Özlenen Rehber Dergisi

29.Sayı

Siyer-i Nebî (17. Bölüm)

Ayhan ÖZKAN Özlenen Rehber Dergisi 29. Sayı
Âlemlerin Efendisi, Sevgili Peygamber’imiz (s.a.v.), Taif’te seviyesiz ve çirkin muamelelere maruz kalmıştı. Ancak O (a.s.) hak davasını yine de olanca kuvvetiyle yaymaya gayret gösteriyordu. Bu gayretlerinin bir başka safhası da Mekke’ye dışardan gelen kabileleri ve şahısları İslâm dinine davet etmekti. Çünkü Mekke dışında bulunan putperest kabileler Kâbe’de bulunan putlarını ziyaret etmek maksadı ile Mekke’ye gelmekte idiler.

İnşallah bu ayki yazı dizimizde de Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.), bu Kutlu mücadelesinden bazı bölümler aktaracağız ve bunları öğrenirken hem o Yüce İnsan’ın nasıl sıkıntılar çektiğini ve hem de tebliğ metotlarını kavramaya çalışacağız.

Cihanın hidayet önderi Efendimiz (s.a.v.), Mekke’ye gelen şahıslar ve kabilelerle bire bir ilgileniyor, onlara hep Rabb’ini anlatıyor, O’nun birliğini kabul etmeye insanları davet ediyordu. Bu davette bazıları hemen teslim oluyorlar, bazıları delil istiyorlar, bazıları ise inkâr ediyorlardı. Öyle ki bazıları da haddi aşarak O’na (s.a.v.) çirkin muamelelerde bulunuyorlardı. Bir de buna Kureyş müşriklerinin ve elebaşları Ebu Leheb’in menfî çalışmaları eklenince, Rasûlullah’ın (s.a.v.) karşılaştığı güçlükler ve sıkıntılar daha da artmıştı. Gerçi O’nun (s.a.v.) üzüntüsü insanların kendilerine yaptıkları çirkin hareketler değil, Rablerinin varlığını kabul etmemelerindendi.

Efendimiz (a.s), peygamberliğinin dördüncü yılından Hicret’e kadar geçen zaman diliminde, hac mevsimlerinde Mekke’ye gelenlere devamlı surette İslâm’ı anlatıp onları îmana davet etti. Efendimiz’in (s.a.v.) bu çalışmalarına karşılık müşrikler gruplar halinde çadırları dolaşıp: ’O’na inanmayın. O, baba ile evlâdın, kardeşle kardeşin, karı ile kocanın arasını açıyor. O’na inanırsanız bizim başımıza gelenler sizin de başınıza gelir.’ diyerek çirkin iftiralarda bulundular. Hatta Ebu Leheb, devamlı Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i takip ediyor ve Efendimiz (s.a.v.): ’Ey insanlar, ’La ilâhe İllallah’ deyin ki kurtulabilesiniz!’ buyurdukları zaman Ebu Leheb hemen araya girerek: ’Ey halk! Sakın bunun dediklerine inanmayın.’ diye bağırıyordu.(1)

Devs Kabilesi’nin reis ve şair olan Hz. Tufeyl b. Amr, bu konuda yaşadıklarını bize şu şekilde naklediyor: ’Vallahi O’nunla konuşmamam hususunda bana o kadar çok söz söylediler ki, O’nu dinlememeye ve O’nunla konuşmamaya yemin ettim. Hatta belki sözlerini duyarım korkusuyla kulaklarıma pamuk bile tıkadım.’(2)

Allah’a şükürler olsun ki Hz. Tufeyl’e yine de âyetlerini duyuran Yüce Rabb’imiz, ona İslâm’ı nasip etmiştir. Bu gün İslâm’ın aleyhinde çığırtkanlık yapanlar ve bu çığırtkanlığa inanıp hak sözlere kulak tıkayanların yaptıkları elbette ilk değil, onlardan önce de bu tür tavırların benzerleriyle iştigal edenler hep var olmuştur. Lâkin sağduyu sahibi her insan, elbette Hz. Tufeyl gibi kendilerine ne söylenirse söylensin hak ve hakikati araştıracak ve Allah’ın izni ile hidayet dairesine dâhil olacaktır.

Yine Server-i Kâinat Efendimiz (a.s.), Mekke’ye gelen Kelboğullarına, Hanifeoğullarına ve Amir b. Sa’saaoğullarına İslâmiyet’i anlatmışlar, onlarsa inanmayıp inkâr etmişlerdi. Sa’saa kabilesinden bir kişi: ’Eğer biz Sana biat etsek, sonra da Allah Seni düşmanlarına karşı muzaffer kılsa, Sen’den sonra hâkimiyet ve idare bizim olur mu?’ diye sorduğunda. Efendimiz (s.a.v.): ’Bu dava Allah’ındır. O’nu dilediğine verir.’ buyurdu. O da: ’Boyunlarımızı Senin uğrunda Arapların hedefi yapacağız, sonra da Allah Seni muzaffer kılınca bu mesele başkalarının eline geçecek öyle mi?’ dedi ve Kutsal Çağrı’yı reddetti.(3)

Bu hadise, ’bunca zamandır hizmet ediyorum artık karşılığını görmem lâzım, bu dava burada başladı burada devam etmeli’ gibi iddialarda bulunan ve İslâm’ı saltanatlaştırmaya çalışanlara en güzel cevap değil midir? Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin ahlâkından daha güzel bir ahlâk ve muamele var mıdır? Hem de sorulan soruya cevap verdiği zaman, yardıma ve desteğe en çok ihtiyacı olduğu zaman idi. Olabilir, diyerek olayı geçiştirmemiş, davanın gerçek sahibini işaret buyurmuşlardır. Her davranışı günümüz sıkıntılarına bir çözüm olan Efendimiz (a.s.) ne kadar güzel bir mü’min ve ne kadar güzel peygamberdir. Hak gizlenmez, tehir edilmez. Doğru yerinde söylenir ve yardım ve destek ancak Allah’tan (c.c.) beklenir...

Hz. Ebu Zerr el-Gıfarî’nin (r.a.) Müslüman Olması
Mekke dışından gelerek Müslüman olanlardan birisi de Gıfar Kabilesi’nden Hz. Ebu Zerr (r.a.)’dir. O da Efendimiz (s.a.v.)’in peygamberliğini işitmiş, durumu araştırması için kardeşini Mekke’ye göndermiş, ancak kardeşinin getirdiği haberle tatmin olmayarak bizzat Mekke’ye giderek Efendimiz (s.a.v.) ile tanışmak ve sohbet etmek istemişti.

Ebu Zerr (r.a.) Mekke’ye geldiğinde Mekkelilerin nasıl bir tepki vereceğini bilemediği için Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizi kimselerden soramamaktaydı. Mescid-i Haram’da kalıyor, sadece zemzem içiyor ve hurma yiyordu. Bu şekilde günlerini geçirirken bir gün Hz. Ali (r.a.) kendilerini fark etmiş ve kendisinin Mekke’ye niçin geldiğini sormuştu. Ebu Zerr-i Gıfarî Hazretleri de ona: ’Sırrımı saklarsan sana anlatırım.’ dedi. Hz. Ali (r.a.)’den bu konuda söz aldıktan sonra:

’Duydum ki burada bir adam çıkmış, peygamber olduğunu iddia ediyormuş. O’nunla konuşması için kardeşimi gönderdim. Dönüp geldi; ama sadra şifa bir haber getirmedi. Ben de O zâtla görüşmeye karar verdim.’ dedi. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a.) Efendimiz, kendilerini Rasûlullah’a (s.a.v.) götürdü. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ebu Zerr-i Gıfarî Hazretlerine İslâm’ı anlattı, O da oracıkta hemen Müslüman oldu.

Mekke’de kıtlık günleri
Mekke dışından gelerek İslâm ile şerefyâb olanların sayıları bir yandan artarken diğer yandan Mekkeli müşrikler Müslümanlar üzerine zulüm ve işkencelerini giderek arttırıyorlardı. Müslümanlar için yaşamanın bedeli çok ağırlaşıyordu. Böyle bir zamanda Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz Mekkeliler için: ’Rabb’im! Hz. Yusuf’un yedi senesi gibi yedi kıtlık senesi ver.’ diye bedduada bulundu.(4) Taif’te bile kendisine yapılan onca eziyete rağmen onlara beddua etmeyen Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in bu sözleri söylemesi, Müslümanların çektikleri sıkıntının şiddetini izhar ediyordu. Bu beddua üzerine Mekkeli müşrikleri öyle bir kıtlık yakaladı ki her şeyi silip süpürdü, açlıktan lâşelerin derilerini bile yemek zorunda kaldılar. Onlardan biri semaya bakınca, duman gibi bir şeyler görür olmuştu. Bu durum karşısında, Ebu Süfyan, Hz. Peygamber (a.s.)’a gelerek:

’Ey Muhammed (s.a.v.)! Sen Allah’a taat ve yakınlarına yardım emrederek geldin. Kavmin helâk oldu. Onlar için Allah’a dua et!’ dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dua buyurdular ve böylece kıtlık ortadan kalktı; fakat müşrikler yine de küfürlerine ve eziyetlerine devam ettiler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu âyeti indirdi:

’Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle. Bu can yakan bir azaptır. İnsanlar: ’Rabb’imiz! Bu azabı bizden kaldır, doğrusu artık biz inananlarız.’ derler. Nerede onlar da öğüt almak? Kendilerine gerçeği açıklayan bir peygamber gelmişti ve ondan yüz çevirmişler, ’belletilmiş bir deli’ demişlerdi. Biz sizden azabı az süre için kaldıracağız, siz yine de eski inkârcılığınıza döneceksiniz.’(5)

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin tebliğ çalışmaları bütün olumsuzluklara rağmen devam etmekteydi. Kendileri (s.a.v.), küçük büyük, yaşlı genç, efendi köle ayrımı yapmaksızın karşılaştığı her insana İslâm’ı anlatmaktaydı. Derken İslâm tarihinin ilerleyen sayfalarına altın harflerle yazılacak ve nice güzelliklerin temelini oluşturacak büyük bir olay meydana geldi. Medineli bir grup gençle Akabe bölgesinde karşılaştı, onlara İslâm’ı anlattı ve onlar da İslâmiyet’i kabul ettiler. İslâm Tarihinde I. Akabe Biatı denilen ve daha sonra ikincisi gerçekleşen bu olaylarda İslâmiyet Medine’de yayılmaya başladı.

Hicret hâdisesine de ortam hazırlayan bu olayı inşallah gelecek sayımızda sizlere aktarmaya çalışacağız. Allah’a emanet olun...

Kaynakça:
1. KÖKSAL, M. Asım, İslâm Tarihi, Mekke Devri, s. 365.
2. FÛRÎ, S. Mübarek, Peygamber’imizin Hayat ve Daveti, s.148.
3. FÛRÎ, S. Mübarek, a.g.e., s.146.
4. Sahîh-i Buhârî, VI/19.
5. ed-Duhan, 44/10-15.
6. Buhârî, Tefsir (Sûre-i Duhân) 1, (Yusuf 4), İstiskâ 2, 13; Müslim, Sıfatu’l-
Münâfikîn 39; Tirmizî, Tefsir (Sûre-i Duhân) 3251.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.