Özlenen Rehber Dergisi

162.Sayı

Akrabalık Bağları Kopuk Bir Toplum

Sıla-ı rahim; akraba ve yakınları ziyaret etme, hallerini ve hatırlarını sorma, gönüllerini alma anlamındadır.1 Sosyal hayatta dikkat edilmesi gereken ilişkilerin başında sılâ-i rahim/akraba ilişkileri gelmektedir. Kur’ân-ı Kerim ve hadisler incelendiğinde akrabalık bağlarının, karşılıklı ziyaret, haberleşme, maddi ve manevi yardımlaşma gibi çeşitli yollarla korunması ve güçlendirilmesi üzerinde hassasiyetle durulduğu görülmektedir. Bir toplumun, özellikle de İslam toplumunun sağlam ve metîn bir şekilde ayakta kalabilmesi, akrabalarla kurulan bağların kuvvetli olmasıyla doğru orantılıdır. Zira gerek âyetlerde, gerek hadislerde, namaz, zekât gibi farz ibadetlerden hemen sonra zikredilmesi, sıla-i rahmi vasletmenin önemini gösterir. İşte Allah (c.c.) ayetinde sıla-i rahim hakkında şöyle buyurmuştur:

’Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir.’2 Rasûlullah (s.a.v.) de: ’Akrabalık bağı Arş-ı âlâ’ya tutunarak şöyle demiştir: Beni koruyup gözeteni, Allah koruyup gözetsin. Benimle ilgisini kesenden Allah rahmetini kessin.’3 buyurmuştur. Başka bir hadiste akrabalık bağını kuvvetli tutmanın rızkı artırdığını Efendimiz (s.a.v.) şöyle ifade etmiştir: ’Her kimi, rızkının kendisi için genişletilmesi veya ecelinin kendisi için geciktirilmesi sevindirirse akrabasına sıla(-i rahim)de bulunsun, (ilgilensin, iyilikte bulunsun).’4 Allah ve Rasûlü mü’minleri uyararak vahdet içerisinde olmalarını, ayrılığa ve yalnızlığa sürüklenmemelerini her alanda istemiş, bağları kopuk bir ümmetin tefrikalar ve zayıflıklar içerisinde hayat süreceğini dile getirmiştir.

İmam Nevevî (rh.a.) buyurdu ki: ’Sıla-i rahm yapanın kolay ve zor durumuna göre derece derecedir. En aşağı derecesi, bir kelam ve selam ile de olsa, akrabasından alakayı kesmemektir. İmkânı olduğu halde, bunları terk edene vâsıl, sıla yapmış denmez.’5

Kadı İyâz der ki: ’Hiç kuşkusuz, akrabalık bağı, farzdır. Bu bağı koparmak, büyük gü­nahtır. Bununla birlikte akrabalık bağının dereceleri vardır. En alt derecesi, selamı ve konuş­mayı terk etmemektir. Bu bağın ölçüsü; selam vermek bile olsa, konuşmaktır. Akrabalık bağının kimlere farz olduğu, yapabilme ve ihtiyacın durumuna göre farklılık gösterir. Dolayısıyla akrabalık bağı; bazılarına göre, farz ve bazılarına göre ise müstehaptır. Buna göre sıla-i rah­min bir kısmı meydana gelse, fakat akrabalık bağının maksadı oluşmamış olsa, buna, akraba­lık bağını kesmek denilmez.’

Akrabalık ilişkileri kopuk bir gençlik
Şurası bir gerçek ki, bizler gittikçe kalabalıklar içinde yalnızlaşıyor, sahipsizleşiyoruz. Gerek akrabalarımız gerek diğer insanlarla ilişkilerimiz zayıflıyor. Modernleşen toplumsal yapıda her geçen gün mobil iletişim araçları ve bilgisayarlar vasıtasıyla insanların birbirine daha yakın olması gerekirken tam tersine toplum birbirinden daha da uzaklaşıyor, çokluk içerisinde yalnızlığı yaşıyor. İletişim çağında iletişimsizliği yaşıyoruz. Kendimizin dışındaki insanları ve onların problemlerini günden güne umursamaz oluyoruz. Huzuru, sevinci, üzüntüyü, varlığı, yokluğu sadece teknolojide bulmaya doğru hızla ilerliyoruz. Akrabaların buluştuğu ve aile ortamlarında söz sahibi bilgili ve büyüklerin yerine sadece teknoloji almaya başladı. Dolayısıyla yeni nesil, amca, hala, dede, nine, teyze, dayı gibi kavramları unutmuş, sosyal ortamda tabir yerindeyse ’sıla-i sosyal medya’ yani gençlerin amcası da halası da vs. sosyal ortam olmuştur. Aile büyükleri bunlardan dolayı genç bireyle iletişim kuramamakta ve yalnızlaşmaktadır. Ev meclislerinde genç nesil sadece cep telefonu ve sosyal medyanın çılgınlığına dalmaktadır. Sıcak, samimi sohbetler ve yaşanmışlıklar gölgede kalma mahkûmiyetinden kurtulamamaktadır.
Bunun sonucu olarak yalnızlaşan toplum, dertleriyle ve sorunlarıyla baş başa kalıp bunalımlara ve daha kötülerini yaşamaya başlamaktadır. Oysa problemler, üzüntüler paylaştıkça hafifler, aynı şekilde sevinçler de paylaşıldıkça daha bir anlam kazanır.
Akrabalık ilişkilerinin bu derece vahim bir kopuş yaşamasına götüren etkenler neler olabilir?
Öncelikle çağın getirdiği sosyal ve ekonomik sorunlar, sıkıntılar insanların yalnızlaşmasında en büyük etken olma olasılığına sahiptir. Zira kişiler bu sebeplerden dolayı kendilerini korumak adına en yakınları başta olmak üzere insanlara güven eksikliği duymaya başlamışlardır. Bu da insanların zamanla aidiyet duygularının eksilmesine, yakınlarına karşı güvenin azalmasına ve bunun sonucu olarak da onları içe kapanmaya zorlamaktadır. Eğer bu durum ilerlerse kişilerde maneviyat kaybına ve hatta çok vahim psikolojik sorunlara da yol açabilir.

Mümin ve sıla-i rahim
Mü’min, daima Kur’ân-ı Kerim’e ve Sünnet-i Seniyye’ye tabii olmalıdır. Her işinde önünde daima Allah’ın ve Rasûlü’nün emrettikleri vardır. Müminin vasfı budur. Allah Teâlâ iman edenlerin vasıflarını sıralarken sıla-i rahimde bulunan kullarını şöyle medh etmektedir: ’Onlar ki, Allâh’ın riâyet edilmesini emrettiği şeye riâyet ederler (sıla-i rahimde bulunurlar), Rablerinden korkarlar ve (bilhassa) hesâbın kötü olmasından endişe ederler.’6

Kendisinde bütün güzel ahlâkın cem olduğu Rasûlullah efendimizden sıla-i rahim örneği
Üsve-i hasene (örnek bir karakter, örnek bir şahsiyet)7 olarak vasfedilen ve vefa konusunda zirve yapmış Rasûlullah (s.a.v.) efendimiz çocukken kendisine bakan, emek veren amcası Ebû Tâlib’in eşi Fatıma binti Esed (r.anhâ)’yı hiçbir zaman unutmadı. Bazen onun evine gider, kuşluk vakti uykusunu orada uyurdu. Fatıma binti Esed (r.anhâ) vefat ettiğinde ise gözyaşlarını tutamadı. Niçin ağladığını soranlara; ’Bugün annem vefat etti’ buyurdu. Mübarek gömleğinin kefen olarak ona giydirilmesini isterken, ’Ebu Talip’ten sonra bu kadın kadar bana iyiliği dokunan kimse olmadı’ buyurdu.8
Amcasının oğlu Cafer (r.a.) Mûte Savaşı’nda şehit olunca Efendimiz (s.a.v.) onun evine gitti. Çocuklarını aldı, bağrına bastı ve bakımlarını üstlendi. Üç gün boyunca ailesini evinde misafir edip onları teselli etti.
Onun eşsiz vefasının küçük bir numunesi, kendisini emzirmiş olan Hz. Halime’ye karşı iyiliklerinde çok net görülürdü. Peygamberimiz sütannesine karşı yıllar sonra bile büyük bir minnettarlık beslemiş, onu gördüğü zaman ’Anneciğim!’ diyerek, hürmet ve muhabbetle muamele etmiştir. Efendimiz (s.a.v.) kendisini ziyarete gelen sütannesini güler yüzle karşılamıştır.
Efendimiz (s.a.v.)’in yakınlarına olan vefa ve merhametinin bir örneği de sütkardeşi Şeyma Hatun’a gösterdiği yakınlıktır. Hicretten sekiz yıl sonra yapılan Huneyn Savaşı’nda Şeyma Hatun esir düşer. Onu fark eden Efendimiz’in gözleri dolar, sütkardeşine şefkatle hoş geldin diyerek oturması için mübarek cüppesini yere serer. Daha sonra sütannesini ve babasını sorar. İkisinin de vefat ettiğini öğrenince Şeyma Hatun’a; ’İstersen sevgi ve saygıyla yanımda kal, istersen yararlanacağın mallar verip seni kavmine göndereyim’ buyurur. Şeyma Hatun da bu şefkatli muamele neticesinde İslam ile şereflenerek Peygamber’in yanından ayrılıp memleketine döner.

Rasûlullah (s.a.v.) efendimiz sılâ-i Rahim’in nasıl yapılması gerektiğini hayatı şahanelerinde göstermiştir. İslam toplumuna düşen de nebevî metoda sımsıkı sarılıp felâha, kurtuluşa ermektir.

Akrabalarla Bağların Kopmasının Zararları
Bugün gelinen noktada, çağın alışkanlıkları, şuurumuza, inancımıza gâlip geliyor da farkında olmadan şuurumuza zıt olana, Allah ve Rasûlü’nün emrettiğinin gayrısına, aykırı olana sapıyoruz. Sistem, insanları ’ben kimseye muhtaç değilim, nasılsa her şeye ulaşmam mümkün. Akrabaların sıkıntılarıyla uğraşamam’ gibi bencilce, bir o kadar da zehirli sözlerin ve yaşantının içine sokup, eş-dost, akraba gibi bağları kopartıp, sırtını dönerek yalnızlaşmaya itekliyor, zorluyor. Öyle ki en ufak tartışmada akraba bağları bir çırpıda kopartılıp atılıyor. Kimsenin bırakın başkalarına tahammül etmeyi, anne-baba, kardeş, eş-dost vb. akrabalarına dahi tahammülü olmuyor. İşte maalesef insanlar modern hayatın getirdiği şartlar ve stresler hasebiyle birbirlerini incitmede, kırmada ve üzmede fevrî davranabiliyorlar. Bu durumda nebevî metoda sığınıp bağışlama ve affetme yolunu seçip Allah ve Rasûlü’nün razı olacağı sıla-i rahim bağını kopartmamak gerekir. Allah’ın emirlerinden olan, ancak televizyon ve teknolojinin etkisiyle gittikçe unutulmaya yüz tutan sıla-i rahim geleneği yeniden canlandırılmazsa ümmetin gençliği boşluğa düşer, sahipsiz kalır. Tecrübe ve terbiyeden uzak kalan bireyler en ufak sarsıntıda yıkılmaya, yok olmaya mahkûmdur.

İşte akrabalarıyla bağını keserek onlarla ilgilenmeyen kişiler de şöyle ikaz ve tehdit edilmişlerdir: ’Onlar, Allah’a söz verdikten sonra verdikleri sözü bozarlar, Allâh’ın gözetilmesini emrettiği kimselerle alakayı keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte onlar, lanete uğramışlardır; cehennem de onlar içindir.’9
Bu mevzûda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Ahirette kendisi için beklet(ip hazırla)dığının yanı sıra sahibi için zulüm ve rahmi kesmek (sıla-i rahim yapmamak) kadar, Allah Teâlâ’nın cezayı dünyada peşinen (ahireti beklemeden) göndermesine daha layık olan hiç bir günah yoktur.’10
Efendimiz (s.a.v.) akraba bağlarının hangi durumda olursa olsun kesilmemesi/sekteye uğratılmaması gerektiğini nasıl açıklıyor? Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; muhakkak ki bir adam: ’Yâ Rasûlallâh! Muhakkak ki benim akrabalarım var! Ben onlara sıla(-i rahim) yapıyorum, (fakat) onlar beni(mle alakayı) kesiyorlar! Ben onlara iyilik ediyorum; onlar bana kötülük ediyorlar! Ben onlara yumuşak davranıyorum; onlar bana karşı cahillik ediyorlar!’ dedi. Bunun üzerine (Rasûlullah): ’Eğer dediğin gibi isen, sanki onlara sıcak kül yediriyor gibisin! Sen bu hal üzere devam ettikçe Allah (tarafın)dan onlara karşı seninle daima bir yardımcı bulunmaya devam edecektir.’ buyurdu.11
Bu hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki, bir insan akrabalarına iyilik ve ihsanda bulunmasına karşılık, onlardan eziyet ve fenalık görürse, bunlara tahammül ederek yine onlardan ilgiyi kesmez ve gereken yakınlığı gösterirse, Allah Teâlâ ona yardımcı olur, eziyetlerini kaldırır. Allah’ın yardımcı olması da kâfidir. Bunun için ufak-tefek hadise ve sözler sebebiyle hiç bir zaman akrabalık bağları zedelenmemeli, icap eden iyiliği yapmaktan kaçınmamalıdır.12
Hz. Âişe (r.anhâ) Validemiz, rüyasında kıyametin koptuğunu, hesap ve mizanın kurulduğunu ve tanıdığı bir kadının amellerinin Uhud dağı kadar ağır geldiğini görüyor. Ertesi gün o kadını çağırıyor, ona rüyasını anlatıyor ve bu dereceyi kazanmak için ne gibi ameller yaptığını soruyor. Kadın evvela söylemek istemiyor. Hz. Âişe validemiz ısrar edince şöyle sıralıyor:
Mahremlerimden (yakınlarımdan) başka hiç kimseye kendimi asla göstermem. Bugün ise maalesef İslam’ın kadını kendisini haram olan kişilere sergilemek için yarış haline girmiştir.
Verecek bir şeyim varsa, saili (dilenciyi) asla boş çevirmem.
Tek başıma asla yemek yemem. Günümüzde tam tersi bir istikamette gidiliyor. Bir eve neredeyse misafir girmiyor.
Ezandan evvel mutlaka abdest alıp namaza hazır olurum.
Müezzin ezan okurken, ben de onunla beraber ezanı tekrarlarım.
İstişaresiz asla iş yapmam.
Akrabamdan biri benle alakayı koparırsa onu unutmam, mutlaka ziyaretine giderim. Hz. Âişe Validemiz: ’İşte bu amellerin için Mizan(da amelleri)nin Uhud dağı kadar ağır geldiğini gördüm’ diye ona müjdeledi.13

Akrabalık İlişkilerini Güçlendirmede Nebevî Metotlar
Haberlerde artık ’anne-babasını döven genç’ gibi olaylara şahit olduğumuz bir ortam yaşanıyor. Hâlbuki Allah (c.c.) anne-babanın bir toplum için ne kadar değerli ve önemli olduğunu şöyle bildiriyor: ’Eğer onlardan biri veya her ikisi, senin yanında ihtiyarlığa erişirse, sakın onlara ’öf!’ bile deme! Onları azarlama ve onlara güzel söz söyle!’14, ’Biz insana, anne babasına en güzel bir biçimde davranmasını emrettik...’15
Ebû Hureyre (r.a.) rivayet ettiğine göre: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün! Sahâbel-i Kirâm: Ya Rasûlallah! Kimin? Dediler. Efendimiz (s.a.v) de: ’Ana babasına, ikisinden birine yahut her ikisine birden ihtiyarlık zamanlarına yetişip de cennete giremeyen kimsenin.’16
Bu kadar ikazlara rağmen toplumda bu gibi hadiseler maalesef gitgide artmaya başladı. Bütün kavramların nasıl içi boşaltılmışsa sılâ-i rahmin de içi böyle boşaltıldı. Şunu unutmamak gerekir ki, bu ümmeti özellikle de gençlerimizi ayakta tutacak, güçlü, geleceğe eminle adımlarla yürümelerini sağlayacak en büyük haslet aile bağlarını güçlü tutmaktır. İslam düşmanları ve Yahudiler bunun farkına vardılar, aile yapısını bozacak oyun ve tuzakları İslam toplumundan hiç eksik etmediler, etmiyorlar da. ’Böl ve parçala’ taktiğini her alanda uygulayan bu yok edici zihniyet aile fertleri için de aynı sistemi kullanmaktadırlar. Çünkü… ’Onlar (Yahûdiler, Hıristiyanlar) size fesat çıkarmakta kusûr etmezler. (Her zaman İslam toplumunun) sıkıntıya düşmenizi istediler. Doğrusu kinleri (Yahudilerin, İslam düşmanlarının) ağızlarından taşmıştır (hep aleyhinizde konuşurlar). Sinelerinin gizlediği (kin ve düşmanlık) ise daha büyüktür. Eğer akıl erdirirseniz, doğrusu âyetlerimizi size iyice açıkladık.’17
Anne-babalar, aile bireyleri! Geleceğimiz olan çocuklarınıza akrabalık bağlarının ne kadar değerli ve önemli olduğunu kesinlikle anlatmalısınız.
Aynı şekilde ilim sahibi hocalarımız! Vaaz ve hutbelerde anne-baba, amca-hala, dayı-teyze, dede-nine gibi kavramların dinimizde önemini tekrar tekrar işleyiniz.
Özellikle siz gençler! Akrabalarınızla iletişime geçin. Onların hâl ve hatırlarını sorun. İmkân dâhilinde ziyaretlerinde bulunun. Size nasıl davranırlarsa davransınlar üzülmeyin, alınmayın ve asla kırılmayın. Sizler adım attıkça onların da bağları kuvvetleştirmek için çaba sarf ettiğine şahit olacaksınız. Böyle yaparak İslam toplumunun içerisine fesat ekmek isteyenlere karşı vahdet içerisinde birbirimize kenetlenerek, bağlarımızı sağlamlaştırarak karşılık verelim. Allah ve Rasûlü’nün emir ve nehiylerini rehber edindiğimiz müddetçe hiçbir güç ümmeti yıkmaya, tefrika çıkartmaya güç yetiremeyecektir.

(Endnotes)
1 Şâmil İslam Ansiklopedisi.
2 en-Nisâ, 4/1.
3 Müslim, el-Bir Ve’s-Sıla Ve’l-Âdâb, 6..
4 Buhârî, Buyû’, 13.
5 Şir’atü’l-İslâm, 476-477.
6 er-Raʻd, 13/21.
7 Bkz., el-Ahzâb, 33/21.
8 Taberânî, Evsat, Dâru’l-Harameyn, Kahire 1995, h.no:6935, c. VII, s. 87.
9 er-Raʻd, 13/25.
10 Ebû Dâvûd, Edeb, 51.
11 Müslim, el-Bir Ve’s-Sıla Ve’l-Âdâb, 6.
12 YAVUZ, Ali F., Edeb-ül Müfred, Sönmez Neşriyat, c. I, s. 62-63.
13 Seyyid Ali Zâde, Mefâtîhu’l-Cinân Şerhu Şir’ti’l-İslâm, Matbaa Mîriye, Kazan h. 1324, s. 523.
14 el-İsrâ, 17/23.
15 el-Ankebût, 29/8.
16 Müslim, el-Bir Ve’s-Sıla Ve’l-Âdâb, 3.
17 Âl-i İmrân, 3/118.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.