Özlenen Rehber Dergisi

157.Sayı

Kalp

Ömer Faruk EJDER Özlenen Rehber Dergisi 157. Sayı
Allah (c.c.) buyurdular: ’O gün ki, (onda) ne mal fayda verir, ne de oğullar! Ancak Allah’a selîm (sağlam) bir kalple gelen müstesnâ.’1
Nu’man b. Beşîr’den rivayet edildiğine göre Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi/doğru/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.’2
Değerli okurlarımız, bu sayıdaki yazımızı kalp-gönül konusuna ayırdık. Yazımıza ayet ve hadis ile başlamamız, kalbin ne denli ehemmiyetli bir latife-i rabbânî olduğunu vurgulamaya yöneliktir. Zira mümin kul, kalbini arındırdığı kadar Cenâb-ı Hak nezdinde kıymet kesbeder. Kalbin ’selîm’ derecesine varması Allah’ın rızasına vesile olan bir kazanç ve kurtuluştur. Müminin gayesi bu dünyada rıza-ı ilâhî olduğuna göre sahip olduğu kalbi bu doğrultuda yaşatması ve terakki ettirmesi gerekir. Bu terakki de ancak insan-ı kâmil olan veli kulların gönlüne teslim olarak gerçekleşebilir. Lakin bu teslimiyetin kelam ile değil bihakkın olması gerekmektedir ki neticede selîm bir kalbe vasıl olabilelim. Bu meyanda Mevlana Hazretleri kalbi bir cama benzetiyor. Bunun sürekli temizlenmesi yapılmalı ki ilâhî yaratılışa uygun hale gelebilsin. Yazımızda kalbin sözlük manasından terim manasına ve oradan da tasavvuf psikolojisindeki anlamlarına yer vermeye çalıştık. ’Kalp’ konusu makale değil ciltler dolusu kitap yazılacak kadar bir genişliğe sahip. Biz bu yazıda konunun birkaç cihetine değinerek az da olsa kalbe temas etmeye çalıştık.
Kalp sözlükte: bir şeyin altını üstüne getirmek, çevirmek manasına gelmektedir. Biyolojik ve anatomik olarak, insan göğsünün sol tarafında bulunan çam kozalağına benzeyen bir et parçasıdır. Ana rahminde, insan varlığının jinekolojik oluşum sürecinde meydana gelen (gebeliğin üçüncü haftasının sonunda) ilk organdır.
Arapça kalp terimi ’dönmek’ ya da ’çevirmek’ kökünden gelir. Bir bakıma manevî anlamda sağlıklı bir kalp, tıpkı sürekli dönen ve tarayan bir radar gibi, asla dünyada hiçbir şeye sabitlenmez ya da bağlanmaz; daima kutsalı arar. Lâ ilâhe illallâh turnusol testi ile kalp bize bu dünyadaki hiçbir şeyin tapmaya değmeyeceğini, Allah (c.c.)’ın her yerde hazır ve nazır olduğunu söyler.3
Tasavvufî olarak kalp; insanın mahiyeti, madde ile mananın birleştiği yer, akıl, ruh, Allah’ın tecelli ettiği mahal, ilahî latîfe gibi çok yönlü manaları ifade eder. Biyolojik manadaki kalp, insanda olduğu gibi, hayvanlarda da bulunur. İkinci anlamdaki kalp ise sadece insanda bulunur ve insanı hayvandan ayıran özelliktir. Molla Câmî, Fusûs Şerhi’nde, ’Kalp, mizacî kuvvetler ve cismanî gerçekler ile ruhanî gerçekler ve nefsanî gerçekler arasını bir araya getiren (cem eden) hakikattir.’ der. Mutasavvıflara göre; manevî kalbin maddî kalbe bir nevi taalluku vardır ve bu kalp insanın hakikatidir.’ der. Bu latîfe, idrak edicilik ve bilicilik özelliklerine sahiptir. Muhatap, mütâlep ve muâtep (itaba uğrayan/kınanan) olan işte budur. Türkçe’de kalbe, gönül denir. Can tabiri de kullanılır.4 Manevî kalp anlamında kullanılmaktadır. Örneğin samimi ve iyi niyetli kişinin ’kalpten’ davrandığını söyleriz. Maneviyat kâşifleri ’gönülde bir yol’ bulmanın öneminden söz ederler. Ayrıca tersini de söyleriz; şefkat göstermeyen bir kimseye ’kalpsiz’ deriz.

Tasavvuf psikolojisinde kalp…
Sufi psikolojisine göre, kalp bizim derin zekâ ve irfanımızı içerir. Kalp gnosis’in, yani marifetin mekânıdır. Sufi ideali, yumuşak, duyan, şefkat dolu bir kalp geliştirmek ve kalbin kavrayışını artırmaktır. Bu kavrayış, aklın soyut zekâsından daha derin ve daha sağlam temele dayalı bir kavrayıştır. Kalp gözü açıldığında, eşyanın yapay dış görüşünün ilerisini görebileceğimiz; kalbin kulağı açıldığında sözlerin ardında gizlenen hakikati duyabileceğimiz bildirilmiştir. Hepimizin içindeki ilahî kıvılcım ya da tin (maneviyat) kalpte barınır.5
İmam-ı Gazâlî de kalbi şöyle tanımlamıştır: ’Ey dostum! Kalbin cilalı bir aynadır. Üzerinde birikmiş toz perdesini silip temizlemelisin, çünkü o ilâhî sırların nurunu yansıtmak üzere yaratılmıştır.’

Manevî merkezimiz olarak kalp
Batılı eğitimciler akılı aşırı derecede öne çıkarma ve kalbi görmezden gelme eğilimindedir. Temel eğitimin -okuma, yazma ve aritmetik- tamamı aklın öğrenmesini içermektedir. Sanat ve sosyal beceriler gibi kalbi geliştiren dersler genellikle ikinci sınıf, önemsiz dersler olarak görülür. Buna karşın sufi psikolojisi kalbin beslenmesi ve geliştirilmesi gereksinimi vurgular. Kalbi açık olan, kalbi kapalı olana nazaran, daha arif ve daha şefkatli ve daha anlayışlıdır.
Burada kalpten kastım fizikî kalp değil, bâtınî-manevî yapıdır. Kalplerimiz bâtınî ışığın, ilhamımızın, yaratıcılığımızın ve tutkumuzun kaynağıdır. Gerçek bir sufi, kalbi canlı, uyanık ve nurla dolu olan kişidir. Bir sufi mürşidin ifadesiyle; ’eğer sözler kalpten geliyorsa, kalbe girecektir; ancak eğer dilden geliyorlarsa, kulakların ilerisine geçemezler.’
Sevgi, tasavvufun özüdür ve sevginin mekânı ise kalptir. Sevginin gücünü ve uyanık bir kalbin önemini en berrak biçimde anlatanlar sufi şairlerdir.

Manevî ve fizikî kalpleri karşılaştırma
Manevî kalp, tıpkı fizikî kalp gibi işlev görür. Fizikî kalp, insan bedeninin en merkezi yerine yerleşiktir; manevî kalp ise alt benlik ile ruh arasında bir yere yerleşmiştir. Fizikî kalp bedeni düzenler; manevî kalp ise psişeyi (nefsi) düzenler. Fizikî kalp taze, oksijenli kanı bedendeki her bir organ ve her bir hücreye göndermek suretiyle bedeni besler. Ayrıca damarlar aracılığıyla kirli kanı toplar. Aynı şekilde, manevî kalp hikmet ve nur yayarak ruhu beslerken kişiliği de tahammül edilmez özelliklerinden arındırır. Kalbin bir yüzü maneviyat âlemine, öbür yüzü ise alt benlik âlemine ve negatif özelliklerimize dönüktür.
Fizikî kalp yaralandığında, hastalanırız ve eğer aşırı derecede hasar görürse ölürüz. Eğer manevî kalbimiz nefsin (ya da alt benliğin) negatif karakteristiklerine boyanırsa, manen hastalanırız. Eğer kalbimiz tamamen nefsin egemenliğine girerse, manevî yaşamımız sona erer.
Kalp duygusallıkla karıştırılmamalıdır. Öfke, korku ve açgözlülük gibi duygular nefisten gelir. İnsanlar ’kalplerinin arzusu’ hakkında konuştukları zaman, genellikle nefsin arzularından söz etmektedirler. Nefisler zevke düşkündür ve Allah (c.c.)’la ilgilenmezler; kalp ise Allah (c.c.)’a düşkündür ve yalnızca Allah (c.c.)’ı anmakta zevk arar.
Kalp her bir düşünce ve eylemimize doğrudan tepki verir. Şeyhim her türlü sözcüğün ya da eylemin kalbi yumuşattığını ve her türlü nezaket dışı sözcük ya da zararlı eylemin onu katılaştırdığını söylerdi.

Kalbi açma
Karmaşık maddî dünyamızın altında gizlenmiş bâtınî realiteleri daha derinden kavramak için kalp gözlerini ve kulaklarını açabiliriz. Bir mürşidin ifadesiyle: ’Kalp, görünmeyeni gören bir göze, görünmeyen âlemin sakinlerinin konuşmalarını ve Allah (c.c.)’ın hitabını işiten bir kulağa sahiptir. Görünmeyenin kokularını duyan buruna ve sevgi tadını, iman lezzetini ve marifetullahın zevkini tadan bir damağa sahiptir. Yine başka bir mürşid olan Ensari’nin ifadesiyle; ’Ne kadar çok seversek, kalplerimizi o kadar çok açarız. Sevgisiz ve kalbin samimi niyeti olmaksızın eylem, çok az anlam kazanır ya da hiç kazanmaz.’
Birçoğumuz idollere (idollerle, ün, para ve güç gibi bu dünyanın fani şeylerini kastediyorum) tapınmayı kalbimize soktuk ve kendimizi onları elde etmeye adadık. Tasavvufun temel adetlerinden birisi lâ ilâhe illallâh kelime-i tevhidini sık sık tekrarlamaktır. Tasavvuf disiplini, kalbimizi temizleyerek onu ilahî huzuruna uygun hale getirmektir.

Kalbin dört istasyonu
Âlim Tirmizî’ye göre; kalbin dört istasyonu vardır: Göğüs (sadr), kalp, iç kalp (lüb), en iç kalp (lübbü’l-lüb). Bu dört istasyon tıpkı ortak merkezli iç içe küreler gibi birbiri içinde yer alır. Göğüs en dış küreyi meydana getirirken, kalp ve iç kalp iki orta küreyi oluşturur ve kalbin özü merkezdedir.
Her istasyon bir nura sahiptir. Göğüs herhangi bir dinin zahiri formalarının uygulanmasının (amel) nurunun mekânıdır. Kalp evi iman nurunun mekânıdır. İç kalp marifetullah nurunun mekânıdır. En iç kalp kutsallığın iki yönü olan Tevhid nuru ve Ehadiyet nurunu taşır.
Dört istasyon tıpkı bir çiftliğin farklı mekânları gibidir. Göğüs, tıpkı bir çiftliğin dışarıyla sınırlarını belirleyen, vahşi hayvanlara ya da yabancılara en fazla açık olan en dış kısmı gibi en dış bölgeyi oluşturur. Kalp ile dünya arasındaki ara yüzeydir.
Kalp, evin kendisine karşılık gelir. Duvarlarla çevirili ve kilitli bir ya da daha fazla kapılarla güvenlik altına alınmıştır. Yalnızca aile üyeleri ve davetli misafirler girebilir. İç kalp âleminin en değerli malvarlıklarını içinde saklayan kilitli hazine odasıdır. Anahtarı çok az kişide bulunur.6

Kalbin tasfiyesi
Tasavvuf ilminin en mühim konularının birisi de hiç kuşkusuz kalbin tasfiyesidir. Zira tarikat içindeki bütün evrâd-u ezkâr, riyâzat, sülûk, uzlet, itikâf ve sair ibadet ile muamelat kalbin tasfiyesi ile doğrudan etkileşim içindedir. Yazımıza Şuarâ suresindeki ayet ile başlamamızın sebebi de kalbin tasfiyesine işarettir. Ayette geçen ’selim kalp’ ifadesinin manası ise şirkten temizlenip tevhide ermiş olan kalptir. İbrahim (a.s.) bu ayette kıyamet gününde bu tasfiye sürecinden geçmiş olan kalp sahibinin kurtuluşa erebileceğini söylüyor. Zaten tasavvuf ehli de yukarıda geçen ayet ve hadisleri tevil ederek tasavvuf ilmine ’kalp’ merkezli tanım vaz etmişlerdir. Serdedilen bakış açıları, onların ’kalp’ latifesini merkezi bir konuma koyduklarını göstermektedir. O tanımlarının bazılarını aşağıya alıntılayarak yazımızı daha anlaşılır kılacağı kanaatindeyiz.
Tasavvuf tasfiye, kalp temizliğidir. Bazı mutasavvıflar, safveti kalbe verdiği önemi nazarı itibara alarak tasavvufu bu şekilde tanımlamışlardır. Bu tanımlardan bir kaçı şöyledir:
Bişr Hâfî (ö. 227/841): ’Sufî, kalbini Allah için tertemiz yapan kimsedir.’
Ebû Saîd Harrâz (ö. 268/881): ’Sufî, Allah’ın, kalbini tasfiye edip nurla doldurduğu kimsedir. Böyle kalbine nur giren kimse zikr-i ilahîden lezzet duyar.’
Cüneyd Bağdâdî (ö. 297/909): ’Tasavvuf Allah’ın safayı sana has kılmasıdır. Allah’tan gayri her şeyden (mâsiva) gönlü arındıran kimse gerçek sufîdir.’
Tasavvuf tarifleri içinde tasfiyeyi öne çıkaran mutasavvıflar, sayı bakımından diğerlerine nazaran daha çoktur. Kur’ân’da kalbin safvet (kalbi selim) ve kasvet şeklinde birbirine zıt iki vasfından bahsedilmekte, bunlardan biri övülürken, diğeri yerilmekte; kalbin paslanıp kirleneceğine işaret edilmektedir. ’Hayır, öyle değil, bilakis onların kazanmakta oldukları kötülükler kalplerini paslandırmıştır.’7 Hadislerde işaret edildiği üzere işlenen günahlar da kalp üzerinde siyah bir leke oluşturarak kalbi karartmaktadır. Övülen kalp, safvet özelliğine sahip, içinde Allah’tan başkasına yer olmayan ’selim kalp’tir. Nitekim: ’O gün ne mal, ne oğullar fayda verir. Ancak Allah’ın huzûruna selim bir kalple gelenler müstesna.’8 buyrulmaktadır. Kasvetli kalp ise günah lekelerine bulanmış, kirlenmiş ve kararıp katılaşmış kalptir. ’Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay hâline!’9 Allah Teâlâ, kararan katı kalpleri kayalara benzetir. ’Sonra kalpleriniz katılaştı da (katılıkta) taş gibi oldu. Hatta daha da ileri. Taşlardan öyleleri vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır.’10
Kur’an ve Sünnet’te insanın kalbî amellerinin, organlarıyla yaptığı amellere üstünlük arz ettiğini gösteren pek çok ifadeler bulunmaktadır: ’Muhakkak ki Allah, suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat kalplerinize ve amellerinize bakar.’11 Demek ki kalbin salah ve safveti amellerin sonucuna da tesir ediyor. Bu yüzden Allah Rasûlü bir seferinde eliyle kalbini işaret ederek üç defa: ’Takva buradadır.’12 buyurdu.
Kalbi takvaya götüren safvet, safveti sağlayan itminan, itminanı temin eden de nafile ibadet ve zikirdir. Çünkü kalp günah lekeleriyle karardığı gibi, tevbe, zikir ve nafile ibadetle arıtılır. Nitekim Kur’ân’da kalplerin zikir ve imanla itminana erdiğine işaret eden ayetler vardır: ’Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ın zikriyle itminana erer.’13
Kalp tasfiyesi, nafile ibadet ve zikirle yapılan takva hazırlığıdır. Kalp tasfiye edilince daima iyiliğe meyleder bir duruma gelir ki bundan sonra güzel huy ve ameller hiçbir zorlanmaya mahal kalmadan ’refleks’ halinde insanda yer eder. Ahlakın esası da bu hale ermektir. Böylece ruh safiyeti ve tam bir tehzib sağlanmış olur. Zikrin kalp tasfiyesi ve manevî kemal konusundaki etkisi sebebiyle Muaz b. Cebel’in: ’Amellerin hangisi Allah’a daha çok sevgilidir?’ sorusuna Allah Rasûlü: ’Dilin, Allah Azze ve Celle’nin zikrinden dolayı yaş olduğu halde ölmendir.’14 cevabını vermiştir.
Zikir ve nafile ibadet kalbi temizler, helal lokma da kalbin tasfiyesinde etkilidir. Ayrıca ’nazar’ dediğimiz dış dünyaya açılan bakışlar da kalbin safvet veya kasvetine etki eder. Çünkü gözler kalbin casusudur; Gördüklerini kalbe aktarır. Bu gelen bilgiler de kalbi çoğu zaman meşgul ederek aslî işinden koparabilir. ’Nazar ber-kadem’ bakışları ayakucuna mıhlama anlayışı kalp dağınıklığını önler. Kalbin safiyetini koruyarak gerçek sahibine ait olmasını sağlar. Bu yüzden bazıları safvet veya safa ile tasavvuf arasında bir ilgi olduğuna kail olmuşlar ve tasavvufu tasfiye hareketi olarak görmüşlerdir.15

Gönül Hakk’ın nazargâhıdır
Sûfîlere göre Cenâb-ı Hak gönle nazar etmektedir. Maddî güzellik ve çirkinlik ya da zenginlik ve fakirlik önemli değildir. Önemli olan gönül güzelliği ve zenginliğidir. Bu sebeple Hakk’ın baktığı, itibar ettiği gönül; arı, duru, saf ve tertemiz bir gönüldür. Ebû Süleyman demiştir ki, ’... Nefsânî bir arzuyu samîmi olarak terk edenin gönlünden Allah bu arzudan dolayı kulunu cezalandırmayacak kadar kerem sâhibidir.’16 Mevlânâ’ya göre günah işlemekte ısrar eden ve kalbini kirleten kimseler ’bizde de gönül var’ derlerse ancak kendilerini kandırırlar. Çünkü Hak gerçeği en iyi bilendir ve onlara ’şah damarından daha yakındır’17 Dolaysıyla onlarda ne denli harap bir gönül olduğunu iyi bilmektedir. Onlar gönül saraylarını yıkmışlar ve viranelerinde baykuşlar ötmektedir.
Beyit: Ey gönül, sen bir cüz’sün, ne vakit küllînin tarafına yönelir gidersen, yâni kâmil bir insana sığınırsan, o zaman sen, Allah’ın sevdiklerinden olursun.
Beyit: Cenâb-ı Hak; ’Biz dâima gönle bakarız, su ve çamurdan ibâret olan sûrete, şekle değil’ diye buyurdu.
Beyit: Sen, ’Bende de gönül var’ diyorsun, diyorsun ama gönül Arş’ın üzerinde olur, hâlbuki sen, aşağılardasın, aşağılıklarda bulunmadasın.
Beyit: Kara balçıkta da su bulunduğunu herkes bilir. Fakat o su ile abdest alınmaz.
Beyit: Balçığın içinde su vardır, vardır amma, o, balçığa yenilmiş, balçıkta kaybolmuştur. Sen de gönlüne, ’Bu da gönüldür’ diyemezsin. Çünkü senin gönlün de kirli emellere, şehvete, hiddete, mevkî hırsına, dünyâ isteklerine mağlup olmuş, onlar arasında kaybolup gitmiştir.
Beyit: Göklerden de üstün olan gönül, ’abdal’ın yahut peygamberlerin gönülleridir.
Beyit: Onların gönülleri çamurdan, yâni kirli isteklerden, günahlardan arınmış, temizlenmiş, saf bir hâl almıştır. Mânevî neşeleri arttıkça artmış, coşmuştur. Her işe yarar olmuşlardır.18
Hadîs-i şerifte: ’Muhakkak ki Allah, ne suretlerinize ne de mallarınıza ve soy-soplarınıza bakar. Fakat (O), kalplerinize ve amellerinize bakar.’19 buyrulmuştur. Allah Teâlâ da Kur’ân’da şöyle buyurur: ’O gün ki, ne mal fayda verir, ne oğullar!... Ancak Allah’a temiz bir kalple varanlar başka!...’20 Onun için insanın mânevî terakkîsinde ve nihayet kurtuluşunda gönlün büyük bir önemi vardır. Mevlânâ’ya göre gönül hemen anlaşılacak bir şey değildir. Gönül, yedi kat gökler gibi uçsuz bucaksızdır. Birazcık bir gayretle elde edilemez. Tasavvufî eğitim alan bâzı sâlikler gönül sâhibi olma konusunda hataya düşmektedirler. Eğitimini tamamlamadan, mânevî önderinden icâzet almadan yola kendi bildiğine devam edenler, gönüllerine gelen hikmet pırıltılarını kendilerinden sanıp aldanmaktadırlar. Bu sebepten Mevlânâ bu tür sâlikleri uyararak ’gönüllerinize gelen kırıntıları büyük bir şey zannedip gönül sâhibi olduk zannetmeyin’ diyor.
Beyit: Peygamber Efendimiz; ’Allah, sizin sûretlerinize bakmaz, gönlünüze bakar. Bu sebeple bir gönül sâhibini arayınız.’ diye buyurdu.
Beyit: Cenâb-ı Hak; ’Ben secdenin şekline de bakmam, altın bağışlamana da. Ben sana bir gönül sâhibinin gözü ile bakar, görürüm’ diye buyurdu.
Beyit: Sen kendi gönlünü gerçek gönül sandın da, gönül sâhibi ârifleri aramayı bıraktın.
Beyit: Gönül öyle bir varlıktır ki, şu yedi kat gök gibi, yedi yüz gök orada kaybolur, görünmez olur.21

(Endnotes)
1 eş-Şuarâ, 26/88-89.
2 Buhârî, Îmân, 39.
3 Frager Robert, Kalp Nefs &Ruh, ss.45-50, Gelenek Yayıncılık, İstanbul,2014.
4 Cebecioğlu Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s.264, Otto Yayınları,2014, Ankara.
5 Frager Robert, Kalp Nefs &Ruh, s.30, Gelenek Yayıncılık, İstanbul,2014.
6 Frager Robert, age., s.51.
7 el-Mutaffifîn, 83/14.
8 eş-Şuarâ, 26/88-89.
9 ez-Zümer, 39/22.
10 el-Bakara, 2/74.
11 Müslim, Birr, 10.
12 Müslim Birr, 10.
13 er-Ra’d, 13/28.
14 Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.4, s.347, h.no:3521, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1989.
15 Tasavvuf ve Kalp, Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz, Altınoluk Dergisi, 1994 - Ekim, Sayı: 104, Sayfa: 031
16 Kuşeyrî, s.129.
17 Kâf, 50/16.
18 Mesnevî, c.I., s.194.
19 Hakîm Tirmizî (Nevâdiru’l-Usûli Fî Ma’rifeti Ehâdîsi’r-Rasûli, 266. Asıl, c.6, s.283, Dâru’n-Nevâdir, Beyrut, 2010) bu hadîsi kalplerin mârifet hazinesi olmasıyla ilgili olarak zikretmiştir. Daha geniş bilgi için bkz. Yıldırım Ahmet, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2000, s.251.
20 eş-Şuarâ, 26/88-89.
21 Dr. Kerim KARA, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni, http://akademik.semazen.net/article_detail.php?id=628. Erişim tarihi 28/08/16.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.