Özlenen Rehber Dergisi

28.Sayı

Erteleyenler Helâk Oldu

Mehmet YALÇIN Özlenen Rehber Dergisi 28. Sayı
Hayatımızın akışı içerisinde çok şeyleri ihmal ederiz. Bazen bu ihmal ettiğimiz şeyler gözümüze çok hafif gelir, çoğu zaman da ihmal ettiğimiz değerlerin farkına bile varamayız. Nice zaman sonra geriye dönüp baktığımızda, o erteleyip değer vermediğimiz şeylerin hakikatte en çok değer vermemiz gereken güzelliklerden olduğunu anlarız.

Boşuna geçirdiğimiz yıllar aklımıza geldikçe içimizi bir hüznün ve pişmanlığın sardığını hissederiz, derken geriye kalan ömrümüzü de geçmişte ertelediğimiz en önemli görevimiz olan Allah’a kulluk vazifelerimizi yerine getirme telaşı içerisinde geçiririz. Tabi ki bu da, ancak böyle bir hatanın anlaşılmasıyla mümkün olabilir. Eğer hatanın farkına varılmamışsa, yüce Allah’a kulluk yapmak üzere yaratılan insanoğlu, Peygamber Efendimizin hadis-i şerifte buyurduğu veçhile: ’Erteleyenler helâk oldu.’ sözünün muhatabı olma durumuyla karşı karşıya gelir.

Birileri bize Allah’a kulluk vazifelerimizi hatırlatınca hemen bahaneler üretiriz. Vakit bulamadığımızdan, darda olduğumuzdan, işimizin yoğunluğundan yakınırız. Bu bahanelerin Allah katında bizi kurtarmayacağını, hiçbir fayda sağlamayacağını da çok iyi bildiğimiz halde bunlara sarılmaktan da vazgeçmeyiz. Bu gibi duygular tamamıyla nefsin ve şeytanın aldatmacasından başka bir şey değildir. Cenâb-ı Allah bu hali Kur’ân-ı Kerim’de şöyle açıklamaktadır: ’Ve gaflet içerisinde oyalanmaktasınız.’(1), ’Şimdi Sen onları bir zamana kadar gaflet ve sapıklıkları ile baş başa bırak.’(2)

Ne zamana kadar nefsin ve şeytanın sözlerine kulak verip kulluğumuzu erteleyeceğiz. 21. yüzyılda insanlar artık öyle bir hale gelmişlerdir ki manevîyatı bırakmışlar, tamamıyla maddîyata yönelmişlerdir. Halbuki manevîyat, toplumları ayakta tutan ilâhî bir kuvvettir. Toplum bu değerlere sahip çıktıkça birlik ve beraberliğini idame ettirebilir. Allah (c.c.), manevî erleri hürmetine bu gök kubbeyi ayakta tuttuğu gibi, mü’min kullarının kalplerindeki îmanı o büyüklerin manevî nazarlarıyla takviye etmekte ve diri tutmaktadır. Böyle nazarlardan mahrum olan kalplerde nefsin ve şeytanın arzu ve istekleri cirit atmaktadır. Manevîyatın yerini tamamıyla maddîyat aldığı vakit, o toplumda her türlü kargaşalık zuhur eder. Manevîyatları olmayan insanların psikolojik bozuklukları ve ruh hallerinin dağınıklıkları, hayatlarında rahatlıkla görülmektedir. Her ne kadar maddî refah içerisinde olsalar da iç âlemlerinde bir türlü huzuru bulamamaktadırlar. Allah’a kulluğun güzelliğini ve nurunu taşıyan bir gönül ile Allah’a kulluğu devamlı sûrette erteleyen bir gönül aynı safiyeti taşımamaktadır.

İşte yukarıda ifade etmiş olduğumuz karmaşalığın ana sebebi, Allah’a olan îmanımızın zayıflığı ve O’na olan kulluk vazifemizi hep ertelemeyi ahlâk edinmiş olmamızdandır. Manevî yattan uzak olan bir kalp, suyunu alamayan bir gül gibi solmaya mahkumdur. Kalbi diri ve canlı tutan da Allah’a kulluk ve salihlerle sohbet nimetidir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: ’Bedende bir et parçası var ki o salim olursa bütün azalar salim olur, o fasit olursa bütün azalar fasit olur. O et parçası kalptir.’(3) Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi asıl önem vermemiz gereken Hazreti Allah’ın nazargâhı olan kalplerimizdir. Kalbini güzel şeylerle dolduranın azalarından güzellikler yayılır. Kalbini kötü şeylerle doldurandan da kötülükler yayılır. ’Her kalp, içindekini sızdırır.’ sözünü hatırlamalı, sızan şeylerin de Allah’a itaat olması gerektiğini unutmamalıyız.

Kişi nefsine şu soruları hep sormalıdır:

Allah’a itaati daha ne vakte kadar erteleyeceksin?! Nefsin bitmez tükenmez arzu ve isteklerinin peşinde ne zamana kadar koşacaksın?! Nefsine ne verirsen ver: ’Daha yok mu?’ diyecektir. ’Onun gözünü ancak kara toprak doldurur.’(4), sözünün sahibi Peygamber Efendimize ne zaman kulak verip O’na itaat edeceksin!? Dilinde sadece birtakım temenniler var; fakat o temennilerin eseri olan fiiliyat maalesef vücut bulmamış.

Cenâb-ı Allah kulundan gayret bekler, kulluğunda devamlılık ister. Böylelikle de iddia sahiplerinin iddialarında ne kadar samimi olup olmadıkları ortaya çıkar. Yakında ölümün soğuk nefesini ensende hissedeceksin. Hayatın bir film şeridi gibi gözünün önünden geçecek; ama artık nafile, geriye dönüş yok. Pişmanlıklar bütün benliğini sarar; fakat kimseden fayda yok, yaptıklarınla şimdi baş başa kalacaksın. Sen de biliyorsun ki yaptıkların güzel şeyler değilse bugün sana bir faydası olmayacak. Allah’a kulluğu hep erteledin. Gaflet içinde ömrünü geçirdin. Geçliğine, malına, makamına güvendin, gününü gün ettin, nasıl olsa yaparız dedin; fakat hesap gününün bu kadar çabuk geleceğini aklına getirmemiştin. Şimdi o gün gelip çattı. Yanında azık olarak bir şeyin yok. Hesap zor. Allah’tan başka tutunacak kimse yok. Şimdi halin ne olacak?

Cenâb-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: ’İnsanların hesaba çekileceği gün yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirdiler.’(5)

Hz. Abdulkadir Geylânî (k.s.) Efendimiz de ’el-Fethur-Rabbânî ve’l-Feyzur-Rahmânî’ adlı eserinde şöyle buyuruyor:

’Ey evlâd! İnsanların önünde gezen birçok felâket vardır. Her felâketin de kendine göre hayli dalları vardır. En büyük felâket, sonsuz saadetten mahrum olmaktır. En büyük saadet, ruh zenginliğine ermektir. Bunun için çok çalışmak ve tembel olmamak lâzımdır. Tembellik insanı korkunç uçurumlara atar. Telâfisi kabil olmayan kin ve düşmanlık tohumları saçar. Tembel olma! İşlerini sağlam yap ve çalışkan ol! Dünyayı çalışanlar kazanır. Âhireti de çalışanlar kazanır... Durum böyleyken...

Siz artık erteleyenlerden olmayacaksınız değil mi?’

Kaynakça:
1. en-Necm, 53/61.
2. el-Mü’minûn, 23/54.
3. Tecrîd-i Sarîh, c.1, H.No: 48.
4. İbn-i Mâce, c.2, s.1415, H.No: 4235.
5. el-Enbiya, 21/1.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.