükümden dolayı nefislerinde hiç bir sıkıntı bulmadıkça ve tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.’15
Sonuç olarak şunu diyoruz ki; aile hayatında geçerli olan Allah’ın kanunları mı yoksa bize dayatılan ve görsel ve sosyal medyanın içerikleri mi? Allah’ın ve Rasûlü’nün hatırı mı yoksa kulların hatırı mı? Geçici dünyanın zevkleri mi yoksa ebedî âlem mi? Hala nefes alıyorken kendimizi ve ailemizi tehlikelerden koruyalım.

(Endnotes)
1 eş-Şuarâ, 26/214.
2 el-Bakara, 2/120.
3 el-Ahzâb, 33/33.
4 Kurtûbî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, 17/141.
5 Ebû Dâvûd, Nikâh, 4; Nesâî, Nikâh, 11.
6 Tirmizî, Radâ’, 10; İbn-i Mâce, Nikâh, 4.
7 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, s.199, h.no:1661, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1997.
8 er-Rûm, 30/21.
9 Tirmizî, el-Birru Ve’s-Sıla, 33.
10 Ahmed b. Ebî Bekr el-Bûsayrî, İthâfu’l-Hîrati’l-Mehera Bi-Zevâidi’l-Mesânîdi’l-Aşera, el-Kıyâmetu Ve Ehvâluhâ, Bâb:14, c.8, s.185, h.no:7753, Dâru’l-Vatan, Riyad, 1999.
11 el-Enfâl, 8/24.
12 Buhârî, Itk, 17.
13 et-Tahrîm, 66/6.
14 Kurtubî, el-Câmiu Li-Ahkâmi’l-Kur’ân, c.18, s.195, Dâru Alemi’l-Kutub, Riyad, 2003.
15 en-Nisâ, 4/65.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.