Özlenen Rehber Dergisi

157.Sayı

Ehlisünnet Caddesine Saldırılar ve Müslümanların Tepkileri

İsmail KOCABIYIK Özlenen Rehber Dergisi 157. Sayı
Asılar boyu İslam dini, düşmanları tarafından her türlü saldırıya maruz kalmış hem madden hem de mânen kuşatılmaya çalışılmıştır. İslam düşmanları, Müsteşrikler ve içerideki yardımcıları Münafıklar vasıtasıyla İslam dininin omurgası olan Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat’e her fırsatta saldırmışlardır. Bu saldırıların ardı arkası kesilmemiş, kesilmeyecektir de. Ülkemiz 15 Temmuz’da işgal girişimi yaşadı.
15 Temmuz saldırısı, Türkiye’yi durdurmayı amaçlıyor! Niçin? Türkiye, bin yıldır Ehlisünnet omurganın kurucusu ve koruyucusu yegâne ülke olduğu için. Batılıların amacı, İslâm’ın yeniden tarih yapacak bir aktör olarak tarih sahnesine çıkmasını ne pahasına olursa olsun önlemek!. Ehlisünnet omurga kurulduktan sonradır ki, Müslümanlar sadece İslâm tarihini değil, üç kıtada dünya tarihini yaptı! İşte bu nedenledir ki, Batılılar Türkiye’yi vuruyorlar. Burada bir taşla bir kaç kuş birden burmuş olacaklar:
1- İslâm’ın tarih sahnesine çıkmasını önleyebilmenin tek yolu var: Bin yıldır Müslümanları dimdik ayakta ve diri tutan bu Ehlisünnet omurgayı çökertmek
2- Ehlisünnet’in kurucu sütunlarını yerle bir etmek; bunun için de İslâm dünyasında mezhepleri tartışmaya açmak, bin yıllık birikimi ’uydurulmuş din’ diye sığ bir kafayla topa tutmak, hadisleri ve dolayısıyla Hz. Peygamber’i devre dışı bıraktırmak... Sonra da, ilkin, Hâricî mantığına dayalı paralel din’leri İslâm dünyasına hızla yaymak, bunları terörize etmek, böylelikle Müslümanları İslâm’dan uzaklaştırmak; ardından da bunun alternatifi bir başka paralel din gibi ılımlı, modernize edilmiş, ruhsuzlaştırılmış sahte din anlayışlarını öne sürmek...’1
Kendi emellerine ulaşmak için önüne çıkan engelleri hiçbir ahlâkî kural taşımadan ortadan kaldırmaya çalışan bu İslam düşmanlarına karşı, ümmetin hem ilmî hem de siyasî bakımından ilerlemesi son derece elzemdir.

Peki, Ehlisünnet caddesine saldırıların temel amacı nedir? Her türlü kurnazlıklara başvurarak neden bu caddeyi bertaraf etmek istiyorlar?
Çünkü İslam düşmanlarının önündeki en büyük engel Ehlisünnet omurgadır. Bu caddenin içerisinde çeşitli cemaatler ve tarikatlar mevcuttur. Bunlar bin küsur yıldır bu caddenin bekçileri olmuş, toplumun İslam’ı yaşamasında her türlü olanağı sağlamıştır. Nasıl ki gaz lambasındaki ışığın rüzgâr tarafından sönmesini fanus önlüyorsa, Ehlisünnet caddesini mezhepler, cemaatler ve tarikatlar, sapık fırkalardan, Müsteşriklerden ve Batılılardan muhafaza ederek her türlü sapkın fikirlere karşı sağlam bir kale misali cephe almıştır. Amaç, görünüşte cemaatler; ama gerçekte İslâm’ı bu ülkenin hem devlet hem de toplum hayatından sonsuza dek uzaklaştırmaktır. Dolayısıyla Ehlisünnet direklerini yıkmak için bu üç ana temele –mezhepler, cemaatler ve tarikatlar- medyasıyla, zehirli kalemleriyle ve kendi fikirlerine hizmet eden oryantalist zihinli münafıklarla daima saldırı düzenlemişlerdir. Bu saldırıları düzenlemekten de asla vazgeçmeyeceklerdir. Çünkü Hak’la batılın savaşı kıyamete kadar sürecektir. Allah (c.c.) ayet-i kerimesinde: ’Dinlerine tâbi olmadıkça, ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmayacaklardır.’2 buyurarak saldırılarının hiçbir zaman kesilmeyeceğini açıkça izhar etmiştir.
Batılılar İslam’a her türlü saldırıyor dedik. Müslümanları meydanlarda yıkamayan bu güruh, kırmızı çizgilerimize saldırarak reflekslerimizi ölçmeye başladılar. Modernist kafa yapısında olan hocalarla(!) zehirli fikirleri, çok masum görünümlü düşüncelerin arkasına gizleme taktiği ile kafa karışıklığı meydana getirilmeye çalışılmaktadır. İnsanların zihinlerini bulandırdıktan sonra kitleleri, ’Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat’ten uzaklaştırmanın kolaylaşacağı şüphesizdir. Bundan sonra artık onları dün olduğu gibi çeşitli dalâlet fırkalarına yönlendirmek hiç de zor olmayacaktır.

Ümmetin ’kırmızı çizgileri’ ya da ’gizli kodları’ nelerdir? İslam düşmanları sinir uçlarımıza dokunarak neyi amaçlıyorlar? Bizleri hangi tehlikeler bekliyor?
Batılılar İslam’a saldırılarını bizzat kendileri değil kendi zihin yapısına uygun hocaları(!) kullanarak yapmaktadırlar. ’Bilimsel araştırma ve gerçekleri ortaya çıkarma’(!) kılıfı adı altında Müslüman toplumunun inançlarında tahribat yapıyorlar. Bunu yaparken de adım adım ilerliyor. Toplumun sinir uçlarına dokunarak ve gizli kodlarını kırarak, insanlarda şaşkınlık yaratıyorlar. Ve bu şekilde de düzeni çökertmeye çalışıyorlar. Ümmeti ayakta tutan, birlik ve beraberliğini sağlayan omurgalara saldırarak aynı çatı altında kalmalarına engel oluyorlar. Her devirde ümmetin başına bela olacak paralel din icat ederek kaos ortamı yaratıyorlar.
Ümmetin ’kırmızı çizgileri’ ya da Ehlisünnet caddesinde yürümenin umdeleri;
- Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin sünnet-i mutahharası,
- bu dini nesillere en sahih şekilde ulaştıran Ashab-ı Kirâm (r.anhum) efendilerimiz
- ve mezheplerdir.
Saldırıların ana hedefi daima bu üç umde olmuştur. Çünkü Müsteşrikler, Ehlisünnet caddesini tahrif etmenin en kestirme yolunun yukarıda belirttiğimiz üç temel yapı taşını yerinden oynatmakla ve Müslüman toplumun zihninden silmekle olacağını çok iyi biliyorlar.

Müsteşriklerin bu üç kırmızı çizgi ile Müslüman toplumunun itikadını bozmak için ortaya attıkları zehirli cümleleri nelerdir? Hangi cümlelerle Müslümanları kaygan zemine itmek istiyorlar?
Ehlisünnet omurgasını zedelemek ve parçalamak isteyenlerin en gelişmiş argümanı ’Kur’an’a dönüş’ cümlesidir. Sözlerinde dâima ’Elimizde güvenile­bilecek, bize kadar bozulmadan, beşer müdaha­lesine uğramadan gelmiş tek kay­nak Kur’ân’dır, diğerlerinden emin olamıyoruz. Tarih içeri­sinde bir sürü şeyler cereyan etmiş, hadisler uydurulmuş vs.’ gibi gerekçelerle ve aldatıcı kelime oyunlarıyla ’Sadece Kur’ân’a güvenelim’ diyerek amaçlarının üstünü kapatıyorlar. Bu bir çelmedir, ayak oyunudur ve ne yazık ki genç kuşaklar bu ayak oyununa çok çabuk kanıyorlar. Evet, oyun çok büyüktür. Hadisler ve Sünnet hayatımızdan çıkınca elimizde Kur’ân-ı Kerim, adeta insanların yorumuna, insafına, algısına terk edilmiş ölü bir metin olarak kalıyor. Zira özellikle yıkmak istedikleri ve etrafında yaygaralar kopardıkları ’Sünnet müessesesi’dir. Sünnet’in bağlayıcılığı konusunda, ’olsa da olur olmasa da olur. Kur’an bağlayıcıdır. Hadisler haber-i vahiddir. Sünnet müessesesini insanlar oluşturmuş. Elimiz­de Kur’an’dan başka güvenilecek kaynak yoktur.’ gibi sözlerle önemsizleştirme çabaları içerisine girerek dine ne kadar zarar verdiklerinin ya farkında değiller ya da bilerek tahrif ediyorlar. 1400 yıllık birikimi bir çırpıda silen bu ekip çok tehlikelidir. Ümmet, özellikle Bu ümmetin gençleri bu tehlikenin içine çekilmeye çalışılıyor. Ne yazık ki biz itikadımızı, sözün büyüsüne terk etmiş durumdayız bugün. Bu zaaftan kurtulmamız, çıkmamız lazım. Bu psikoloji sağlıklı bir psikoloji değil. Bu hocaların(!) ifade tarzlarına dikkat edildiğinde, kelime oyunu, sihirli cümleler ve yuvarlak kelimeler kullandıkları görülmektedir. Bunu bertaraf etmenin yolu, genç kuşağa Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat anlayışını iyice işlemeden geçer. Çünkü düşmanlar –maalesef ki- bunu bizden daha iyi analiz ediyor daha sonra içini boşaltıp topluma sunuyorlar. Bundan dolayıdır ki Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat kavramı iyi bilinmeli, topluma özellikle genç kuşağa iyi anlatılmalıdır.

’Ehlisünnet’ deyince ne anlamalıyız?
Genel anlamda, Rasûlullah Efendimiz’in (s.a.v.) Sahabe-i Kiram’a bu dini tebliğ bağlamında aktardığı her ne varsa onlara olduğu gibi iman eden, Sahabe-i Kiram kendilerinden sonraki kuşağa din diye ne naklettiyse ona din diye inanan, itikat eden, itikadıyla, ameliyle, edebiyle, her şeyiyle din diye onu kabul eden, onunla tedeyyün eden topluluklara Ehlisünnet diyebiliriz. Selef-i Salihin’in bu anlayışını çokça dile getirmek suretiyle, genç kuşağa Ehlisünnet algısı derince aktarılmalıdır. Bu dinin bizlere ulaşmasında ana sütun olan Sahabe-i Kiram (r.anhum) efendilerimizdir. Dolayısıyla Ehlisünnet’in ne olduğunu bilmenin en kestirme yolu Sahabe’ye bakmaktır. Sahabe neye nasıl inanmış ve neyi nasıl yapmışsa, o hususlarda onlar gibi davranmak Ehlisünnet’in ayırt edici vasfıdır.

Sahabe-i Kiram’a saldırıların altında yatan etken nelerdir?
En çok hedefte olanlar Sahabe-i Kirâm efendilerimiz olmuştur. Rasûlullah (s.a.v.) efendimizin: ’Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Benden sonra onları hedef edinmeyin. Her kim onları severse, bana olan sevgisi (veya benim onlara olan sevgim) sebebiyle onları sever. Her kim de onlara buğz ederse, bana olan buğzu sebebiyle onlara buğz eder. Her kim onlara eza verirse muhakkak bana eza vermiş olur. Her kim bana eza verirse muhakkak Allah’a eza vermiş olur. Her kim de Allah’a eza verirse, (Allah’ın dünya ve âhirette azabıyla) onu yakalaması yakındır.’3 buyurmasına rağmen onları önemsemeyen tavırlar, istihfâf ve istihkarâne sözler içerisinde bulunmalar bilinen bir gerçektir. Sa­habe-i Kirâm’ı atlayarak ve onları bir kenara bırakarak ne Peygamber’e (s.a.v), ne de Kur’an’a gidebilirsiniz. Çünkü onlar, Kur’an’ın ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) adım adım, gün be gün inşa ettiği tek nesildir. Sahabe-i Kiram’ı aradan çıkardığınızda İslam tarihi de, İslam’ın kaynakları da olmaz. Sahabe, bizim için vazgeçilmez bir kuşaktır. Bunun için Ehlisünnet hadis âlimleri ’Sahabe-i kiram bütün olarak âdildi.’ demişlerdir. İmam-ı Azam Ebû Hanîfe Hazretleri’nin akait metinlerinde ’Sahabe-i Kiram’ı sevmek bizim dinimiz­dir, imanımızdır, itikadımızdır.’ der. Bu kadar vazgeçilmez bir kuşaktır Sahabe bizim için.

Ehlisünnet caddesine saldırılar şiddetlenmişken, bâtıl ehli bir safta saf tutmuşken, hak yolunda olan bizler ne yapmalıyız/bu ümmet ne yapması gerekir?
Televizyon programlarında ve sosyal medyada 15 Temmuz darbe olayından sonra cemaatlere ve tarikatlara karşı neredeyse linç girişimi başlatıldı. Deyim yerindeyse ’üst akıl’ın cemaat ve tarikatlara karşı algı operasyonu üst seviyeye ulaştı. Oyunu bozmak yine bizim elimizdedir. Bu ümmet birçok şeyin üstesinden geldi. İslam toplumunun bin yıllık sarsılmaz ruhunun yegâne membaı Ehlisünnet akîdesidir. Ve bu Ehlisünnet akîdesini diri, canlı kılan derûnî irfânî kodlarıdır. Ehlisünnet caddesinin kodlarıyla/kırmızı çizgileriyle oynamak demek akîdevî ve fikrî, sosyal ve siyasî, kısacası tarihî bir intiharın eşiğine sürüklenmesi demektir. Ehlisünnet caddesinden sapmış azınlık cemaatler bahane edilerek, bütün cemaatleri ve tarikatları bunların içerisine dâhil edip çamur atmak, ya cahillikten kaynaklanmakta ya da bilinçli olarak bu omurgayı çökertmeyi amaçlamaktadır.

Tasavvuf ve cemaatlerin Anadolu’ya kattığı değerler nelerdir? Kur’an ve Sünnet anlayışını toplumun ruhuna sirâyet etmesinde öncülük etmişler midir? Selçuklu ve Osmanlı devletinin kurulmasında ne gibi faaliyetler göstermişlerdir?
Cemaatlerin ve tarikatların önemini anlamak için tarihimize göz atmak yeterli olacaktır. Tarihin derinliklerinde Ehlisünnet dairesinde yürüyen cemaat ve tarikatların ülkesine, devletine ve milletine çok şeyler kattığı muhakkak görülecektir. Her alanda kendini bâriz bir şekilde göstermiş, Allah’ın dinini ayakta tutmak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlardır. Kaynağını Kur’ân ve Sünnet’ten alan tasavvufî cemaatler Selçuklu ve Osmanlı kurumlarını; saltanatı, ordusu, ilmiyesi, sosyal ve iktisadi hayatı, sanat ve edebiyatı ile şekillendiren ve özellikle de Osmanlı’ya kendine has bir renk ve damga vuran müessese olmuşlardır.
Bakınız Anadolu’yu dolduran dervişler (mutasavvıflar) dergâhlar etrafında kümelenerek, tasavvufu sistemleştirmişler ve Anadolu’da bir yenileşme hareketi başlatmışlardı. Giderek etkisi bütün Anadolu’yu saran muhtelif tarîkatler, müslim-gayr-i müslim farkı gözetmeksizin bütün insanlığa kucak açmışlardır. ’Ahmed Yesevî’nin dervişleri ile Anadolu, her yönü ile çehre değiştirmiş, Horasan Erenleri, zamanımızdan çok daha ileri bir hizmet anlayışı ile bu topraklar üzerinde hiçbir tercih yapmadan, pîrlerinin; ’Şu ata bin, batıya doğru git, atının durduğu yerde in ve hizmete başla!..’4 emrinin gereğini yaparak, Anadolu’yu baştan başa doldurmuşlar ve hizmete başlamışlardır.
Selçukluların yıkılmasıyla, özellikle Osmanlı topraklarına akın eden Türkmen Babaları, Rum Abdalları, Horasan Erenleri, Ahî Babaları da hep birlikte Beyliği birer köşesinden omuzlayarak, son sürat yükseltmek ve ilerletmek için el-ele vermişlerdi. Bu velîler taifesine ulemâ destek oluyor, onlara gâzîler yardım ediyor, böylelikle Anadolu’da tam bir kolektif faaliyet başlıyordu. Bu asırda tasavvuf, bir kuyumcunun mücevheri işlemesi gibi İslâmî değerleri işliyor, fert-toplum arasındaki ahengin kurulmasına büyük hizmetler yapıyordu. Böylelikle Anadolu’da birlik şuurunun kuvvetlenmesine yardım ediyordu.
Bu devrin mutasavvıflarının hemen hepsi, hem şer’î ilimlerin tahsilini iyi yapmış ve hem de tasavvuf sahasında merhaleler katetmiş zatlardı. Bunun için mutasavvıflarla ulemâ arasında tam bir dayanışma vardı. Devlet onlara zâviyeler, tekkeler, medreseler yaparak destekliyor, onlar da Anadolu ve Rumeli’nin müslümanlaştırılması için her türlü çabayı göstermekten geri kalmıyordu. Böylelikle Müslümanlar yek vücut oluyor, kurulan devletin başkanları ’Gâzî’, halkı da ’Gâzîyân-ı Rum’ oluyordu.
Osmanlılar, politikaları gereği, her fethettikleri yere derhal nüfus iskânı yapıyordu. Bu iskân harekâtında da, dervişler ve tarîkat mensupları önderlik ediyorlardı. Yeni fethedilen yerlere severek yerleşen dervişler, derhal oraları şenlendiriyor ve İslâmî Türk kültürünü tanıtmağa başlıyorlardı. Çok cazip bir şekilde tanıtılan İslâm-Türk kültürü sayesinde, yerli halkın müslümanlaşması kolaylaştırılmış oluyordu. Dervişler, özellikle yol kenarlarına kurdukları tekkeleri ve zaviyeleriyle yerli halka ve gelip-geçen yolculara en güzel şekilde hizmetler sunuyorlardı. Bilhassa ihtiyaç sahiplerinin, yolda kalmışların, hastaların yardımlarına koşmaları, onların gönüllerini fethetmeğe yetiyordu. Böylelikle onların kendi istekleriyle Müslüman olmalarını kolaylaştırmış oluyordu.
Gerektiğinde ordulara da katılan dervişler, îmân, ferâgât ve şecâatle ordunun ’cihad rûhu’nun kabarmasına yardımcı oluyorlardı... Görüldüğü gibi bu dönem mutasavvıfları; yerinde ve zamanında zikirle meşgul olan bir derviş, yerinde bir ilim adamı, yerinde bir esnaf ve sanatkâr, yerinde bir asker, yerinde bir idareci idi.
Mutasavvıfların hizmetleri, yalnız Anadolu ile sınırlı değildi. Balkanlarda (Rumeli’de)ki fütûhât ve müslümanlaştırma hareketlerinde de etkin rol oynadıkları bir tarihî hakikattir. Balkanların fethi de, ordulardan önce dervişler eliyle başlatılmıştı. Dolayısıyla Anadolu’da ve Rumeli’de tasavvuf hareketi canlıdır. Mutasavvıflar aktiftir. Devlet adamları halkla bütünleşmişlerdir. Müslim, gayr-ı müslim bütün insanlara hizmet sunma yarışındadırlar. Mevlânâlar, Yûnuslar, Hacı Bektaşlar, Şeyh Edebâlîler, Emir Sultanlar ve daha niceleri Anadolu ve Rumeli’nin ’Bir Allah’ inancı etrafında birleşmeleri uğrunda fikren ve fiilen bütün güçleriyle gayret etmişlerdir. İslâm inancını ve İslâmî kültürü yerli halka tanıtmak ve hepsinden önemlisi, ’iyi nümûneler teşkil etmek’ sûretiyle, onların müslümanlaşmalarını kolaylaştırmışlardır.
Cemaatler ve tasavvuf erbapları Ehlisünnet caddesinde yürüdükleri müddetçe devletini ayakta tutan, milletine yol gösterenler olmuştur. Elbette bu cemaatleri kendi çıkarları adına kullanan olmuştur. Ancak bu gibi durumlar hiçbir zaman böyle temiz müesseselere iftira atılması için bir gerekçe olamaz.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de birçok hadis-i şeriflerinde, cemaat olmayı emretmiş, ayrılıktan, tefrikadan müminleri şiddetle men etmiştir. Allah Rasûlü (s.a.v.), şeytanın her an mü’min avında olduğunu, tek başına kalan kimsenin kalbine ve imanına saldırdığını haber verip sığınılacak kaleyi gösteriyor:
Cemaate sarılın ve ayrılıktan sakının. Zira şeytan tek (kalan)la beraberdir. O iki kişiden uzaktır. Her kim cennetin ortasın(da meskeni olmasın)ı dilerse, cemaate sarılsın (ondan ayrılmasın). Her kimi, iyiliği sevindiriyor, kötülüğü de üzüyorsa, işte o (kimse kâmil) mü’mindir.’5
’Muhakkak ki Allah ümmetimi dalalet üzere bir araya getirmez. Allah’ın yed(-i kudret)i (yani hıfzı, yardımı) de cemaatle beraberdir. Her kim (cemaatten) ayrılırsa Cehenneme ayrılmış olur.’6
Bu ümmet bu düsturlarla yola çıkmış, her gittiği bölgede Ehlisünnet caddesi içerisinde teşkilatlanmıştır.
Son olarak;
cemaatlere ve tarikatlara, dolayısıyla Ehlisünnet caddesine yapılan bu saldırılara karşı bizler tepkisiziz asla kalamayız. Her alanda sesimizi yükseltmeli, hak ve hakikati kitlelere anlatmalıyız. Tabi bu alanda dirayetli hocalarımıza çok iş düşüyor.

(Endnotes)
1 Yusuf KAPLAN, ’Ehl-i Sünnete Saldırmak…’, Yeni Şafak, 08 Ağustos 2016, http://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/ehl-i-sunnete-saldirmak-islamla-savasan-batililarin-degirmenine-su-tasimaktir-2030977.
2 el-Bakara, 2/120.
3 Tirmizî, Menâkıb, 58; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/57; İbn Hibbân, es-Sahih, 16/244.
4 Mustafa Kara, Tekkeler ve Zâviyeler, II.baskı, İst. 1980, s.147.
5 Tirmizî, Fiten, 7; Ah­med b. Hanbel, el-Müs­ned, 1/18; Hâkim, Müs­ted­rek, 1/114; İb­nü’l-Cev­zî, Tel­bî­su İb­lîs, s.7.
6 Tir­mi­zî, Fi­ten, 7; Taberânî, el-Mu’cemu’l–Kebîr, h.no:13623.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.