Özlenen Rehber Dergisi

43.Sayı

Ramazan'ın Öğrettikleri Hatırlattıkları?

Recep Faruk KARABAL Özlenen Rehber Dergisi 43. Sayı
Ramazan ayı akıl ve gönüllerde pek çok güzel kavramla birlikte hatırlanır. ’Oruç ayı?, ’Kur’an ayı?, ’zekât ve sadaka ayı?, on bir ayın sultanının zihinlerdeki vasıflarından sadece birkaçıdır. Ramazan ayı denince zihnimizde oluşan kavramlardan biri de Ramazan’ın rahmet ayı oluşudur. Esasında ’rahmet ayı? ifadesi, bu mübarek ayın tüm özelliklerini kapsayacak derecede geniş bir ifadedir. Biz de bu yazımızda Ramazan ayının sosyal yardımlaşma ve dayanışma açısından topluma rahmet oluşunu ele almaya çalışacağız.

Dünyamız, geçmişe kıyasla gıda maddeleri başta olmak üzere, her türlü maddî ihtiyacın çok miktarda üretildiği ve ücretini ödeyebilenlerin bu ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılayabildiği bir bolluk dönemi yaşamaktadır. Dünyanın neresinde yetiştirildiği ya da üretildiği önemli olmaksızın her türlü ürüne insanlar kolaylıkla ulaşabilmektedir. Ancak yukarıda vurguladığımız gibi bu, yalnızca karşılığını ödeyebilenler için geçerlidir. Karşılığını ödeyemeyenler içinse, yabancı ülke menşeli ürünler bir tarafa, kendi kasabalarında, köylerinde üretilen sebze-meyveye bile ulaşmak mümkün olmamaktadır. Bir taraftan, yetiştirilen ürünlerin, maliyetini karşılayacak kadar bile para etmeyip, protesto için yollara, ırmaklara, denizlere döküldüğüne; diğer taraftan da üreticisinin ’zarar ediyor? dediği ürünleri bile alamayıp vitrin ya da tezgâhları seyreden insanlara şahit olmaktayız.

Yoksulluğun çeşitli sebepleri vardır; ama gelir dağılımı incelendiğinde düşünmeye değer sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Çünkü gelir dağılımı bakımından ülkeler, bölgeler, iller, meslek grupları, eğitim dereceleri, iş alanları vb. gruplar arasında korkunç bir dengesizlik vardır ve bu dengesizlik düşük gelirliler aleyhine giderek artmaktadır. Yoksulluk ve zenginlik eskiden de vardı. Ama durum, bugünkü kadar yoksullar aleyhinde değildi. Ayrıca geçmişte bu iki dünya birbirine çok uzaktı. Oysa şimdi yoksullar dünyası zenginler dünyasına hem bir televizyon düğmesi kadar yakın, hem de ulaşılamayacak kadar uzak halde.

İnsanlığın, bu problemi çözecek ve açlığı ortadan kaldıracak zenginliği, kaynağı ve kapasitesi vardır. Asıl mesele insana saygı, yardımlaşma, dayanışma gibi değerlerin yok olması ve neticede bu kaynakların adaletsiz dağıtılmasıdır. Meselâ; dünyadaki en varlıklı 225 kişinin toplam servetinin, sadece % 4’ü ile bütün dünya nüfusunun, asgarî gıda, su ve sağlık ihtiyaçları karşılanabilir. ABD ve AB’de bir yılda sadece parfümler için harcanan toplam para ile, dünya nüfusunun gıda problemi önemli ölçüde çözülebilir. 2000 yılı itibariyle dünyada silahlanmaya harcanan paranın sadece % 1’i bile, açlık meselesini ortadan kaldırabilir.

Parasının hesabını bilmeyen, alışverişe çıkmayı stres atmak için bir hobi olarak değerlendiren, bir giydiğini bir daha giymeyen, evlerinde besledikleri bir hayvanın masrafı birkaç aileyi geçindirebilecek boyutlara varan; fakat yoksul kimselerle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan zenginleri bir düşünelim. Bu tarz hayat yaşayan zenginlerimizin bazı fakirleri toplumun huzurunu bozacak davranışlara ittiğini düşünmemek elde değil. Sokakta kadınların çantasını alıp kaçma, gündüz saatlerinde bile evlere girip para ve kıymetli eşya çalma gibi adi suçlardan, toplu isyan ve terör hareketlerine kadar toplumu rahatsız eden olaylarda zenginlerin fakirleri göz ardı ederek sınırsız harcama yapmalarının payı yok mudur? Bu durum karşısında, zengin kişi ve zengin devletler fakirlerin haline duyarsız kalabilir ve onları görmezlikten gelebilirler mi? ’Onları kendi hallerine bırakalım. Ne halleri varsa görsünler!’ diyebilirler mi? Hâlbuki toplum hayatında zenginler ve fakirler, aralarında kurdukları denge sayesinde daha rahat yaşayabilirler. O dengeyi sağlamanın yolu ise; zenginlerin yoksul ve muhtaçların ihtiyaçlarına karşı daha duyarlı olmalarından geçmektedir.

İnanan insanların yoksul ve muhtaçlara karşı merhamet ve şefkati kalplerinden hiç bir zaman çıkarmamaları ve bunu da, onlara yardımcı olarak eyleme dönüştürmeleri gerekmektedir. ’?Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele!?(et-Tevbe, 9/34), ’Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardıklarımızın iyilerinden Allah yolunda harcayın.?(el-Bakara, 2/267) vb. pek çok âyetle Yüce Allah (c.c.); ’Her Müslüman üzerine sadaka vermek vaciptir.?(Buhârî, Kitabü’z-Zekât 47), ’Bir hurmanın yarısı ile de olsa kendinizi ateşten koruyunuz.?(Buhârî, Kitabü’z-Zekât 21) vb. pek çok hadîs-i şerifle de Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) inanan insanlardan bunu istemektedir.
Yüce Allah (c.c.), kullarından sadaka vermelerini, muhtaç olanlara yardım etmelerini isterken, herkesin iyilikte yarışmalarına imkân tanımış, gönüllü olarak yapacakları yardımlara bir sınırlama koymamış, hatta bu yolda yapılacak harcamalara yedi yüz misline kadar karşılık vereceğini bildirmiştir. Ancak ihtiyacından fazla belli bir miktar ve üzerinde serveti olanlara en alt sınırını da belirleyerek yoksul ve muhtaçlara yardımı zorunlu kılmıştır ki, bunlar da farz olan zekât ve vacip olan fıtır sadakasıdır.

Zekât başlı başına sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı sağlayacak bir müessesedir. Müslüman toplumlarda zenginlerin eksiksiz ve düzenli olarak zekâtlarını vermeleri durumunda, günümüzde ’açlık sınırının altında? diye tarif edilen derecede bir yoksulluğun kalmayacağı inancındayız. Bu, tarihte müteaddit defalar gerçekleşmiş bir gerçektir. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz’un iki sene boyunca Malezya’da yaptığı tespitler de günümüz açısından oldukça çarpıcıdır. Onun tespitlerine göre Malezya’da 15 yıl boyunca zekât, gönüllülük esasına dayalı olarak devlet tarafından toplanmış ve Kur’ân’da verilmesi emredilen yerlere harcanmıştır. Nüfusun sadece yarısı Müslüman olduğundan, zekât da doğal olarak sadece Müslümanlardan alınmasına rağmen, bu ülkede 15 yılda fakirlik oranı yarı yarıya azaltılmıştır. Uygulama halen devam etmektedir.

Zekât ve sadaka, toplumda düzenin sağlanmasını, suçların azalmasını da sağlar. Çalışmak istediği halde iş bulamayan, bulduğu işlerden aldığı ücret temel ihtiyaçlarını karşılamayan insanlardan bazıları, istemeyerek de olsa ihtiyaçlarını gayri meşru yollardan karşılama çabasına girecektir. Hırsızlığa, kapkaça, gaspa yönelecek olanların ilk hedefi tabi ki zengin insanların malları olacaktır. Zekât ve sadaka, bu açıdan bakıldığında aslında zenginin kendi malını da korumasının bir yoludur.

Zekât ve sadaka kişinin kendi iç dünyasına da pek çok olumlu etki sağlar. Zekât ve sadaka verebilen insan mal kazanıp biriktirme hırsının insanı yakıp bitiren o iç sıkıntısından kurtulup, cömertliğin, başkalarına yardım edip onları mutlu etmenin huzur veren hazzına erişir.

İhtiyacı bile olmasa çalışıp, emek harcayarak kazandığı servetten bir kısmını başkalarına dağıtmak pek çok insana gerçekten zor gelen bir davranıştır. Kişinin bunu yapabilmesi için, iyi ya da kötü olduğuna bakmaksızın daima maddî haz veren şeyleri tercih eden nefsine söz geçirebilir bir durumda olması gerekir. Bunun için de nefsin, terbiyeden geçirilmesi şarttır. Ramazan ayı boyunca tutulan oruçlar ise nefsi terbiye etmede en etkili yollardan biridir. Oruç, Allah’ın rubûbiyetini hatırlatır. Sayısız nimetlerine bir şükürdür. İçtimaî hayatı ve onun gerçeklerini hatırlatan bir ibadettir. İnsana gerçek mahiyetini hatırlatır. Sevgi ve merhamet duygularının doğmasını ve kuvvetlenmesini sağlar. Kalpleri yumuşatır, imanın gereği olan iyi huyların canlanmasına vasıta olur. İnsana sıhhat kazandırır. Sabırlı ve iktisatlı olmayı öğretir. Günahlara karşı bir kalkandır. Ve oruç bedenin zekâtıdır. Oruç sayesinde Mü’min, açlığın ne demek olduğunu anlayarak, yoksul insanlara karşı daha fazla şefkat ve merhamet beslemeye başlar. Buna Ramazan ayının manevi iklimi de eklenince bu duygular kişilerden cömertlik olarak topluma yansır. Ve Ramazan bize kulluğumuzun unuttuğumuz yönlerini hatırlatır böylece.

Ramazan, sadece fertlere değil, kurum, kuruluş, müesseselere de unuttukları bir takım vazifelerini hatırlatır. Belediyelerin pek çoğu ancak Ramazan’da hatırlar, sınırları içerisinde pek çok aç insan olduğunu. Ve Ramazan’da kurulan iftar çadırları pek çok kişinin bir ay boyunca da olsa sıcak yemek yiyebilmesini sağlar.

Yardımlaşma ve dayanışma amacıyla kurulmuş pek çok vakıf ve derneğin de kaynakları ancak Ramazan’da yardım yapabilecek seviyeye ulaşır. Böylece Ramazan, bu vakıf ve derneklerin yardım elini uzattığı insanlar için de hiç bitmemesi istenen bir rahmet ayı olur.

Ramazan’ın rahmetinden camilerimiz de istifade eder, hem manevî, hem de maddî anlamda. cemaate hasret kalmış kenar mahalle camileri bile teravih namazlarında dolup taşarken, camilerin bir senedir giderilmeyi bekleyen ihtiyaçları da bir çırpıda karşılanıverir.

Kulluğun bir başka boyutu olan komşularla ilişkilerimiz de olması gereken şekline ancak Ramazan’da kavuşur. Teravih namazları öncesi ve sonrası yapılan sohbetler, iftar davetleri, bayram ziyaretleri bir senedir neredeyse kopacak hale gelen komşuluk bağlarımızı yeniden tamir eder.

Ramazan’ın sosyal dayanışmaya bir katkısı da komşuluk ilişkilerinde olduğu gibi akrabalık bağlarını da kuvvetlendirmesidir. Dinimizce asla ihmal edilmemesi istenen sıla-i rahim olması gereken seviyeye ancak Ramazan’da ulaşır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ’amellerin hayırlısı? olarak tarif ettiği yemek yedirme Ramazan’da bol bol tezahür eder. Akrabalar arasında iftar sofralarında kuvvetlenen bağlar, bayram ziyaretleriyle daha da sağlamlaşır. Hele bir de kişi, zekâtını ve fitresini verirken, muhtaç olan akrabasını gözetirse, bu türden bir bağ, kurulabilecek en sağlam akrabalık bağı olacaktır.

Ramazan ayı aynı zamanda Kur’an ayıdır ya, cami kürsülerinden, televizyon ve radyo programlarından, gazete ve dergilerden sürekli Kur’ân’ın emirleri, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in güzel sözleri ulaşır insanlara. ’Ramazan’da şeytanlar bağlanır? müjdesinin tecellisi olarak toplumda suçlar azalır, haram işler daha az yapılır. Her haramın fert ve toplum hayatına mutlaka zarar veren yönleri bulunduğu düşünüldüğünde, Ramazan’ın bu yönden de sosyal dayanışmayı sağladığı anlaşılacaktır.

Sözün kısası Müslüman bir toplumda sosyal dayanışma ve yardımlaşma Ramazan’da zirve noktasına ulaşır. ’Ümmetin ayı? olan Ramazan, yardımlaşma ve dayanışma yönüyle de ümmeti rahmetiyle kuşatmıştır. Ramazan’da cömertliği, merhameti, acizliğimizi, paylaşmayı, yardımlaşmayı, akrabalığın ve komşuluğun gereklerini, fedakârlığı, kısacası unuttuğumuz kulluğu, unuttuğumuz insanlığı yeniden hatırlarız.

Yüce Rabbimiz’den niyazımız, hem fert, hem de toplum olarak Ramazan’da kazandıklarımızı Ramazan sonrasında da devam ettirebilmemiz!

Fadalanılan Eserler:
1. AVCI Harun, Yoksulluğa Karşı Sosyal Dayanışma.
2. ŞEKER Mehmet, İslâm’da Sosyal Dayanışma Müesseseleri.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • MUSTAFA

    belki bizde birgün afrika somali durumuna düşeriz

  • SANEM VAROL

    ÇOK GÜZEL OLMUŞ Allah sizden razı olsun ..

  • Ayşe Gül

    Çok güzel olmuş Allah sizden razı olsunnn :)

  • seda

    çok güzel olmuş ALLAH sizden razı olsun sizin sayenizde ödevimden yüksek puan aldım çok teşekkürler

  • tuncay

    saoğlun zekat ibatetinin yardımlaşmaya önemini aldım

  • şule

    çok güzel olmuş ama benim aradığım şey bu değil ama yinede çok güzel okudum allah sizden razı olsun

  • serkan kaygusuz

    Çok güzel yapmışsınız Alah sizden razı olsun...

  • taner

    ben bu yazıyı ödev olarak kullandım ve yüksek puan aldım teşekkür edrim

  • berat

    çok güzel

  • muhammet

    toplumsal dayanışma ibadeti olarak sadaka

10 kişi yorum yazdı.