Özlenen Rehber Dergisi

43.Sayı

Kur'ân Mucizesi

Şirkin Karanlığından Tevhidin Aydınlığına

Kur’ân, Değişmeden Bugüne Ulaşan Tek İlâhî Kitap
Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’e vahiy yolu ile gelmiş ve tevâtürle bize nakledilmiş ilâhî bir hitaptır. O, iner inmez yazılmış ve ezberlenmiş ve hiç bir değişikliğe uğramadan aynısı ile günümüze kadar gelmiştir.

Kur’ân’ın en büyük özelliği; lafzı, manası, üslubu vb. bütün yönleri ile Allah kelâmı oluşudur. O, ebedî bir mucizedir. Hiç bir beşer sözü ona benzemez. Ve onunla mukayese edilemez. O, sözlerin en güzeli, manaların en yücesidir. Allah (c.c.), onun yüceliğini Zümer sûresi 23. âyette açıkça beyan buyurmuştur:

’Allah, sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların ondan derileri (tüyleri) ürperir. Sonra derileri de kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an, Allah’ın hidayet rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola iletir. Allah kimi saptırırsa artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur.?

Kur’ân-ı Kerim’in diğer bir özelliği ise, lafzı ile ibadet yapılmasıdır. İbn-i Mes’ûd (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Kim Kur’ân?ı Kerîm’den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevaptır. Ben, ’elif lâm mîm’ bir harftir demiyorum; bilâkis ’elif’ bir harftir, ’lâm’ bir harftir, ’mîm’ de bir harftir.?(Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 16)

Yine Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre, Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Her zaman Kur’an okuyan kimseye şöyle denecektir: Oku ve yüksel, dünyada tertil ile okuduğun gibi burada da tertil ile oku. Şüphesiz senin merteben, okuduğun âyetin son noktasındadır.?(Ebû Dâvûd, Vitr 20)
Kur’ân, lafzı ve manası ile bir bütündür. Onun lafzı Arapça’dır. Arapça’nın dışında başka bir dille okunması Kur’ân’ın aslı değildir. Allah Teâlâ, Yûsuf sûresi âyet 3’te; ’Biz onu anlayasınız diye Arapça Kur’ân olarak indirdik.? buyurmaktadır.

Kur’ân, cihanşümul olup bütün insanlığa hitap eder. O, yalnız bir millete ve yalnız bir devre ait değildir. Onun hükmü zaman ve mekânla kayıtlı değildir. Onun her yerde ve her devirde hükmü geçerli ve muhatabı bütün insanlardır. Ona hiç bir kimse dokunamayacak, onun hükmünü hiç kimse değiştiremeyecektir. Nitekim yüce Allah, Kur’ân’da şöyle buyurmaktadır:

’O Kur’ân’ı biz indirdik ve onun koruyucusu da elbette biziz.? (1)
Zaman ve dünya ihtiyarladıkça o gençliğini devamlı muhafaza etmektedir. Bütün ilimler Kur’ân-ı Kerîm’in ilmine kavuşabilmek için devamlı çalışma içerisindedir. Bu hususu idrak eden bazı batılı ilim adamları, ömürlerinin sonunda da olsa, Kur’ân-ı Kerîm’deki ilim ve mucizeler karşısında ona boyun eğmekten başka çare bulamamışlardır.

Kur’ân-ı Kerîm, Peygamberimiz’in en büyük mucizesidir. Bu özelliği dolayısıyladır ki, cahil ve inatçı kavimlerin içinde bulundukları karanlıkları aydınlatarak ve onları cahilî inatlarından döndürerek medenî bir millet hâline getirmiştir. Günümüzde basit alışkanlıklarını bile terk edemeyen, Kur’ân’dan habersiz insanların hâlini İslâm’ın geldiği yıllardaki Arapların işlemekte olduğu cahiliye âdetleri ile kıyasladığımızda Kur’ân’ın etkisi ve mucize oluşu daha kolay anlaşılacaktır. İşte böyle bir cahiliye devrinde Kur’ân-ı Kerîm bir hidâyet rehberi olarak insanlığın imdâdına yetişmiş, her çeşit şirkin, zulüm, işkence ve cinayetin insanlık dışı bir düşünce ve davranış olduğuna insanları ikna ederek bunları kesinlikle yasaklamıştır. Sapık düşünce, batıl inanç ve hurafelerle mücadele ederek karanlığı aydınlığa, cehaleti ilme, anarşiyi gerçek düzene, ümitsizliği ümide, haksızlığı adalete, esareti hürriyete ve düşmanlığı kardeşliğe çevirmiştir.

Kur’ân’ın bir benzerinin meydana getirilemeyeceği hususunda Yüce Allah; ’Yahut onu kendisi uydurup söyledi diyorlar. Hayır, onlar iman etmezler, eğer doğru iseler haydi onun gibi bir söz getirsinler.? (2) buyurmaktadır.

Kur’ân’ın tamamı, insanları irşat için gönderilmiş olduğundan, 23 senelik bir zaman zarfında çeşitli olaylar üzerine tedrîcen, âyet âyet ve sûreler şeklinde inerek tamamlanmıştır.

Nüzul sebeplerine bir misal verecek olursak; bir gün Ubeyy b. Halef elinde çürümüş kemikleri ufalayarak Hazret-i Peygamber’e geldi ve şöyle dedi:

- ’Bu kemikler böyle çürüdükten sonra Allah bunları diriltir mi diyorsun?? Bunun üzerine Rasûlullah da:

- ’Evet, seni de diriltir, ateşe kor.? dedi. Ve şu âyet nâzil oldu: ’Kendi yaratılışını unutarak bize bir misâl verdi. De ki: Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir.?(3)

Kur’ân âyetlerinden, önce Cennet ve Cehennem’den söz eden kısa âyetler indi. İnsanlar İslâm’ı kavrayınca helâl ve haramla ilgili âyetler nazil oldu. Eğer, önce ’İçki içmeyin!? vb. anlamdaki âyetler nazil olsaydı insanlar, ’Biz içkiyi asla bırakmayız.? derlerdi.(4)

Kur’ân-ı Kerîm, hiç bir kelimesi ve harfi değişmeden aslını muhâfaza eden ve günümüze kadar gelen tek ilâhî kitaptır. Bunun tek önemli sebebi ise; Kur’ân’ın nazil olduğu zaman yazılmış olmasıdır. Nazil olan âyetleri Hz. Peygamber (s.a.v.), hafızasında tutar ve derhal vahiy katiplerine yazdırırdı. Bu âyetler etraftakilere bildirilir ve namazlarda okunurdu.

Kur’ân, insan hayatının bütününü kuşatan ve insanlara en doğru yolu gösteren ilâhî bir rehberdir. Getirmiş olduğu esaslarla insanları terbiye eder ve onları yüceltir. Dünyada iyilik yapanlara müjde getirir. Kötülük yapanlara ise korkunç akıbetlerini bildirir.

Peygamberimiz (s.a.v.);

’İleride karanlık geceler gibi bir fitne olacaktır.? buyurmuş;
’Ondan kurtuluş çaresi nedir yâ Rasûlallah?? diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:

’Yüce Allah (c.c.)’nun Kitâbı’nda sizden öncekilerin kıssası, sizden sonrakilerin haberi ve aranızdakilerin hükmü vardır. O, şaka değil, hak ve batılı ayıran kesin bir sözdür. Onu zorbalıkla terk edenin Allah (c.c.) belini kırar. Onun dışında doğru yol arayanı Allah şaşırtır. O, Allah’ın hikmet dolu bir zikri ve doğru yoludur. Onunla reyler dağılmaz. Âlimler ona doymaz. Muttakiler ondan usanmaz. Onun ilmini bilen ileri gider. Onunla söyleyen doğru söyler, onunla amel eden mükâfat görür. Onunla hüküm veren adalet eder, ona sımsıkı sarılan doğru yolu bulur.?(5)

Kaynakça:
1. el-Hicr, 15/9.
2. et-Tûr, 52/33-34.
3. Yâsîn, 36/78-79. Bkz. Vâhidî, Esbâb-ı Nüzul, s. 209. Ayrıca bkz. Abdülfettah el-Kâdî, Esbâb-ı Nüzûl, s. 329.
4. Sahîh-i Buhârî, c. 6, s. 185.
5. Tirmizî, Sünen, c. 2, s. 149.

* Abdullah Fârukî el-Müceddidî Hazretlerinin bu makalesi Özlenen Fark Dergisi Kasım 1997 (s. 3-4.) sayısından iktibas edilmiş; konuyla ilgili âyet ve hadis mealleri eklenerek gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra siz okurlarımızın istifadesine sunulmuştur.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.